1988’de bir gazetecinin suali üzerine Yunanistan’ın İstanbul konsolosu “Ayasofya Türkiye’nin iç meselesidir. İbadete açılırsa iddia edildiği gibi bir koz ileri sürmez” demişti. Her gelen sağcı iktidar “Ayasofya’yı açacağız” der. Sonra her nedense geri çekilir.
1931’de
Amerikan Bizans Enstitüsü adına arkeolog
Thomas Whittemore hükûmete müracaat edip Ayasofya Camii’ndeki mozaikleri tamir için izin aldı. 1934’te
İnönü’nün
Maarif Vekili Abidin Özmen, camiyi vakıflardan alıp kendi bakanlığına naklettirdi. Müze fikri de o arada çıktı. Gazi bu iş için
1’i Alman 9 kişilik bir komisyon kurdu.
Prof. Eckhard Unger dışındakiler, ibadete kapatılmasını tavsiye etti. Eckhard, ibadethane olarak kullanılırsa, caminin daha iyi bakılacağını düşünüyordu.
Whittemore’un hamisi
zengin Amerikalı iş adamı Charles Crane, cumhuriyetin kuruluşunda Ankara’ya destek olmuştu. Onun adamının arzusunu geri çevirmek olmazdı. 24 Kasım 1934’te bakanlar kurulu kararıyla,
parasızlık ve -her ne demekse-
“Bütün Şark âlemini sevindireceği” gerekçesiyle Ayasofya’nın ibadet dışındaki kısımları müzeye dönüştürüldü.
1 Şubat 1935’te de müze olarak halka açıldı.
Kararda ibadete
kapatılma ifadesi geçmiyordu. Ama Özmen’in başvekâlete gönderdiği teklif yazısındaki, “Ayasofya, müzeye çevrildiği takdirde
İstanbul’un turistik değeri bir kat daha artacaktır. Ayasofya’da namaz kılanlar pek yakınındaki
büyük küçük birçok camide dinî vazifelerini yapabileceklerdir” ifadesi maksadı ortaya koymaktadır.
Minareleri indirin!
Cami kapatılınca,
halıları kesilerek sağa sola dağıtıldı.
Şamdanları eritilmek üzere dökümhaneye götürüldü.
Levhalar ise çok büyük olduğu için çıkarılamayıp
depoya kaldırıldı. Bunlar Adnan Menderes devrinde tekrar asıldı. Caminin yanında, İstanbul’da
Osmanlıların ilk üniversitesi olan
Ayasofya Medresesi de yıkıldı. Whittemore,
Kariye Camii’ni de müze yaptırmaya muvaffak oldu.
İbrahim Hakkı Konyalı anlatıyor: 1934’te Tan gazetesinde iken Arkeoloji Müzesi mimarı
Kemal Altan geldi. Ağlayarak, “Hoca, bugün Ankara’dan gelen emir üzerine Küçük Ayasofya’nın iki minaresini temeline kadar indirdik. Bu gece de
Ayasofya’nın dört minaresini indireceğiz” dedi. Bunun üzerine kendisine
“Minareler kubbenin desteğidir; yıkılırsa, Ayasofya da yıkılır” mealinde bir rapor yazdırttım. Bunun neşri üzerine yıkımdan vazgeçildi.
Camiden müzeye
Ayasofya Camii, 11 asır kilise,
5 asır cami olarak hizmet verdikten sonra, Bizans mozaikleri uğruna 1934’te
sıhhati hâlâ münakaşa mevzuu bir bakanlar kurulu kararnamesi ile müzeye dönüştürüldü. Ardından da ibadete kapatıldı.
Kararname “Etrafındaki
vakıflara ait binaların yıkılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlâk, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masrafları Maarif vekilliğince verilmek üzere
Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur” diyor. Sonradan
Kültür Bakanlığı kurulunca, müzeler buraya bağlanmıştır.
İhtilalin kanunu
Gerçekte böyle bir bakanlar kurulu kararı olmadığı; o zaman Gazi’nin başka imzalarına benzemeyen K.Atatürk
imzasının sahte olduğu; çünki kararname tarihinde henüz soyadı olmadığı; henüz “Gazi M. Kemal” imzasını kullandığı; kararın sonraki
Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından düzüldüğü söylenir. Karar,
Resmî Gazete’de neşredilmediği gibi, sıra numarası da yoktur. Yalnızca 1947’de hazırlanan eski eserler mevzuatı adlı broşürde yer alır.
Kararname, anayasa, borçlar ve vakıf hukukuna; Vakıflar Kanunu ve mabedlerin başka maksatlarla kullanılamayacağına dair
6570 sayılı kanuna aykırıdır. Sultan Fatih, kendi servetiyle kurduğu vakfa bağlı Ayasofya’yı camilikten çıkaranlara lanet eder. Hâlbuki
ihtilâlin kendi kanunu vardır. Burada adalet ve insan hakları aranmaz.
2000’li senelerde bir cemiyet,
kararnamenin iptali için başbakanlıktan bir cevap alamayınca, Danıştay’a dava açtı. Dava reddedildi.
Din ve vicdan hürriyetinin ihlali gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne gitti. Yine reddedildi. Herkeste bu hususta
sessiz bir mutabakat var gibidir.
Yıkılsa da kurtulsak!
Demokrat Parti hükûmeti iktidara gedikten sonra Ayasofya’yı ibadete açmayı düşündü.
Milliyetçiler Cemiyeti bunu müdafaa edenlerin başında geliyordu. Avukat
Bekir Berk, hükûmete açık mektubunda, Ayasofya’nın bu hâline yalnızca Yunanlıların sevineceğini söylediği için
laikliğe aykırı davranmaktan dolayı hakkında dava açıldı; mecmuası da kapatıldı.
Tam o sırada
“Ayasofya’nın cami olmasını isteyenlerin kafası ezilmelidir” diyen gazetenin yazarı
Ahmet Emin Yalman, Malatya’da
Hüseyin Üzmez adlı bir genç tarafından vuruldu (1952). NATO sebebiyle
Yunanistan’ı gücendirmekten çekinen hükûmet, bu
provokatif hâdise üzerine iyice geri adım atmak zorunda kaldı.
1967’deki ziyaretinde
Papa VI. Paul, Ayasofya’da diz çöküp dua etmek istediğinde,
Dışişleri Bakanı Çağlayangil, "Burası cami ya da kilise değil, müzedir. Burada dinî tören yapılamaz" diyerek inkılâbın onurunu korumuştu.
Sultan Mecid’in yaptırdığı
Hünkâr Mahfili, 8 Ağustos 1980’de Süleyman Demirel tarafından ibadete açıldı ve Ayasofya’dan tekrar ezanlar okunmaya başladı ise de, 12 Eylül’den sonra eskiye dönüldü.
1992’de
Yıldırım Akbulut Hünkâr Mahfili’ni tekrar ibadete açtı; tamamını açmayı da vadetti; ama tepetaklak oldu. Tapusu, bugün bile
Sultan Fatih Vakfı üzerine kayıtlı Ayasofya’yı, açmaya,
MSP dâhil hiçbir hükûmetin gücü yetmedi.
Yıllarca Ayasofya kürsüsünde ders veren
Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin, “Yıkılsa da Müslümanlar zilletten kurtulsa!” dediği rivayet edilir.
Yunanistan’a bir jest olur!
Suat Hayri Ürgüplü’nün başbakanlığı sırasında (1965)
Mehmed Şevket Eygi, Bugün gazetesinde Ayasofya’nın ibadete açılması istikametinde neşriyat yaptı.
Necip Fâzıl da bu mealde Millî Türk Talebe Birliği’nde bir konferans verdi. Bunlar
amme efkârında bir uyanışa yol açtı. Gençler Ayasofya önünde nümayiş yaptı.
Bunun üzerine Devlet Bakanı
Mehmet Altınsoy radyoda: “Bizim de hükûmet olarak düşüncemiz böyledir” dedi. Ertesi gün Hürriyet gazetesinde, “İnönü, başbakanı ziyaret etti. Devlet arşivlerinin ehemmiyeti hakkında bilgi verdi” haberi çıktı. Hemen ardından hükûmet, Altınsoy’u yalanladı. Hâdise, çoklarının hatırına
Yunanistan ile yapılmış gizli bir anlaşma dedikodusunu getirdi.
1930’ların başında
Balkan devletleri arasında bir ittifak mevzubahisti. Balkan Paktı denilen bu anlaşma hususunda Atatürk’ün
Celal Bayar’a, “Ayasofya’yı müze yapsak, Yunanistan’a bir jest olur!” dediği malumdur. Belki Atina çoktan bu anlaşmaya razıydı da,
taviz için ortalığı velveleye vermişti.
Ama esas dedikodu başkadır:
1934 Balkan Paktı öncesinde, Yunan gazeteleri, Gazi’nin ailesiyle alâkalı bazı vesikaların bulunduğu iddiasıyla hakaretamiz yazılar neşretmişti. Güya
Atina, amme efkârının hoşuna gitmeyecek bu neşriyatın durdurulması karşılığında, Ayasofya’nın kiliseye dönüştürülmesini istiyor;
Ankara, kilisenin Müslümanlarda infial meydan getireceği gerekçesiyle, şimdilik müze yapılmasına razı geliyor.
Hangi mozaikler
Bizans’ta resimleri haram kabul eden
ikonoklazma (ikona kırıcılık) cereyanı devrinde (726-842),
mozaiklerin tamamı kazınmıştı. Sonra yapılanların üstü, fethin akabinde alçı ile kapatılmıştı. Bir kısmı da zaman içinde kazındı. Sağlam kalanların çoğu da 1894 zelzelesinde döküldü. Müze yapılmadan evvel günlerce polis kordonu altında tutulması, içindeki mozaiklerin çoğunun, müzeye bahane olsun diye sonradan yapıldığı kanaatini hâsıl etmiştir. Hâlbuki mozaiklerle zemin arasına
ahşap bir asma kat yapılarak cami muhafaza edilebilirdi. Turistler, Sultan Ahmed Camii gibi gezerdi. Kaldı ki canlı resmi bulunan yerde namaz kılıp kılmamak Müslümanların şahsî meselesidir.