Kartallar, akbabalar, üstlerinde daireler çizerek uçuşuyordu...

A -
A +
Amcası; atların yanında hazırlık yapıyordu. Hemen kararını vermeliydi. 
 
Yumuşak toprağın üzerinde sayılamayacak kadar çok tavşan ayağı izleri vardı. Eğildi, yuvadan içeri bakarken birkaç yavrunun da deliğin karanlığına doğru kaçıştığını gördü. Artık emindi ama çok sevimli yavruyu buraya nasıl koyacaktı? Ufak bir hata; uçurumun dibine yuvarlanmasına sebep olabilirdi. Başını kaşır gibi parmaklarını oynattı. Aklından hesaplar yaptı. Doğruldu, çevresine bakındı yeniden. 
Amcası; atların yanında hazırlık yapıyordu. Hemen kararını vermeliydi. Anne tavşanın görebileceği bir yere bırakmayı ve onun götürebilme ihtimalini düşündü. Böyle bir şeyin olup olmayacağını bilemiyordu. Öylesine bırakıp gitseydi başına kötü şeyler gelebilirdi. Sanki avucundaki yavruyu uzaktan takip ediyorlarmışçasına kartallar, akbabalar, şahinler gökyüzünde daireler çizerek uçuşuyordu. Zayıfın düşmanı çoktu. Emin olmalıydı.
Kızıl tüylü bir tilki; söğüt ağaçlarının arkasından elindekine bakıyordu. Tehlike; tahmin ettiğinden de büyüktü. Sürünerek uçurumun ağzındaki karanlık deliğe doğru ilerledi. Uçurumun derinliği korkutuyor, boncuk boncuk ter döküyordu. Tepesinde yırtıcı kuşlar, altta dipsiz kuyu misali uçurum, ister istemez sıkıntısı da artıyordu İbrahim’in.
Yuvaya iyice yaklaştığında birkaç yavru daha gördü, sevindi. Güç bela uzandı, yavruyu yavaşça bırakıp hemen geri çekildi. Anne tavşanın ayaklarını vurma hareketi daha sıklaşmıştı. Sevincinden mi, yoksa telaşından mıydı tam anlayamıyordu. Tilkinin bulunduğu tarafla yuva arasında defalarca koşturdu durdu. Bu merasimi elinde olmadan seyrederken başka bir tavşanın daha yaklaştığını gördü. Belli ki bunlar bir aileydi; biri anaları, diğeri de babalarıydı. Onların yavruları için gösterdikleri ihtimam, hassasiyet kendi anasını, babasını bir daha hatırlamasına sebep oldu. Elinde olmadan gözlerinden billurdan damlalar akıverdi, çimenler üzerine.
Bir müddet öyle dalıp gitti. Güneşin sıcaklığından mı, yoksa tavşan yavrusunu yerine koymasından mı ne alnına boncuk boncuk ter birikmişti. Amcasının müşfik, babacan sesiyle kendine geldi.
- Ne yapıyorsun oralarda İbrahim?
- Şey!
- Ney!
- !!!
- Haydi gidiyoruz!
- !!!
Üzerine bulaşmış çeri çöpü temizlerken bir karınca yuvası gördü, dikkat kesildi. Durmadan koşuşturuyorlardı sağa sola. Bir kısım karıncalar kervan gibi peş peşe dizilmiş, inişli çıkışlı bir yol takip ediyordu. Bazen bir yarığa düşüyorlar, uzun bir süre gözükmüyor, bazen kayaların üstünden, dikenlerin arasından hep aynı hızla su gibi akıp gidiyorlardı. “Bunlar için yokuş, iniş fark etmiyor mu, hiç yorulmazlar mı?” diye söylendi. Yolları dar ve pek de uzundu. “Bizim yolumuz da öyle değil mi?” diye geçirdi içinden . Belli ki pek ıraklara, ilerideki göle doğru gidiyorlardı. Arka arkaya sıralanmış karıncaların her birisinin sırtında kendi ağırlıklarından daha büyük yükleri vardı. Kimi bir kök parçası, kimi yaprak, bazılarında ise tohum tanecikleri... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.