"İyi ki geldin Hasan, bütün gece uyuyamadım…"

A -
A +
"Hayırdır Dadaşım! Senin böyle uykularını kaçıran ne olabilir ki?"   Köpekler o tarafa boşuna gitmezlerdi; ya bir canavar kokusu almış, ya da yabancı birilerini sezmişlerdi ama görünürlerde bir şey yoktu. Sahiplerini yalnız bırakmak istemiyor gibi garip bir hâlleri vardı. İyice sırnaştı,  Mehmet Abdullah'ın yüzünü yalamak istercesine, arka bacakları üstünde şahlandılar. Başkalarına karşı oldukça ürkütücü ve yıldırıcı olan bu sadık hayvanlar, hemen her gün, aynı saatlerde sahipleriyle oynaşırlardı. Alışmışlardı bu hayata. Bugün üzerlerinde bir farklılık vardı, bir şeyler sezmişler gibi devamlı gözleri dışarılardaydı. Sık sık kulaklanıyor, havlıyorlardı. Biraz sonra tekrar bir yay gibi gerildi, ok gibi dereye doğru koşmaya başladılar. Gayriihtiyari Mehmet Abdullah da o istikamete baktı. Köpekler uzaklaşınca, en yakındaki sürüler de ürküp kaçıştı, geldi iki üç sürü birbirlerine karıştı. Mecburen sahipleri de bir araya gelmiş oldu. Selâm verilip alındıktan sonra,  Mehmet Abdullah; - Dadaşım, iyi ki davarlarımız karıştı, yoksa bir araya gelemezdik. - Davarlar insaflı, onlar ayrılığa bizim kadar dayanamadılar bak! Senin itlerinden kim yanaşabilir ki? Her biri bir canavardan beter Mehmet Dadaşım! - N’edeceksin Hasan Dadaşım, köylük yeri, hele bir de malın, davarın olunca, mecbur saklıyorsun. Onlar benim sadık arkadaşlarım. İyi ki geldin Hasan. Bütün gece uyuyamadım… - Hayırdır Dadaşım! Senin böyle uykularını kaçıran ne olabilir ki? - Ne bileyim; öyle karmakarışık, sonu karanlık, karabasan gibi korkunç rüyalar gördüm, ürktüm. Ondan mı ne kalbim sıkılıyor. - Hayrola, Cenâb-ı Allah hayra tebdil eyleye. - Hayır içinde olasın Hasan Dadaş. - Eee! Hele anlat, ben de meraklandım iyice. Anlat! Anlatırsan açılırsın! - !!! - Nasıl, ne bir rüyaymış ki seni böyle tesirine aldı? - !!!  Mehmet Abdullah, tam rüyasını anlatacaktı ki, bir gürültü koptu. Bütün itler, sürüleri bıraktı, havlaya-uluya, dereye doğru koşuştular yeniden. Bu arada; peş peşe yüzleri peçeli, silahlı atlılar, sürülerin arasına daldı. Ürken, kaçışan davarları yardı gelip köylülerin tam karşılarında saf tuttular. Birkaç atlı da kaçmasınlar diye arkalarına dolandı. İyi niyetli olmadıkları her hâllerinden belliydi. Köpekler de bu hasmane tavırlarını sezmiş olmalılar ki, durmadan ortalığı velveleye veriyordu. Mehmet Abdullah “susun” deyince yanına gelip boyun büktü, beklemeye başladılar. Sanki lisan-ı hâl ile; “tut de tutalım! Parçala de, parçalayalım!” der gibi tetikte bekliyorlardı. Sürü, darmadağınık olmuştu. Köylüler; merakın, binbir sorunun çivilendiği gözlerini, gelenlere dikti ne diyeceklerini beklediler. Dakikaların, seneler gibi uzadığı, korku dolu bekleyişi, kimin bozacağı belli değildi. Hoş olmayan bir durumla karşı karşıyaydılar. Dağların ardından olanca haşmetiyle yükselip pembeden sarıya geçen güneş, yakıcı ışıklarıyla “yapmayın, etmeyin” der gibi araya girmişti sanki. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.