Mesai bitmeden yetişmesi lazımdı askerlik şubesine...

A -
A +
Mehmet’ini şubeye uğurlarken, neşeli görünmek için ne kadar da kendini zorluyordu!..
 
Askerlik şubesi kapanmadan bir yetişebilseydi. Kafası, aklı, fikri hep orada. Tahminen bir saatlik işi kalmıştı. On, on beş dakikaya da elini yüzünü yıkar, alacaklarını alırdı. Koşarak gitse, yarım saatlik yolu on dakikaya indirir, maksadına kavuşurdu.
Mesai bitmeden önce yetişmesi lazım geldiğini pekâlâ biliyordu. Ardına bakmadan askerlik şubesine, oradan da kışlaya gitmenin telaşındaydı.
Kabul edildikten sonra tekrar dönmemek üzere hazırlıklarını yaptı. “Eve vedalaşmaya gidersem, Nazım’ımı, Nene sultanımı, canım anacığımı, babacığımı görür, dayanamam belki!” diye düşünüyordu. Nene de pekâlâ biliyordu niyetini. O da onun için gelmesini, bir daha yaralarını tazelememesini istiyordu. “Allah muhafaza ya gidemese, ya caydıracak bir hâl üzere olurlarsa?”
Gidiş o gidiş olacaktı.
O günden sonra Nene’nin ömründe korku, keder, hasretlik, dolu yepyeni bir sayfa açılacak olsa da olsundu. Vatan müdafaası hepsinden mühimdi. Onun önüne geçebilecek hiçbir mazeretleri yoktu, olamazdı da. Kaderinde neler vardı? Daha neler onu bekliyordu, neler görecekti, kim bilebilirdi ki?
Biricik hayat arkadaşı, sevdalısı, evinin direği, Mehmet’ini askerlik şubesine uğurlarken, neşeli görünmek için ne kadar da kendini zorluyordu Nene Gelin. Onun gözü arkada olmaması lazımdı. O da öyle yapmıştı!
- Nene’m; gözüm arkada değil, Nazım’ımı önce Allah’a sonra sana emanet ettim, canım anacığımı, muhterem pederimi de...
- Emanetin emanetimdir Mehmet’im!
- Süte su karıştı, sonra söze yalan ve mideye haram, işte insan, bozulmaya buradan başladı Nene’m!
- Ah Ermeniler! Süte su karıştıranların canı Cehenneme!
- Rahatlık battı insanlara Nene’m! Bunun bir bedeli olacağı aşikârdı; karşımıza Urus çıktı, Ermeni çıktı!
- Daha bakalım neler çıkacak? Korktuklarımız başımıza geldi!
- Seyyid Sükûti Efendi hep derdi: “Vaki olanda hayır vardır.” Biz de öyle diyelim Nene’m!
- İnşallah askere alırlar! Yolun, bahtın açık, kılıcın keskin, yüreğin kuvvetli olsun yiğidim! Şunu bil muhterem erim; içine çekildiğim dünya, dışımda bıraktığım âlemden, öyle güzel, öyle hakikat ki… Sen müsterih ol yeter!
Diyerek, güle oynaya vedalaşıp el sallayacak, aklındaysa; müşfik, mert, babacan bakışlı, huzur ve saadet dolu iki ela göz kalacaktı erinden yadigâr.
                                 ***
VEDALAR, GÖZLERİYLE SEVENLER İÇİNDİR,
GÖNÜLLERİYLE SEVENLER ZATEN AYRILAMAZDI
Nene, eriyle öyle vedalaştı ki acı çektiğini hiç belli etmedi. O öyleydi de  Mehmet Abdullah değil miydi? O da dik durdu, şen şakrak göründü bütün kuvvetiyle. Her ikisi de içlerinde kopan fırtınaları dışarı vurmadı, birbirlerine hiçbir şey hissettirmediler. Sadece biliyorlardı ki şerha şerha paralanmış kalplerinden sızan kanı içlerine akıtmayı beceriyorlardı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.