Komşusunun evinin yangınında yumurtasını pişirmeye çalışanlar...

A -
A +

Güney Afrika'da Apartheid rejiminin yeni Başbakanı De Klerk'in Mandela'yla ilk görüşmelere başladığı tarih 1990. İngiltere'de IRA ile ilk temaslar da aynı yıl başlamış. İspanya'da ilk girişimlerin başlama tarihi 1988.  İlk ateşkes 1989. Ve 1991'de  Madrid'de ABD ve Sovyetlerin gözetimindeki zirvede başlayan ardından Oslo görüşmeleriyle devam eden Filistin İsrail görüşmeleri...

Tarihlerin birbirine yakın olması bir rastlantı değil. Soğuk savaş sonrası. 1989'dan itibaren soğuk savaşın yükünü üzerinden atan dünya çatışmaları bitirmeye odaklanmıştı.

Kolay olmadı. Güney Afrika'da müzakereler sürerken Bisho Katliamı, ANC liderlerinden Chris Hani'ye suikast oldu. Ama hiçbiri barış sürecini bitirmedi. 1993'te her iki lidere Nobel getiren barış imzalandı. Kuzey İrlanda'da daha zor oldu. Kararsızlıklar, 1997'de ortaya çıkan Real IRA'nın eylemlerine rağmen 1998'de Hayırlı Cuma anlaşmasına gelindi.

İspanya'da işler o kadar yolunda gitmedi. Dört ateşkes de bozuldu. ETA, bir yıl sonra Başbakan olacak Aznar'a suikast girişiminde bulundu. İsrail-Filistin arasında 1993'teki Oslo Barış Anlaşması ise daha trajik bitti. Anlaşmayı imzalayan İzak Rabin iki yıl sonra öldürüldü.
Yine rastlantı değil. Türkiye'de de Kürt sorununu çözmek için de aynı tarihlerde girişimler başladı. Bizde de soğuk savaş bitmişti. 1991'de DYP-SHP koalisyon kurmuş, İsmet Paşa'nın oğlunun liderliğini yaptığı SHP PKK'yla seçim ittifakı yapıp, PKK'yı silahtan siyasete, dağdan Meclis'e taşımıştı. Devlet onaylı çözüm politikalarının bir sonucuydu muhakkak. Ardından gelen Kürt realitesini tanıma açıklamaları, Özal'ın inisiyatifi eline alıp yaptığı çıkışlar ve tabii Öcalan'la kurduğu diyaloglar...

Öcalan'ın ateşkes ilanı, 1993'te MGK'dan çıkarılan af kararıyla tam yolun sonuna geliyorduk ki, tekrar ve bu kez çok şiddetle başlayan ölümlere geri döndük. 33 er katliamı, suikastlar, katliamlar... Bazıları buna 1993 darbesi derken haklı...

Ama sadece devlet ya da örgüt içindeki güçler miydi suçlu? Türkiye'de sivil toplum, entelektüeller,  sürekli barıştan bahseden solcular, medya ne yapmıştı çözüm için?

Çözümün en önemli aktörü Özal'ı devirmeye, itibarsızlaştırmaya çalıştılar, "alışamadım" diye telgraf gönderen teğmenin sözünden tshirtler yaptırdılar. HEP'i Meclis'e getirmiş SHP'yi solcu sendikalar çöp dağlarına neden olan grevlerle, medya ise İSKİ'deki bir skandal üzerinden vurup durdu.

Yani çözümün büyümesine bir faydaları olmadığı gibi, çözümün aktörlerinin ayaklarına dolanıp durdular, kendi gündemlerini barışın üzerinde gördüler...

Tıpkı AK Parti iktidarının çözüm çabalarına yaptıkları gibi.

2005'ten beri AK Parti iktidarları MİT üzerinden PKK'yla siyasi çözüm için müzakere ediyor. 10 yıllık bir hikaye bu. Bu 10 yılda iki genel, iki yerel, iki referandum ve bir cumhurbaşkanlığı seçimi oldu.

Bıkmadan usanmadan her seçim öncesi, AK Parti'nin "bu açılımının", "bu çözüm adımlarının" seçimler için olduğunu söyleyip durdular. Bu seçimi atlatmak için Kürtleri kandırıyordu iktidar. Samimi değildi, önce zihniyetini değiştirmeli, dilini düzeltmeliydi..

Bıkmadan usanmadan her seçim sonrası yanıldıkça aynı kaseti döndürüp durdular. Negatiflik yaydılar, bundan bize ne düşer hesapları yaptılar...

Her seçimden sonra, her krizden, her çatışmadan sonra müzakereler bir yerden yeniden başladı.

2013 Newroz'uyla işler ciddileşmeye başlayınca bu kez "demokrasi olmadan barış olmaz" geldi. Önce muhteşem bir demokrasi inşa edilmeliydi, sonra ancak barış gelirdi.  Sonra Gezi oldu. 100 yıldır direnen Kürtler, tam bir barış yapmak üzereyken yeniden direnişe çağrıldı. Gelmeyince küsüldü. Yoksa sen AKP'yle mi anlaştın diye mahalle baskılarına maruz bırakıldı. Önce çekingen, utangaç. Tabii ki biz de barışı destekliyoruzlar, barışı kim istemez beylik lafları eşliğinde...

Sonra... Dilleri çözüldü. Artık çok dürüstler. Çok açık sözlüler. Çözüm sürecinde mesafe alındıkça açık sözlülükleri de artıyor.

Öcalan'la barış müzakeresine giden vekillerin cebine "Aman başkanlık sistemine evet deme"  diye mektup sıkıştıran sivil toplumcular, çözümün arkasında durdukça Öcalan'ı neredeyse yandaş ilan etti edecek ak saçlı gazeteciler,  PKK'ya 'silah en büyük kozun niye bir şey almadan bırakacakmışsın' diye akıl veren insan hakları uzmanı profesörler,  30 yıl sonra masaya oturmuş silahlı örgütü "İktidar samimi değil, seni kandırıyor" deyip masadan kaldırmaya çalışan, savaş kışkırtıcılığında her gün yeni bir ar perdesini yırtarak yol alan kadınlar, erkekler...

Seçimler yaklaştıkça, barışta mesafe alındıkça dilleri sertleşiyor. En yaşlıları en 'bilge'leri olan Kemalist-Komünist-Ekonomist Şubat ayında Türkiye Türklerindir logosu altında Hürriyet'e konuşup, şöyle dedi: "Türk solunu, aydınlanmacılarını, Gezi Hareketi'nin Türk ögelerini tırnak içinde satmaktır. Satışın karşılığını ise bilmiyoruz."

30 yılda 50 bin insanın canına mal olmuş bir savaşın bitişine kendi siyasi/iktidar kavgaları üzerinden bakan bu kötücül bencilliğin en berbat örnekleri ise Dolmabahçe Sarayı'nda hükümet ve HDP'liler yan yana oturup, Öcalan'ın silahlı mücadeleyi bitirmek için kongre toplanması çağrısı yapmasından sonra geldi.

Bu açıklamayı görünce barış için heyecanlanacağına, kendi siyasi dertleri için telaşlanan bir köşe yazarının yazısının girişi sahiden sol/Kemalist Türklerin içine düştükleri büyük bencillik,  nihilizmi anlamak açısından çok öğreticiydi:

"Dün, HDP ve hükümet arasındaki ortak açıklamadan sonra telefonlarım susmadı. Eş dost, benim HDP'yi yakından izlediğimi bilen tanıdıklar, hep aynı kaygıya kapılmıştı: HDP, çözüm sürecinin yüzü suyu hürmetine AK Parti'yle anlaştı mı?"

Bu büyük endişeye cevap vermek için Kürt siyasetçileri arayan köşe yazarının barış haberini duyunca "Kürtler bizi sattı mı" diye telaşlanan okurlarını bütün yazı boyunca nasıl teskin etmeye çalıştığını hepiniz okudunuz. Bir haftadır  "Ama 10 madde var, PKK öyle kolay kolay silah bırakmaz, korkmayın" diye okurları teskin etmeye çalışan yazılar yazılıyor.

Ama herhalde komşunun evinin yangınında yumurtasını pişirmeye çalışmak sözünün hakkını veren esas yazı bu: http://www.milliyet.com.tr/hdp-butun-oyun-planlarini-bozdu/dunya/ydetay/2024778/default.htm.

İnsan bu cümleleri okurken bir an için karşısında STV'nin Karanlık Kurulu'nda yüzüklü parmakları görülen kötü adamlardan biri varmış gibi hissediyor:

"HDP seçime parti olarak değil de bağımsız adaylarla girecek olsaydı, İmralı'dan yapılan silahsızlanma çağrısının estirdiği olumlu rüzgâr en çok Erdoğan'ın yelkenlerini doldururdu."
"HDP seçime parti olarak girme kararı alır almaz iyi çalışan bir AKP makinesi 'İmralı süreci'nden seçim için faydalanma planlarını da gözden geçirirdi."

"Eşit vatandaşlık, AKP Türkiye'sinde artık Kürtlerin olduğu kadar laik Türklerin ve Alevilerin de hakkı."

"Laik kesimlerde halen Dolmabahçe etkinliğinin AKP ve HDP arasında varılmış gizli bir anayasa mutabakatının sonucu düzenlendiği yönünde bir kuşku kalmışsa, Demirtaş'a iktidar cenahından yapılan hücumlar bu psikolojik engelin de yok edilmesine yarayacak."

Nefretten beyin ölümünün gerçekleşmesi bu olsa gerek. Bir savaşın ateşinde pişirmeye çalıştıkları yumurtanın proteinin bile fayda etmeyeceği bir akıl durgunluğu bu...

Halbuki, Erdoğan'ın başkan olmaması için CHP ve Gezicilere HDP'nin barajı geçmesini pazarlayan bu siyasi dehayı yalanlayan açıklama ise birkaç gün önce gelmişti.

Türkiye'nin demokrasi umudu olarak pazarlanmış Geziciler, haftalardır sandık mı sokak mı konulu ileri demokratik tartışmalarını bitirip bir karara vardılar çünkü.  Birleşik Gezi Hareketi'nde bir araya gelen Geziciler, yani en potansiyel HDP'ye oy verecek laik/solcu Türkler, bile seçimlerde HDP ve CHP arasında bir tercih yapmayıp bağımsız kalma çağırısı yaptılar.

Açıklamalarında en sevdiğim cümleyse şu:

"Haziran Meclisleri bu mücadelelerin örgütleneceği ana odaklar olarak, sadece faşizm ve gericiliğin durdurulmasının değil, içi boşaltılmış temsili demokrasinin yerine gerçek halk egemenliğini kurmanın da ana nüveleri olacaktır."

Başkanlık sisteminden kaçarken, temsili demokrasiden olmak deniyor herhalde buna.  Türkiye'nin demokrasi ufku, X kuşağı, umudu Geziciler günün sonunda temsili demokrasi yerine halk egemenliğine kadar gelmişler. İleri demokrasinin bu kadarı. Kuzey Kore'de de halk egemenliği var değil mi?

AKP ve Erdoğan nefretinden Öcalan'ı yandaş ilan edecek kadar Kürtçülüğün kollarına kendilerini bırakmışları bekleyen esas sürpriz ise başka. Başkanlık sisteminden kaçmak için HDP'ye akacak oylar ezkaza HDP'yi iktidar yaparsa herhalde ilk yapacakları şey Öcalan'ı serbest bırakıp, KCK  sistemine geçmek olur. Herhalde biliyorlardır, orada da Başkanlık sistemi var. Hem de Önderlik tipi Başkanlık sistemi...

Demirtaş'ın kendilerini CHP'ye satan Gezicilerin kararına cevabı ise gerçekten demokratçaydı: "Alınacak her karara saygı duyacağımızı belirtmiştik. Bu meydanlarda olanları yoldaş belledik. Bize oy verir vermez, bizimle hareket etmenize, kardeş olarak baktık."

Herhalde Demirtaş, New York mafyasıyla çalışan Sarıgül'e Gezi'deki kahramanları Sırrı Süreyya Önder'i bile satan bu yoldaşlara güvenip parti olarak seçime girmiyordur. Gezicilerin en yoldaşları bile HDP-CHP arasında tercih yapamaz kadar laiklikten malulken üstelik...
Bu arada galiba Demirtaş bir tek partili arkadaşlarıyla Dolmabahçe'de yan yana oturup açıklama yapan barış sürecindeki muhatabı AK Parti'lilere güvenmiyor. Mahallesinden geçmeyen CHP'ye "Akıllı olsalardı, bu sene AKP'yi yıkıp halk iktidarını kurmuştuk" diye sitemlerini de göndermişti geçen hafta.

Yine halk iktidarı!  Biri yanlışlıkla bir halk iktidarı falan kurmadan, normal bildiğimiz demokrasi içinde şu sorun çözülür herhalde.

22 yıl geç kaldık üstelik...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.