Öpüşmeden de barış olabilir

A -
A +
Sahillerde hazırlıklar hızla devam ediyor. Botlar şişirildi, dandik can yelekleri bir umut giyildi. Sabah erken saatler. Yeni Aylan bebekler kucaklarda. Tekne tıklım tıklım. Tutunmak için ellerinden ne gelirse yapacaklar. Başarabilirlerse de ver elini karşı yaka; Avrupa! Hayatta kalma mücadelesi hayata dair ne varsa her şeyi silip süpürüyor. Deniz suyu kopkoyu lacivert sabahın ilk ışıklarında. Acaba içlerinden “Tuzlu deniz suyuyla boğulmak nasıl bir şey?” diye geçiriyorlar mıdır?

Yanlarında olsa Amerikan televizyonlarının fenomeni “hayatta kalma uzmanı” olarak tanınan Bear Grylls’a bunu sorabilirlerdi. Çünkü o susuz kaldığında idrarını içtiğini açıklayarak büyük tartışmalara sebep oldu. Deniz suyu mu tuzludur yoksa idrar mı? Bu sorunun cevabını da verebilirdi.

Brian, Geçtiğimiz gün ABD BaşkanıBarack Obama’yı konuk etti Running Wild with Bear Grylls” adlı programında. Birlikte Alaska’nın buzul bölgesi çıkışı “Exit Glacier” a yürüdüler. Obama gürül gürül eriyen buzulların önünde iklim tehlikesine dikkat çekmek istiyordu, Brian da Obama’yı konuk etmenin keyfini çıkarıyordu. Başkana bir ayının parçaladığı somon balığından yemek yaptı, Huş ağacının yapraklarından çay demleyip ikram etti. Meğer Başkan da merak edermiş Brian’ın idrar meselesini. Brian ona anlattı hangi şartlarda hangi idrarın içileceğini. Obama da sonunda o beklenen açıklamasını yaptı:

“Savaş hâlinde ve zor doğa şartlarında ben de idrarımı içebilirim...”

Bu arada Cenevre masası da dağılıyordu Obama idrar itirafı yaparken. Çünkü Suriye’yi terk etmek üzere anlaştığı Rusya, Şam rejimine havadan destek vererek Halep’in Türkiye ile bağlantısını kesti ve ikmal yollarını kapattı. Hizbullah milisleri ve İran’ın devrim muhafızları muhalifleri bölgeden uzaklaştırdılar.

Yeni mülteciler kapıda. Hem de yüz binlercesi.

Artık sözün bitiği yerdeyiz.

Biz güvenli bölgeyi kuramadan Avrupa Birliği’ne üç otuza (3 milyar Euro) imza attık. Daha önce yazmasaydım burada tekrarlamazdım. Rakam bana ait değil, hükümet açıklıyor yapılan harcamanın 3 milyarın en az dört katı olduğunu.

İtalya’nın bile “gönülsüz” onayladığı 3 milyar Euro ile avunurken mültecileri ağırlamak ise yine bize düştü. Çünkü AB kendince işi garantiye aldı. Bu yılın sonunda vizesiz seyahat zokasıyla bizi bir süre daha idare etmeyi planlıyorlar. Bu arada kimi Avrupa ülkeleri iyice zıvanadan çıktı. AB Dönem Başkanı Hollanda İşçi Partisi (PvdA) lideri Diederik Samsom tarafından hazırlanan plan Hollanda’da benimsenmiş. Mültecileri gemilere bindirip Türkiye’ye göndereceklermiş. Almanya İçin Alternatif Partisi'nin Başkanı Frauke Petry, ise polisten yasa dışı yollarla ülkeye giren mültecileri vurmasını istedi.

Ne kadar da insanî. Kısa ve acısız ölüm!..

Nerede kalmıştık?

Evet, Cenevre. Herhalde bu masadan beklenen adil ve kalıcı bir çözüm için el sıkışmak. Ama görünürde en ufak bir işaret yok. Çünkü dünya, tarihin gelmiş geçmiş en basiretsiz ABD Başkanı ile baş başa.

Hep söylüyoruz. ABD’nin Irak’a girmemesi gerekiyordu, girdi. Çıkmaması gerekiyordu, çıktı. Sonuçta Orta Doğu Rusya-Şii ittifakına devredilmiş oldu. ABD Başkanı Bill Clintonolsaydı en azından Obama’dan farklı davranırdı.

13 Eylül 1993'te Beyaz Saray'da tarihi nitelikteki Oslo süreci başlamıştı. Clinton, aynı soydan, yani Sami ırkından gelen iki kanlı bıçaklı halkı barışa çekmeye çalışıyordu. İsrail Başbakanı İzak Rabin, Filistin lideri Yaser Arafat'ın elini sıkmaya güç bela razı edilmişti. Ama bir şartı vardı. ABD Başkanı Bill Clinton'a "Kesinlikle öpüşmek yok" dedi.

Rabin, Arafat'ın Arapların geleneksel samimiyet kurma biçimi olan öpüşmeye yelteneceğinden hayli kaygılıydı. Sonuçta Clinton’ın da önerisiyle sol eliyleArafat'ın sağ elini tutup iyice kavradı ve onun olası bir öpücük manevrasını engelledi.

Oslo Filistin özerk bölgesinin temelini attı. İsrail Gazze’nin yüzde 65’inden ve Batı Şeria’nın bir bölümünden çekildi ve bazı çekilme taahhütlerinde bulundu.

Arafat ilk kez Filistin topraklarına ayak bastı ve Filistin özerk yönetiminin başına geçti. Filistin de İsrail’in varolma hakkını tanıdı ve terörizmi sonlandırma sözü verdi.

Sonuçta öpüşmeden, el sıkışarak da barış sağlanabilmişti.

Bugünkü noktaya nasıl gelindi o vakit?

Barışın mimarlarından İzak Rabin ne tuhaftır ki 1995 yılında aşırı dinci bir Yahudi tarafından katledildi. Yaser Arafat da eşinin hâlâ suikast diye tanımladığı garip bir hastalıktan hayatını kaybetti.

Her ikisi de başarısı tartışılsa da barışın bedelini hayatlarıyla ödediler.

Bu bedeli ödeyecek liderleri ara ki bulasın artık.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.