İmar barışı ve 60 milyon “barbar, zorba ve ahlaksız” insan!

A -
A +
Mevcut bir olumsuzluğun sebeplerini sıralayıp eleştiride bulunmak hayattaki en konforlu muhalefet etme biçimlerinden biri.
Batılılar buna “Siyaseten doğruculuk” demişler. Aynı yöntemle problemin çözümü için ortaya konulan projeleri de bu rahatlıkla yerin dibine sokabilirsiniz. Kimse de size “Tamam anladık ama senin önerin ne?” diye sormaz.
Ayrı bir keyiftir anlayacağınız.
Hükûmet İMAR BARIŞI projesini ortaya attığından beri hem muhalefet cephesinden, hem de AK Parti’deki “Vicdanen rahatsız” AKP’lilerden zehir zemberek eleştiriler geliyor. “Barbarlığın zaferi” diyenini mi ararsınız, “Ahlaksızlara prim veriliyor” diye ağız dolusu hakaret edenleri mi? Gırla gidiyor.
Deniliyor ki;
“Suç işlemeyi âdet hâline getirenleri sürekli affettiğinizde problemler baş edilemez noktaya geliyor. Nasılsa devlet bir gün kaçak yapıları affeder diye düşünenleri haklı çıkarırsanız kaçak yapının sonu gelmez. Yasalara uyan vatandaş aleyhine eşitsizlik meydana getiremezsin. İyi vatandaşlar da kötülerin affedildiğini gördüğünde yasalara uymayı bırakırlar.”
Yukarıdaki eleştirinin tamamı doğru.
 
ELEŞTİRDİN ANLADIK AMA SENİN ÇÖZÜM ÖNERİN NE?
Evet, doğru ama öte yandan bu doğru, Türkiye’deki yapıların yüzde 60’ının kaçak, devletle davalık ve problemli olduğu, bu çarpıklığın şehircilik ilkelerine uygun olarak giderilmesine imkân sağlanmaması durumunda önümüzdeki yıllarda mevcut sorunun çığ gibi altında kalacağımız gerçeğini değiştirmiyor.
Bu durumda geriye koskoca bir soru kalıyor:
O hâlde senin çözüm önerin ne?
1-Türkiye’deki toplam konutların yüzde 60’ı olan kaçak yapıları yıkmak mı?
2-Bu konutların sahiplerini ağır cezalara çarptırarak süründürmek mi?
Önce bir tarihsel sürece bakalım.
 
AK PARTİ’YE KALAN MİRASIN KISA GEÇMİŞİ
Türkiye’deki konutların yüzde 60’ının kaçak ve devletle davalık olmasının geçmişi 1950’lere dayanıyor. Misal İstanbul gerçeği.
Köyden kente göçle o yıllarda. Kuzum İstanbul burjuvazisi poposunu kaldırıp Anadolu’da yatırım yapmak yerine Boğaziçi’ndeki yalısına en yakın yerlerde (Haliç kıyıları örneğin) fabrikalar kurunca tüm Anadolu, İstanbul’a gelmeye başladı. İş adamının tuzu kuru tabii. Yatırım yapan fabrikatör Hulusi Bey işçinin nerede barınacağını düşünür mü? Ne yapıp edip sabah 07.00 vardiyasında kartını bassın yeter ona.
İstanbul’da geçmiş yıllarda TOKİ mi var? Olsa bile para verip alacak kimse de yok. Fabrikalara giren işçiler de ne yaptılar? İş yerlerine en yakın yerlerde hazine arazilerini tek tek işgal edip gecekondu mahalleleri oluşturdular. Haliç ve Boğaz sırtlarında, Topkapı civarında, Ümraniye’de, Bağcılar’da ve adını sayamayacağım pek çok yerde kaçak yapılar pıtırak gibi türedi.
Sonra bu gecekondular yavaş yavaş kaçak apartmanlara dönüşmeye başladı. Devletle savaşarak 1 Mayıs mahallesini kuran “devrimciler”in hepsi apartman sahibi olup rantiyeye dönüştüler.
 
GECEKONDUCULUK BÖYLE ÖZENDİRİLDİ
Bedrettin Dalan belediye başkanlığı döneminde bu bölgelerden biri olan 200 bin nüfuslu Sultanbeyli’ye yıllarca su, yol ve elektrik hizmeti vermedi de ne oldu? Engelleyemedi. Yalnızca İstanbul bir salgın hastalık riskiyle karşı karşıya kaldı. Nurettin Sözen bir sonraki seçimi kazanınca bu abukluğu bitirdi ama o da şöyle dedi:
“Devlet vatandaşın konut ihtiyacını karşılayamıyorsa vatandaş kendi karşılar. Bu yüzden gecekondu yapımına karşı değilim. Anayasal haktır”
Sözen döneminde de yüz binlerce gecekondu ve kaçak yapı inşa edildi. Göstermelik yıkmaya kalkışıldığında da “solcu” medya kıyameti kopardı.
Daha sonraki yıllarda bu bölgelerdeki konutlara “Tapu tahsis belgesi” verdi. Bu da çare olmadı. Zira deprem kuşağının tam üstünde oturan İstanbul’daki bu evler kırmızı alarm veriyordu.
Geçmişin bu mirası AK Parti hükûmetinin boynuna kaldı.
 
AK PARTİ REDDİMİRAS MI YAPACAKTI?
AK Parti belediyeciliği zaman zaman şehir planlamacılığına aykırı düşen bazı uygulamaları nedeniyle çok eleştirildi ama gecekondu yapımını tamamen durdurup engelledi. Bunu da sürekli olarak havadan (uydu haritalarıyla) gözetlemeyle sıkı denetime aldı. TOKİ devreye girdiği için vatandaşlar ucuza konut sahibi oldular. Lakin deprem riski taşıyan ve yasal olmayan bu konutların yasal statüye kavuşturulması gerekiyordu. Çünkü yasal denetimle birlikte kat mülkiyetine kavuşan bu konutlar depreme dayanıklı hâle getirilmeli ya da yeniden inşa edilmeliydi.
İşte İMAR BARIŞI denen mesele bu.
Yüzde 60 oranındaki konutun sahipleri ederinin yüzde 3’ü oranında bir bedel ödeyerek yasal statüye kavuşacak, ardından da elde edilen gelirle kentsel dönüşüme kaynak aktarılarak bu paranın vatandaşa geri dönüşü sağlanacak.
Bu yapılmazsa eğer, yukarıda sıralanan siyaseten doğru gerekçelerin arkasına sığınarak “Yasalara uyan vatandaşlarımız aleyhine eşitsizlik olmasın” dersek yüzde 60 oranındaki konutu yıkabilecek, ceza yağdıracak bir babayiğit var mı?
Yani Türkiye’deki yaklaşık 60 milyon kişiden söz ediyoruz.
Yapılan iş son derece doğru ve çözüm üreticidir.
Burada sadece şu uyarılar yapılabilir:
1-Orman içine yapılan konutlarla imar barışı olmaz.
2-Vatandaş, konutunu ancak devletin, belediyelerin belirlediği imar yasaları çerçevesi içinde yıkıp yeniden yapabilir ya da onarabilir.
Kısaca muhalif siyasetçiler ve kalemler Türkiye’deki 15 milyon 600 bin konutun sahibine ve bu evlerde yaşayan 60 milyon insana BARBAR, ZORBA ve AHLAKSIZ diye hakaret ederek, bu ağır sözleri sarf ederek bir yere varamaz.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.