Acı, uzak iklimlerin kokusu gibidir...

A -
A +
 'Okuma tembelliği' Ren Nehri'nin ötesine geçti desek, mesela? 
Pekâlâ. Bu sefer sizi cevabı zor olan sorularla muhatap etmeyeceğim.
İkinci Dünya Savaşı'nın o kaldırılamaz yükünü taşıyamayan, yükünü bir yere boşaltmak isteyip de bir türlü boşaltacak yer bulamayan kaçak kum taşıyan kamyonlar gibiyiz. Okumak istiyoruz ama bir türlü okuyamıyoruz. İkinci-üçüncü bir lisan öğrenmek istiyoruz ama sebat etmiyoruz. Televizyona çıkan uzmanların-profesörlerin bir konu hakkında uzun uzun doyurucu beyanatlarda bulunmasına hayret ediyoruz değil mi? Bu bilgileri nereden edindiklerini akıl ediyoruz ama bir türlü bunların -en azından- okuma ile araştırma ile ele geçirilebileceğini bir türlü düşünemiyoruz. Nedense?..
Çok güzel bir söz vardır: "Diken tarlasından geçmeden murad gülüne kavuşulamaz" diye... Hele bir izin verin, diken batıversin bir yerlerinize. 
Yük dedim de Borchert'in 'Kapıların Dışında' eserinden bahsetmek istiyorum sizlere... Wolfgang Borchert, II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan, şehirlerin yıkılması, ailelerin dağılması ve savaş travmalarıyla şekillenmiş bir edebiyat türü olan ‘Yıkım Edebiyatı'nın en tanınmış yazarlarından biridir. Ve onun en bilindik tiyatro eseri de “Kapıların Dışında” oyunudur. Bu tiyatro eseri, İkinci Dünya Savaşı sonrası kapı kapı dolaşan bir Alman askerini anlatır. Kendini Ren Nehri'nin kıyısında uzanmış -acayip- bir şekilde bulur. 
Hep yaşamışızdır değil mi kapıların dışında kalma korkusunu? Bir itilmişlik; dışlanmışlık, görmezden gelinmiş olma korkusu...
Wolfgang Borchert'in bu eseri, melodram olmasına rağmen aslında bir 'acı' olarak karşımıza çıkar. Ya da ben yolu oraya çıkarmak istiyorum. Bir asker düşünün; dalgıç gözlüğü takıp kapı kapı dolaşan. Komik ama bir o kadar da acı dolu!..
Acı denince hatırıma nedense -geniş anlamda kullanıyorum- aşk gelir. Aşk'ta acı varsa tadı olabilir. Aşk değil midir ki kavuşamamadır, özlemdir. Meşke ulaşmamak için dikenli bir tarladır... Bizler için bu belki bir sestir; belki bir kokudur; belki bir hayaldir ama kesinlikle bir ''acı''dır. Eğer âşık olmak istiyorsanız acı çekmeyi de göze almak zorundasınız. 
Eğer acı duyuyorsanız, sizi hayata bağlayan bir şey var demektir. 
"Acı, uzak iklimlerin kokusu gibidir..." Öyle der; Fransız şair Baudelaire de... Kokusundan bahseder acının. Ancak ben bahsedemeyeceğim. Hem Fransızcamın olmayışı, hem de şiiri tam hatırlayamadığımdan dolayı. Fakat siz okumak isterseniz Fransızcayı -çok iyi- bilmelisiniz. Toltstoy'u okumak isterseniz Rusçayı -çok iyi- bilmelisiniz. Yahut -benim gibi- kolayını seçip çevirisini okumalısınız.
Shakespeare'in eserlerinin evrensel olduğu söylenir. Ama nedense çevirilerde -iyi bir çevirmen değilse- bölgesel yargılara kadar iniliyor. Onu için 'acı' her dilde farklıdır. Çeviriler aynı tadı vermez çünkü. Çevirmen, o kitabı bire bir çeviremez. Ancak kitaptan anladığını yorumlayarak aktarır kendi diline. Dilinizin belli noktalarında mayhoşluğunu hissedersiniz. Mesela Can Yücel'in çevirileri öyle tatlıdır ki okumaya doyamazsınız. Düşünsenize, bire bir çeviri tadında ama sizin dilinizde... 
Ne diyorduk? Evet... Okuma tembelliği değil mi? 
Velhasıl-ı kelâm... Despot için özgürlüğün, savaşçı için barışın yabancı olduğuna göre, size tek tavsiyem şu olur: Hayatın akışına ve oluşumlarına "Fransız" kalmayalım lütfen.  Bir gün kendimizi Ren Nehri'nin kıyısında dalgıç gözlüğüyle bulmamak için…
           ***
Kelâm-ı kibar: İlimden bir mesele öğrenmek, bütün varlığı ile dünyadan hayırlıdır...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.