DEĞERLERİN KURT YENİĞİ

A -
A +
Kaç yaşımda olduğumu hatırlamıyorum ama küçücüktüm. Babam yürürken yeninden tutarak kendisine yetişmeye çalışıyordum. Bu sırada babamın "Şol cennetin ırmakları, akar Allah deyu deyu/Çıkmış İslâm bülbülleri öter Allah deyu deyu!" diye mırıldandığını bugün gibi hatırlıyorum.
Bu sesler, asırlar ve asırlar süresince nesillerin mürebbiyesi, dadısı oldu. Yunus Emre, Eşrefoğlu Rumi, Hacı Bayramı Veli, Aziz Mahmud Hudâî, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi onlarca Allah sevdalısı hazret, yalnızca hayatlarıyla, nasihatleriyle cemiyete ışık tutmakla kalmamış, dupduru Türkçeleriyle kaleme aldıkları mısralarıyla da gönüllerde Allah aşkını, Peygamber muhabbetini tutuşturmuşlardı. Bu altın mısralar, daha sonra sesin ahengiyle buluşarak ilahileşip kalbleri nurlandırmaya koyulmuştu.
"Şol cennetin ırmakları" tanıştığım ilk ilahiydi. Bunu daha sonra "Sordum sarı çiçeğe annen-baban var mıdır/Çiçek eydür derviş baba annem-babam topraktır?" takip edecekti. Gelecek vakitlerde de diğerleri.
O müberek velilerin, o mübarek sözleri şimdilerde pop müziği denli sahne gösterisine dönüştü...
Eskiden ramazan ayı gelmeden günler öncesinde evler hazırlanırdı. Erzak tedarik edilir, her yer yunar-yıkanırdı. Hatırı yüksek bir misafir karşılanırcasına olağanüstü bir iklime girilmiş olurdu. Bayram öncelerinde de öyle. Sadece ev halkı değil, çevredeki muhtaçlar da düşünülürdü. Dulu, yetimi, öksüzü, fakiri sevindirmek ayrı bir lezzet, ayrıca bir ibadetti. Şimdilerde en yakınlarla bile mesafeler öylesine açıldı ki kimsenin kimseyi gördüğü yok.
Bizim hayatımızda misafirin yeri apayrı değerliydi. Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselam- misafire hizmet ve hürmet etmeyi övmüşlerdi. "Misafir on rızkıyla gelir, birini yer, onunu bırakır" demişlerdi. Misafir, bereket demekti. Misafir, en layık şekilde ağırlanır, evi bir neş'e ve huzur kaplar, artan yemekler çöpe dökülmez, "mü'minin artığı şifadır" Peygamber haberi gereği saklanır ve sonra tüketilirdi.
Şimdilerde evler büyüdü, gönüller küçüldü. Yetişen çocuk ve gençler misafir karşılama ağırlama-uğurlama güzelliklerinden mahrum kalır oldular. Halbuki ne lüks bir otel yuvadır, ne en pahalı lokanta "Allah, ne verdiyse" yenilen mütevazı fakat bereketli sofra.
Eskiden Cuma günlerine erken hazırlanma vardı. Boy abdesti alınır. Kıyafetler değiştirilir. Dudaklarda salevatlarla, güzel kokularla ulu mâbedlerin yolu tutulurdu. Şimdilerde camie gitmek vergi dairesine gidip borç ödemeye benzer bir  şeklî hâl aldı. Vaiz efendi kürsüde gırtlak paralarken huşudan uzak şekilde oturmuş bir kısım mü'minler, cep telefonlarıyla meşgul olmaktalar.
Bir zamanlar bu topraklarda ezanlar vardı. İnsan sesinin olanca rengiyle, olanca tesiriyle müezzin efendiler tarafından şerefelerde okunur, müminler hafif seslerle onlara eşlik ederler, ezan bitiminde de "şefaat ya Resulallah" diyerek Sevgiliye iltica ederlerdi. Şimdilerde şerefelerde ezan değil, hoparlörler var. Onların sert sesleri var. Minareler gerçek ezandan mahrum.
Eskiden tesettür vardı. Hanımlar devrine, âdetine, çevreye göre hanım gibi örtünürlerdi. İslâmın hayâ timsali bu hanımefendilere saygılı olmamak kabil değildi. Ülkemizde bir dönem açılma ve örtülme süreçleri yaşandı. Tesettür bir mücadele mevzuu oldu. Başörtüsü için, tesettür için nefes ve mürekkep tüketen çok kimse, şimdilerde  hayal kırıklıkları içinde. Bir kısım tesettürlü gençler, tesettürün hiç bir edeb tarafına aldırmadan alabildiğine serbest ve ölçüsüz tavırlarla kendilerini gösterme, varlıklarını isbat duyguları içindeler.
İlahiler müziğe, iftarlar israfa, tesettür defileye, bayramlar tatile döndü.
Şerefeler müezzinsiz, namazlar özensiz, zekâtlar dikkatsiz kaldı.
Komşuluklar can çekişmekte.
Akrabalıklar yara alıyor.
Değişim, dönüşüm, şehirleşme, zenginleşme tamam. Olsun, olmalı. Ve fakat kendimiz olarak, kendimiz kalarak, vakarımızdan, biz olmaktan, mazimizden, hâlimizden, örfümüzken kopmadan, savrulmadan. Değişim, tekâmül başkadır, başkalaşmak başka. Çağdaşlaşmayla melezleşme karıştırılmamalı.
Şimdilerde sonradan görmüşlük, görgüsüzlük, kabalık, her yanı sardı. Şehir hayatımızda sıcak mahallelerin yerini göğe çekilmiş oklar aldı. Bugün belki herkesin her şeyi var ama bize kendimizi gösteren aynalarımız yok.
Şu dediklerimizin adı "nefs muhasebesi"dir.
"Öz eleştiri" de denir.
Ramazan, namaz, cuma, bayram, zekat... bunun içindir. Hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekmeye kapı aralamak için.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.