AKADEMİK CEHALET

A -
A +
Eskiden tahsil durumu sorulurken ilgili kişi okuma-yazma bilmiyorsa yoklama yapan memur, onu kayda "cahil" diye geçirtirdi...
Hâlbuki öyle insanlar vardır ki okuma-yazma bilmez yahut ilkokul, ortaokul veya lise mezunudur ama bunlar, hayattaki muvaffakiyetleriyle edebiyat, fikir, iş dünyasına kalıcı imzalar atmışlardır.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Mısır valimizdi. Okuma yazma bilmezdi lakin cahil değildi. Aldığı tedbirlerle Mısır'ı kalkındırdı. Vehhabilerle mücadele etti. Maalesef İstanbul'a da başkaldırdı. Kurduğu orduyla ordumuzu yenip Kütahya önlerine kadar geldi. Sadaret, Moskova'dan yardım istemek zorunda kaldı.
Bugünden de misaller vermek mümkün:
Sakıp Sabancı lise mezunuydu. Ahmet Nazif Zorlu, ortaokul, Ahmet Çalık lise mezunudur. Peyami Safa ilkokul, Kemal Tahir, ortaokul, Necip Fazıl, Tarık Buğra lise mezunlarıydı. Bu listeler uzayıp gidebilir...
Günümüzde okuma yazma bilmeyen yok denecek kadar azalmıştır. Okuma-yazma bilen çoğaldığı gibi lisansüstü eğitim ve doktora yapmış insan sayısı da arttı. Yabancı dilde de durum böyle. Artık üniversitelerimiz yüzlü rakkamlarla, akademisyenlerimiz on binli rakkamlarla ifade edilmekte.
Ne var ki bu, mes'elenin kemiyyet tarafıdır. Çok seneler önce bir arkadaşım anlatmıştı. Bir arkadaşıyla birlikte evlerinde üniversite imtihanına çalışıyorlarmış. Anneciği de onlara çay, pasta-çörek ikramı yapıyormuş. Bu annecik, bir ara gençlerin sözlerine karışarak şu öğüdü vermiş:
-Oğlum, birbirinize "bey" deyin; siz, birbirinize "bey" demezseniz; kimse size "bey" demez!
Bu değerli sözü söyleyen o hanım, büyük ihtimalle okuma-yazma bilmiyordu. Ama görüldüğü gibi söz ârifâne. Derdimiz de burada başlıyor. Son bir asırdır, âriflerimize diploma, aydınlarımıza irfan veremedik.
Dünkü "cahil" denenlerin yerini doktor, doçent, profesör, milletvekili, TV yorumcusu aldı. Konuşup millete "Kanaat önderi" olması gerekenler kara cehalet içindeler. Tabii ki bu yazının çerçevesine girmeyen kıymetleri tenzih ediyoruz. Ancak bu perişanlığa bir neşter vurulması gerekmekteydi.
Ne okul sayısı, ne eğitim süresi ve ne de diploma tek başına bir milletin istikbalini kurtaramaz. Felaket, mefhum ve kelimelerin ölmesiyle başladı. Bir zamanlar ârif, havas, münevver denen kavramlar vardı. Bunların hepsi dil ırkçılığı uğruna tek başına "aydın" kelimesiyle karşılanmaya çalışıldı. Sonra aydın da geçilerek  entelektüel dendi ama etiket muhtevayı kurtaramadı.
1934'e kadar üniversitenin adı "Dar'ül Fünun" idi. fakültelere medrese, profesörlere müderris denirdi. Hepsi tersine çevrildi. Sanıldı ki darülfünuna üniversite, medreseye fakülte, müderrise profesör, talebeye öğrenci, muallim öğretmen... dediğimizde ilimde dünyada kimse bileğimizi bükemez. Heyhat ki öyle olmadı. Maziye dair ne varsa onlardan utanıldığından Frenkçe rağbete binmişti. Bilindiği gibi Mustafa Kemal'le alakalı her şey paylaşıldığı hâlde İstanbul Darülfünunun kendisine "fahri müderrislik beratı" vermesi asla dile gelmedi.   
Birine "bey" dendiğinde veya "hanımefendi" dendiğinde söze muhatap olanın ona layık olması gerektiği gibi unvan sahiplerinin de bu unvanların içini doldurmaları, o derecenin emrettiği muhtevaya sahip olmaları gerekir.
Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder derler.
Bunun gibi yarım akademisyen de doğrulardan eder.
Akademisyen veya kanaat önderinin fikir namus ve haysiyetine sahip olması şarttır. Yaranma ve alçalma ile akademik şeref ve kanaat önderi şerefi bağdaşamaz. Son bir asırdaki dalkavuk sayısı 5 bin yıllık tarihimizde hiç olmadığı kadar fazladır. Bugün sadece aydın yabancılaşması değil, aydın seviyesizliği derdimiz de var.
Geçen akşam, tarihçi bir Prof’un yaptığı konuşmadaki seviye düşüklüğüne daha fazla dayanamayarak TV’yi kapattım. Hakiki tarihçinin birilerine yaranmak için münasebetli-münasebetsiz methiye dizmek diye bir derdi olamaz. Fikir ıstırabı olan bir tarihçi, her ne pahasına olursa olsun hakikati söyleme cesaretini gösterir. Tarih Prof’u unvanlı bu gibi şahısların köpürttükleri sarı saçlı, mavi gözlü, aslan yeleli vari laflar, zaten ortaokul inkılap derslerinde fazlasıyla mevcut. Yeni bir şey söyleme iktidarında olamayan, resmî tarih çarpıtmalarını düzeltmeye gücü yetmeyen bir tarih akademisyeni ekrana çıkmamalıdır. 
Kifayetsiz, sığ ve beleş fikirlerle malul akademisyenlerin talebelerine acıyorum.
Bunlar, şiirlerinin altına bile akademik unvanlarını koyacak kadar boş insanlardır.
Ne konuşmayı bilirler, ne konuştuklarının içini doldurabilirler.
Övme ve yermeyi aşamazlar.
Sığ laflar edip dururlar.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.