Derbeder felsefeci Sakallı Celal

A -
A +

"Her gördüğün sakallıyı baban mı sandın" diyenler herhalde Celal'den söz ediyor olmalılar. Celâl, mutiliği ile tanınan babalarımıza inat aykırı olmaya çabalar, hakim zümre tarafından korunup kollanmasına rağmen sisteme savaş açar. Sakallı Celal, Bahriye Nazırı Hüseyin Hüsnü Paşanın oğludur ve diğer paşazadeler gibi dadılar mürebbiyeler elinde yetişir. O kadar ki Türkçe'den evvel Fransızca öğrenir. İyi de bir eğitim alır, Galatasaray Sultanisini dereceyle bitirir. Ancak tersi terstir, isyankârdır, derbederdir. Bir ara memurluğa niyetlenir. Ankara Lisesinde Müdürlük yaparken mektebin lağımı tıkanır. Bakanlığa bildirir ama "idare et" cevabı gelir. Bunun üzerine tulumu giyer, kolları sıvayıp tamirata başlar. Tam bu sırada müfettişler gelmesin mi? Adamlar sanki suç üstünde yakalamış gibi Bakan'a koşarlar. Sayın Bakan çok kızar, "Cumhuriyet müdürü tulumla lağıma mı girer" diye fırça atar. Sakallı savunmasına "Lağım patladığını haber verdim 'idare et' dediniz. Ben idareciliğin necasete oturmak olduğunu sizden öğrendim. Tuluma gelince, çukura setreyle girecek değildim ya" yazar. Kaybedecek neyi var? O günlerde hızlı bir değişim yaşanmaktadır. Bir zamanlar sakalsızlara bıyıksızlara "ecnebi" gözüyle bakanlar, sabah akşam berber kovalar, dolgun yanaklarını pudra ve pomatlarla parlatırlar. Celâl de mevki kaygısıyla değişenlerin aksine saçını sakalına katar. Marks gibi dolandığı yetmez gibi devlet erkânına "burjuva kalıplarına tıkılan maskaralar, gülünç oluyorsunuz" diye laf atar. Ağzına geldiği gibi konuşur, başını derde sokmaktan korkmaz. Bir ara polisler üzerinde tabanca yakalar ve kimlik sorarlar. Sorarlar ama Celal'de kimlik ne arar? Polis, "sen kimsin, necisin" diye sıkıştırınca "ben Japonum" diye kafa yapar. -Ama Türkçe konuşuyorsun? / -Ben, Türkçe bilen Japonum. / -Peki, bu silahla ne yapacaksın? / -Polisleri vuracağım. / -Niçin? / -Düzenin devamı için. Dün hilafeti savunuyordunuz, bugün Cumhuriyeti. Yarın kime yamanacağınızı nerden bilmeli? Arkası sağlam olunca Celâl birkaç kez komünizm propagandası yapmaktan tutuklanır, lâkin CHP Genel Sekreteri Recep Peker tarafından arkalandığı için içerde tutamazlar. Hoş, yeri gelsin gelmesin, her sözü Bolşeviklere çıkarır, komşudaki ihtilalcilerden çok şey umar. Hatta pılısını pırtısını toplar Rusya'ya kaçar ama aradığını (ne arıyorsa) orada da bulamaz. Alıştığı gibi konuşunca onu fena hırpalar ve yaka paça sınır dışı yaparlar. Celal üretmez, çalışmaz kimseye hayrı dokunmaz. Arabaya binmez, tramvay beklemez, parayla pulla işi olmaz. Gemilere daima biletsiz dalar, onu çabucak yakalar eline süpürgeyi sıkıştırırlar. Frenk seyyahları La Martin'in eserlerini orijinalinden (ve ezbere) okuyan bir çımacıyla karşılaşınca çok şaşırırlar. Yapı Kredi Bankası'nın kurucusu Kazım Taşkent, Celâl'e sahip çıkar, ona Kuledibi'nde bir oda açar. Herkes kanarya beslerken o fareleri ağırlar, hatta onlar için minyatür bir lunapark hazırlar. Perhiz, turşu, lahana... Celal şarapçılar gibi dolanır, asla yıkanmaz, suya sabuna dokunmaz. Sıçanlarla iç içe yaşamasına rağmen mikrop fobisini aşamaz. Kokudan yanına yaklaşılmaz ama eldivensiz bir şeye dokunmaz. Kimsenin elini sıkmaz, kapıları tekmeyle, perdeleri bastonla açar. Kedi köpeğe bayılır ama onları gazete kağıdına sararak okşar. Elbiselerini lime lime oluncaya kadar kullanır, yağ bağlayınca çıkarıp çöpe atar. Gelgelelim davetlerde bile çatalı bıçağı alkollü pamukla siler, üstelik bunu evsahibinin gözüne baka baka yapar. Yanında devamlı bir valiz taşır. İçinden sefertasları, çalar saatler, tarihi geçmiş gazeteler ve Fransızca kitaplar çıkar. Kâh Namık İsmail'in atölyesinde ressamlık, kâh Siret Dosdoğru'nun muayenehanesinde diş hekimliği yapmaya kalkar. İşçi ücretlerinin düşüklüğünü protesto için smokinle çöp toplar. Bir gün sünepeliği ile tanınan dostuna "çivi gibi adamdır" der. Etrafındakiler "hadi canım sen de" gibi bakınca açıklama yapar. "İnanın çivi gibidir, kafasına vurmazsanız işe yaramaz. " Celâl zaman zaman saçmalasa da bazen "cuk" diye oturan değerlendirmeler yapar. Mesela Türk aydını için "Doğuya doğru giden gemide, arkaya koşup, Batıya gittiğini sanan ahmaklar" demekten kaçınmaz. "Bizde bilgililer ilgisiz, ilgililer ise bilgisiz" diyerek taşı gediğine koyar. Susturabilene aşkolsun Tahsiliyle övünen bir monşer kılıklıya "evet" der, "cehaletin bu kadarı ancak tahsille mümkün olabilirdi." Yıllar sonra Mahir İz'le Kadıköy vapurunda karşılaşırlar. Mahir Bey sorar: "İşte beğenmediğin Osmanlı da gitti ama seni huzura ermiş göremedim. Neden hâlâ muhalifsin? -Tiyatroyu bilirsin. Gong çalar, perde açılır. Karyolada yatan bir hasta ve beyaz gömlekli bir doktor görürsün. Evet doktor hastanın nabzına bakar, reçete yazar ama bu bir oyundur. Adamlar rol yapar abi. Hani bizim "Yaşasın Cumhuriyet" diye bağırdığımız gibi... -Peki n'olacak bu memleketin hali? -Valla. Tanzimat ilan ettik olmadı, Meşrutiyet ilan ettik olmadı, Cumhuriyet ilan ettik yine olmadı. Sanırım "ciddiyet" ilan etmenin zamanı geldi. -Böyle konuşmaktan korkmuyor musun? -Zaten bu ülke konuşmaktan battı, varsın Celal de ondan batsın...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.