Hayatın anlamı sevgide gizlidir

A -
A +
Sunuş "BİN YILLAR BOYU AZİZ İSTANBUL" Kim olduğunu bilmesek de, yüzünü görmesek de birçoğumuz O'nun eserleriyle daha okul sıralarında tanıştık. Bu eser bazen Ulu Önder Atatürk'ün kara tahtanın üzerinden bize gülümseyen portresi oldu, bazen ders kitabımızın ikinci sayfasında bizi Ata'nın Gençliğe Hitabesi ile tanıştıran, sanki hitabeye ses veren el yazısı. Sonra büyüdük, gazete manşetlerinden, dergilerden okuduk O'nun sanat kokan yazısını. O'nun kaleminde harfler notalara, kelimeler seslere, cümleler şarkılara dönüşüyordu adeta... Geçen yıllar yüzündeki çizgileri derinleştirmiş belki, ama bilgeliğin duru, sade suyunu da içirmiş sanki... Gözlerinin içi gülüyor, etrafına ışık saçıyor. Gönül zengini büyük üstad, kaligraf ve ressam Ethem Çalışkan bu haftaki konuğum. Kendisiyle dolu dolu geçen yıllarının izinde Kadir Has Üniversitesi, Rezzan Has Müzesi'ndeki 9 Nisan'da başlayan ve 24 Nisan'da sona erecek olan "Bin Yıllar Boyu Aziz İstanbul" sergisinde, sanat ve hayat üzerine derin bir sohbete daldık ve işte bu satırlar döküldü sütunlarımıza... Ama öncelikle bu röportajda 60 yıllık dostları ki, (her iki taraftada birbirlerinin adı geçtiginde oluşan sevgi yumağını kalpten hissediyorsunuz) Sayın Çalışkan ile tanışmamda büyük emeği olan, "onunla mutlaka tanışmalısın" diyerek büyük bir heyecanla bu röportajı organize eden, sevgilerini desteklerini benden asla esirgemeyen, yanlarında kendimi, Ethem Bey'inde dedigi gibi, sanki Yunus'un modern yaşama uyarlanmış hoşgörü kokan dergahında gibi hissettigim Degerli Büyüklerim Suna ve Erdogan Tanaltay çiftine çok teşekkür ederim. Hayatın anlamı sevgide gizlidir

"İÇİMDEKİ İSTANBUL'U SERGİDE İFADE ETTİM" Kadir Has Üniversitesi, Rezzan Has Müzesi'ndeki 9 Nisan'da başlayan ve 24 Nisan'da sona erecek "Bin Yıllar Boyu Aziz İstanbul" sergisinde konuştuğumuz Ethem Çalışkan, "Sergi, Fatih'in Avni mahlasıyla yazdığı bir şiirinden, yani İstanbul'un fethinden, başlıyor, günümüz şiirine kadar uzanıyor. Sergiyi gezenlere içimdeki İstanbul'u; şiirle, resimle ve yazımla yaşatmak istedim" diyor... Söze hat sanatınızla başlasak ne dersiniz? - Ben bir çift öküze, koşulu kara sabanla çift sürerdim. Arpa buğday ekerdim, yaz gelince biçerdim orakla. Çift sürerken kara sabanın uzun çizgileri hattatların kağıt üzerine yazdıkları yazılar kadar düzgün, orakla biçtiğim ekinleri deste deste düzgün sıralardım aynı düzgün yazılmış harfler gibi. Toprakta kalan anız, aynı sararmış halı güzelliğinde, üzerinde altın başaklar uzun satırlarla ışıl ışıl, kocaman sarı sayfalar sanki... İSTANBUL'U SANATLA YAŞATTIM - Çok özel bir sergi olmuş. Siz Mersinlisiniz ama İstanbul'u ne güzel anlatmışsınız, yazının, resmin, rengin ahengiyle ne de güzel işlemişsiniz. - Evet, ben Mersinliyim. Memleketimi de çok severim ama İstanbul da bir başka şehir. Üniversite için İstanbul'a geldim. Geliş o geliş. Bugün bana bu sergiyi açtıran İstanbul'la tanışmamız da bu vesileyle oldu. O zamanki adıyla İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun oldum. İstanbul bir başka aşk. Ne güzel anlatmış şairler bin yıllar boyu İstanbul'u... Ayrıca İstanbul'un 2010 Kültür Başkenti seçilmesi, benim içimdeki yıllanmış İstanbul aşkını körükledi ve bu sergi çıktı ortaya. Bu serginin daha geniş bir halini "2010 İstanbul, Avrupa Kültür Başkenti" yürütme kuruluna proje olarak sundum, cevap bekliyorum. Usta şairlerimizin İstanbul için yazdığı pek çok şiiri seçtim ve onlara yazımla hayat vermeye çalıştım. Sergi, Fatih'in Avni mahlasıyla yazdığı bir şiirinden, yani İstanbul'un fethinden, başlıyor, günümüz şiirine kadar uzanıyor. Sergiyi gezenlere içimdeki İstanbul'u şiirle, resimle ve yazımla yaşatmak istedim. HER ŞİİR KENDİ İÇİNDE KIYMETLİ - Sizin en sevdiğiniz şiir hangisi ? - Böyle bir şey söyleyemem ki. Nasıl ayırayım. Bir şiire güzel dersem ötekinin nesi eksik. Haksızlık olur. O an hangi şiiri okuyorsam, güzel odur. Her biri kendi içinde çok kıymetlidir. Şimdi Yahya Kemal Beyatlı'yı, Necip Fazıl Kısakürek'i, Orhan Veli'yi nasıl kıyaslayayım. En son bayram namazını Süleymaniye Camii'nde kıldım, Yahya Kemal'in "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" şiirini yaşadım, başka bir yerde başka bir şairin mısralarını yakalayabilirsiniz. Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim İstanbul'un bugünkü halini görseydiler, acaba yine de bu kadar güzel şiirler yazabilirler miydi, ne dersiniz? - Burada farklı sergileriniz de olmuştu... - Evet. Bu dördüncü sergim. Benim her yıl ocak-şubat gibi sancılarım başlar. Hem yıl boyu hazırladıklarımdan seçtiklerim hem de yeni çalışmalarımla, mart-nisan gibi bu sancıların meyvesini verir, sergimi açarım. Bundan önce sırasıyla, Yunus Emre, Karacaoğlan ve Mevlana konulu sergiler açtım. Bu yılki sergimin adı da "Bin Yıllar Boyu Aziz İstanbul." GAZETECİLİKTEN EMEKLİ OLDUM - Resim ve yazı sanatıyla geçen bir ömür ve sizin bir gazetecilik geçmişiniz de var değil mi? - Evet tabi. 1954 senesinde öğrenciyken Yeni Sabah'ta başladım. Gazete bir fotoroman üzerine yazılacak yazılar için bir kaligraf arıyordu. O sırada yine Yeni Sabah gazetesine resimler çizen bir arkadaşım, Ayhan Erer, beni gazetenin yazı işleri müdürü Nihat Erman'la görüştürdü. Yapacağımız iş Charlette Bronte'in daha önce sinemaya da çekilen romanı Jane Eyre'nin fotoroman olarak gazetede yayımlanmasıydı. Ve bir ilk olacaktı. Fotoğraflar tıpkı film karesi gibi basılacak, anlatımları ve konuşmaları da ben yazacaktım. Birkaç örnek çalışma yaptım, beğenildi ve gazeteye adım atmış oldum. Sonra hafta sonu eklerinin manşetlerini de yazmaya başladım. Derken Zafer, Öncü, Akşam, Milliyet, Güneş, Hürriyet, Sabah'ta ve birçok dergide benzer işlerde çalıştım. Portreler çizdim. Olayların resimlerini çizdim. Bu arada Güneş Gazetesi için, Kur'an-ı Kerim'in Türkçesini yazdım. 1982 senesinde de Hürriyet'ten emekli oldum. - Okul kitaplarımızın ilk sayfalarındaki Gençliğe Hitabelerin yazımı ve fondaki Atatürk resmi çizimlerinin size ait olduğunu öğrenmek beni çok heyecanlandırdı. Sonra Anıtkabir çalışmalarınız... - Evet. Ders kitaplarındaki Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi ve İstiklal Marşı'nın yazımı ve Hitabe'de ve Nutuk'ta yer alan Atatürk portresi ve imzası bana aittir. O portreyi 1969'da çizdim ve en iyi Atatürk portresi seçildi. 2000 Yılında Atatürk'ün 1927'de mecliste okuduğu Büyük Nutukunu, el yazması olarak yazdım ve bu çalışmam Kültür Bakanlığı'nca anıt kitap olarak yayınlandı. Tarihteki Türk devletlerinin PTT tarafından bastırılan pullarını hazırladım. Ve daha pek çok afiş, şükran belgesi, diploma ve madalya çalışmaları yaptım. Anıtkabir çalışmaları öğrencilik yıllarıma dayanır. 1953 senesinde Emin Barın Hocamla beraber yaptık onları. Hocamın en büyük eserlerinde asistanı olarak çalışmanın onurunu taşıyorum. Mutluluktan uçtuğum yıllardı. Sayesinde yazılarım Anıtkabir'in duvarlarına işlendi. Atatürk'ün sözleri benim el yazımla ölümsüzleşmişti. Derken aynı sözleri pek çok kitap, dergi ve gazete için yazdım. Sergiler açtım. Bunları çizerken ne hissediyorsunuz dediniz ya... Birşey yapmak güzel bir duygu. Tarihteki bütün Türk devletleriyle beraber bu ülkenin vatandaşıyım. Bu tarih bizim, öyle bir mirastan besleniyoruz. Yani bir milletin kurtarıcısının sözleri sizin yazınızla kazınıyor duvarlara, anıtlara. Sizin yazınızla ölümsüzleşiyor. Çocuklar İstiklal Marşı'nı, Gençliğe Hitabe'yi sizin yazınızla tanıyor. Bu eşsiz bir duygu. Nasıl ki Münir Nurettin Selçuk, Yahya Kemal'in bir şiirini beğeniyor, ona beste yapıyor ve o şiir unutamadığımız bir şarkıya dönüşüyor, ses buluyorsa; ben de beğendiğim şiire yazımla ses veriyorum. Yani bu topraklarda malzeme de çok, hissedecek şey de... YETENEĞİ GÜZEL KULLANMAK - Dile kolay , dolu dolu geçen onca yıl. 81 yılın deneyimi içerisinde bize bir de hayatın anlamına dair bir şeyler söyleseniz? - Hayatın anlamı, hayatın size verdiklerine layık olmak, onları değerlendirmektir. Yaratan bana bir yetenek vermiş. Bunu kullanmalı, en iyi şekilde değerlendirmeliyim. Aksi, bana bu yeteneği verene ihanettir. Önemli olan yaşamak, yaşatmak. Asıl soru hayatın anlamı değil, sizin hayata anlam katıyor olup olmadığınızdır. Çalışmalarımın konusu herkese faydalı olduğunu düşündüğüm şeylerdir. Bir Mevlana, bir Yunus Emre söyledikleri her sözü bütün insanlık için söylemişler. Şimdi ben onların sözlerini kağıda döktükçe, onları yaşattığımı hissediyorum. Sanki şu an hepsi aramızdalar. - Peki ders veriyor musunuz? Gençler deneyimlerinizden mahrum kalmamalı diye düşünüyorum. - Elbette ders veriyorum. Fakat gazeteden emekli olduktan sonra kendime bir atölye açmadım. O yüzden evime gelebilirler. Gelenler de var. Beni yazarken görüyorlar, öğrenmek istiyorlar; ben de öğretiyorum. Ders ücreti soranlar oluyor. Ücret almıyorum. Üç derse gelenler var, bir yıl hatta üç-dört yıl devam edenler var. BEN SİZE, SİZ BAŞKASINA... - Nasıl yani hiç ücret ödemeden yıllarca ders mi alıyorlar? - Gayet tabii... Bir şey öğretmek için neden para isteyeyim ki? Onlara diyorum ki, şimdi ben size öğreteyim; sonra bir gün siz de birine öğretirsiniz, ödeşmiş oluruz. Bu işin ücreti budur. Sanat, ilim parayla öğretilmez. Bir şeyi verirseniz çoğalır, alırsanız değil. Hem benim işim öğretmek değil ki. Öğretmeyi meslek edinenler var. Öğretmenler var. Onlar alsınlar para. Buna bir sözüm yok. Ama ben para almıyorum. Zaten bu sanat benim mesleğim. Ben mesleğimden hayatımı idame ettirecek kadar kazanıyorum. Öğrenmek isteyenden gelecek para gelmeyiversin. Hem yarın, öbür gün, o derse gelen öğrencinin eli daralırsa... Parası olmadığı için gelmesin mi? Olmaz öyle şey. Biz böyle öğrendik, böyle de öğretiriz. Bir gün bir televizyon programında günümüzün de gözde yazarlarından biri "Ethem o kadar çalışıyorsun, adam olamadın" dedi. Ben onun ne demek istediğini anladım ve dedim ki; ben çalışmaktan para kazanmaya fırsat bulamadım. Para çalışarak kazanılmaz. Çalışarak sadece yaşayacak kadar para kazanabilirsiniz. Çalışmanın asıl karşılığını bıraktıklarınızdan, bu dünya için yaptıklarınızdan alırsınız. - Yani çalışmak mıdır bu işin özü? Son sözünüz nedir okurlarımıza? - Sevgi... Ben kağıdı, mürekkebi hepsinden önce, doğayı, kurdu, kuşu, baykuşu severim. Yol kenarlarında hiç farketmediğimiz, hatta basıp geçtiğimiz mine çiçeklerinin resimlerini çekip insanlara gösteririm. Çok beğenir, bu çiçekleri nereden bulduğumu sorarlar. Yol kenarlarında olduğunu duyunca da şaşırırlar. Önemli olan görmesini bilmek. Doğayı, canlıyı, insanı sevmeden hiçbir işte muvaffak olamayız. Yunus Emre'nin dediği, yaratılan her şeyi sevmek lazım yaradandan ötürü... Hayatın anlamı sevgide gizlidir

55 YIL ÖNCE GAZETECİLİĞE BAŞLADI 1954 senesinde öğrenciyken ilk olarak Yeni Sabah'ta çizmeye başlayan Ethem Çalışkan, "Gazete, bir fotoroman için kaligraf arıyordu. O sırada arkadaşım, beni gazetenin yazı işleri müdürüyle görüştürdü. Yapacağımız iş, Charlette Bronte'in daha önce sinemaya da çekilen romanı Jane Eyre'nin fotoroman olarak gazetede yayımlanmasıydı. Ve bir ilk olacaktı. Birkaç örnek çalışma yaptım, beğenildi ve gazeteye adım atmış oldum.." HATIRALAR... "Kültür Bakanlığı Mimar Sinan'ın 400. yılı anısına 4 tane afiş hazırlamamı istemişti. Tamam dedim, işe başladım. Levent'te, basın sitesinde çatı katlı bir dairede oturuyordum. Bir de kedi vardı. Apartmanda yaşıyor, dairelere de girip çıkıyordu. Neyse, ben günlerce uğraştım, afişleri bitirdim. Kurusunlar diye de çatı katına çıkarıp serdim. Meğer kedi de oradaymış ve bu afişlerin üzerine doğum yapmış. Ertesi gün Genel Müdür Mehmet Bey aradı, afişleri sordu. Şimdi nasıl anlatılır bu? Çaresiz, durumu açıkladım, ama onca emek de boşa gitti. Tabii iş karşılığı bana ödeyecekleri parayı da alamadım. O hayal kırıklığıyla çatıda bir noktaya daldı gözlerim. Elimi öylesine cebime attım, bir 10 lira geldi elime. Ve gözlerimi diktiğim tavana şöyle yazdım; "Ne param var ne pulum; ben de böyle bir kulum!" Sonra 1980 yılında Maliye Bakanlığı anıt paralar için bir yarışma açtı ve benim desenlerim darphane tarafından altın ve gümüş olarak basılmak için layık görüldü, basıldı. Oldu mu şimdi param... Geldik 1984 senesine, PTT Genel Müdürlüğü'ünden bir telefon... "Ethem Bey; Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren, Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldızın, 16 Türk devletinin pullara işlenmesini ve basılmasını istiyor." Hay hay dedim. Görüştük. Bu çalışmalar da itibar gördü ve pullarım da basıldı. Dedim ki artık hem param var, hem pulum. Gittim, seneler önce tavana yazdığım yazının altına şunu ekledim; "Hem param var, hem pulum; gene böyle bir kulum!" Not: Ethem Çalışkan ile ilgili merak ettiğiniz burada benim aktaramadıklarım içinde Erdoğan Tanaltay'ın "Sanata Su Verenler" kitabını okumanızı tavsiye ederim.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.