‘Cumhuriyet değerleri', ‘muhafazakâr değerler', güme giden değerler

A -
A +
Kabul edelim ki insan ruhunun, barış ve huzurdansa çatışma ve kargaşayı daha cazip bulan karanlık bir tarafı var.
Onun dünyasını yansıtan medyanın, bu ikililerden ikincisine daha çok meyletmesi, zannedildiği gibi "medyanın doğası"ndan çok insanın doğasıyla ilgili bir durum...
Mezhebî, dinî, millî çatışmaların bir kez başladıktan sonra, rasyonel ölçülerle açıklanamayacak bir hızla alevlenmesini, insanın karanlık yanının girişte özetlemeye çalıştığım vechesini hesaba katmadan anlayabilir miyiz?
Çatışma hâlinde, çatışan değerler ön plana çıkar; onların dışında kalan bütün değerler hükümsüzleşir ya da hayatlarımızdaki anlamları geri plana düşer.
Toplumların ancak "çatışma" sözcüğüyle açıklanabilecek ölçüde kutuplaşmaları da benzer sonuçlar üretir.
***
Türkiye çok uzun bir zamandır "cumhuriyet değerleri" ile "muhafazakâr değerler"in çarpıştığı bir sahne... Böyle bir sahnede, bu "değerler" parlarken, kadim insani değerlerin geri plana düşüp sönümlenmesi kaçınılmaz.
Çünkü böyle bir sahnede saflaşma kaçınılmaz olarak "başörtüsü laiklik karşıtı simgedir, cumhuriyet değerlerine aykırıdır"cılarla, "kadınlar ve erkeklerin evlilik olmadan aynı evi paylaşmaları ahlaksızlıktır, muhafazakâr değerlere aykırıdır"cılar arasında gerçekleşecektir...
Her iki "saf"ta da iyi yüreklilerle kötüler, dürüstlerle sahtekârlar, bencillerle diğerkâmlar, katil ruhlularla karınca ezmezler vardır ama bu türden çatışmalı, kutuplaşmış politik ortamlarda bunların hiçbir önemi yoktur; hiç kimse kendi "saf"ındaki kötüleri, sahtekârları, bencilleri, katil ruhluları sorgulamaz. Muhafazakâr değerlere mi bağlısın, cumhuriyet değerlerine mi, budur önemli olan...
Biz harıl harıl "cumhuriyet değerleri" ile "muhafazakâr değerler"i çarpıştırırken, kadim insani değerlerimizin esamisi bile okunmuyor ve bu bizi hiç rahatsız etmiyor.
***
Çok sevdiğim psikiyatrist-yazar Kemal Sayar eski bir makalesinde, ütopik de olsa beni çok heyecanlandıran bir öneride bulunmuştu: "Haram lokma yemeyenler koalisyonu..."
Makalede Sayar, insanlar arası ittifakların kadim insani değerler temelinde değil de siyasi-dinî-felsefi inançlar temelinde oluşmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor, sonunda da, dediğim gibi "haram lokma yemeyenlerin koalisyonu"nu öneriyordu.
Haksız mı? Dürüst bir muhafazakârın kendisini dürüst bir cumhuriyetçiye değil de sahtekâr bir muhafazakâra daha yakın hissetmesinde (ya da tersi) ciddi bir sorun yok mu?
Acaba neden biri muhafazakâr, öbürü cumhuriyetçi iki erdemli insan bir "koalisyon" kurmaz da her biri gider kendi "alçağını" tercih eder?
Aynı tuhaflığı son yıllardaki "hayat tarzı" tartışmalarında yaşamıyor muyuz? Orada da insanları değerlendirirken ölçümüz bize "şeklen" benzeyip benzememeleri değil mi? Sempatilerimizi, antipatilerimizi bu ölçüye bakarak belirliyoruz, ama onların vicdanlı mı, dürüst mü, digerkâm mı, kötü mü, sahtekâr mı oldukları bizi hiç ilgilendirmiyor.
Sırf görünüşleri bize benzemiyor diye bir sürü iyi, vicdanlı, dürüst insanın bu özelliklerini hiç görmüyoruz, hatta hayatlarını zehrediyoruz da... Sırf görünüşleri bize benzediği için bir sürü vicdansız ve sahtekârı tolere etmek için bin dereden su getiriyoruz.
Galiba hayatlarımızda gereğinden fazla siyaset var ve onun dikte ettiklerinin dışındaki değerler hayatlarımızdan hızla uzaklaşıyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.