

"Satılan bir şeyin kusurunu gizlemek helal değildir. O kusuru bilip söylememek de, kimseye helal değildir."
Sual: Satıcıların bazıları, kusurlu, çürük malları gizleyip sağlamların arasına karıştırarak satmaktadır, böyle yapmak dinimizce uygun mudur?
Cevap: Bu konuda Kimyâ-i se'âdet de buyuruluyor ki:
“Malın ayıbını, müşteriden gizlememeli, hepsini, olduğu gibi göstermelidir. Kusuru gizlemek, hıyanettir. Malın iyi tarafını göstermek, karanlıkta göstermek zulüm, hile olur. Resûlullah Efendimiz, buğday satan birisinin buğdayına, mübarek parmaklarını sokup, içinin yaş olduğunu görünce;
-Bu nedir? buyurdu.
-Yağmur ıslatmıştır deyince;
-Niçin saklayıp göstermiyorsun? Hile eden, bizden değildir buyurdu.
Birisi, üçyüz dirhem gümüşe bir deve sattı. Devenin ayağında arıza vardı. Eshâb-ı kirâmdan Vâsile bin Eska hazretleri orada idi. O anda dalgın idi. Devenin satıldığını anlayınca, alanın arkasından koşup;
-Devenin ayağı arızalıdır dedi. Müşteri deveyi geri getirip, parasını aldı. Deveyi satan;
-Satışımı niçin bozdun? deyince;
-Resûlullah Efendimizden işittim; (Satılan bir şeyin kusurunu gizlemek helal değildir. O kusuru bilip söylememek de, kimseye helal değildir) buyurdu ve Resûlullah Efendimiz bizden söz aldı ki, Müslümanlara nasihat edelim. Onlara merhamet edelim. Malın kusurunu saklamak, nasihat etmemek olur, buyurdu.
Satıcıların, kusur saklamamaları çok güçtür. Büyük cihat demektir. Bu cihadı kazanmak için, mal alırken dikkat etmeli, kusurlu mal almamalıdır. Eğer kusurlu mal alırsa, müşteriye söylemeyi niyet etmelidir. Eğer aldanırsa, ziyan etmiş olur. Başkasını da ziyana, zarara sokmamalıdır. Kendisi, başkasına incinince, başkalarını da kendinden soğutmamalıdır.
Şunu iyi bilmelidir ki, hile ile rızık artmaz. Belki, malın bereketi gider. Hile ile azar azar biriktirilen şeyler, ansızın gelen bir felaketle, birdenbire giderek geride yalnız günahları kalır. Nitekim bir sütçü, süte su katardı. Bir gün, ansızın sel gelip, ineği boğdu. Adam şaşkın bir hâlde düşünürken, çocuğu;
-Süte kattığımız sular birikerek, gelip ineği götürdü dedi. Resûlullah Efendimiz buyurdu ki:
(Ticarete hıyanet karışınca, bereket gider.) Bereket demek, az malın çok faydası olması, çok işe yaraması demektir. Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin rahat etmesine, çok iyi işlerin yapılmasına yarar, faydalı olur.”
Hindistan evliyâsının büyüklerden olan Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin sözü ve nasîhati öyle tesirliydi ki, insanları doğru yola çekmek için bir nazarı kâfiydi.
Bir gün huzûruna genç biri gelip “Efendim, ben de büyüklerin yoluna girmek istiyorum” diye arz etti.
Büyük velî;
“Peki evlâdım, mâdem öyle, sen de her talebe gibi başla çalışmaya” buyurdu.
Fakat gencin istediği bu değildi.
“Efendim, çalışacak olduktan sonra her yerde mürşit var; ben size başka maksatla geldim” dedi.
Mübârek zât sordu:
“Ne istiyorsun bizden?”
“Hiç zahmete girmeden, çalışmadan murâdımın hâsıl olmasını istiyorum efendim.”
O zaman gülümseyip;
“Pekâlâ, gel bakalım. Sana, sıkıntı çektirmeden vermeye çalışalım” buyurdu.
Ve bir nazar etti gence.
Genç, kendinden geçti.
Daldı başka âlemlere.
Kalbine nehirler gibi feyiz akmaya başladı. Evliyâlığın zirvesine çıkmıştı bir anda.
Kendine geldiğinde sordu ona talebeler:
“Sana ne oldu az önce?”
Dedi ki:
“Kalbimde ne kadar fenâ huylar varsa, hepsi çıkıp gitti. Onların yerine, ilâhî feyiz ve nurlar doldu kalbime.”