ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Doug Frantz'e Sorular ve Cevapları

A -
A +

Geçtiğimiz Cuma günü ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Doug Frantz'in aralarında benim de olduğum bir grup gazeteciye verdiği mülakatın ilk kısmı dün bu köşede yayınladı. Bugün sıra Frantz'a yönelttiğim sorularda ve bu sorulara verilen cevaplarda.
İlk sorum şuydu: "Twitter'ın engellenmesinin bir boyutu ifade özgürlüğü, ancak diğer bir boyutu ise bir ulus devletin küreselleşme ile imtihanı. Türkiye hükümeti twitter'ın kapatılmasının gerekçesinin bir Amerikan şirketi olan twitter'ın kendi kurallarına, ulusal mahkemesinin kararlarına uymaması olarak gösteriyor. Türkiye hükümeti bazı vatandaşlarının özel hayatının ihlal edildiğini, buna mukabil bazı hesapların kapatılma talebinin twitter'a iletildiğini, ancak twitter'ın Türk mahkemesi kararlarına uymadığını söylüyor. Bu nedenle hükümet twitter'ın Türkiye'de ofis açması ile bu krizin aşılacağını söylüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?"
Frantz: Bir ticari şirket ile Türkiye hükümeti arasındaki bir ihtilafa girmemek hususunda çok dikkatli olmalıyım. Ben bu konuda konuşmak istemiyorum. Ben hükümetler arası ilişkiler konusunda konuşuyorum. Bununla beraber, elbette twitter herhangi bir hükümetin taleplerini dikkatle dinlemeli ve bu talepleri küresel bir talep olan ifade özgürlüğü ve özgür basın ilkeleri içinde dengelemelidir. Twitter keyfekeder hesap kapatamaz ve kapatmamalı. Twitter bir hükümet, "bu hesabı sevmiyoruz, kapatın" dediği için hesap kapatamaz. Twitter'ın dünyadaki milyarlarca kullanıcısına bu konuda bir sorumluluğu var. Türkiye hükümeti ve twitter arasındaki tartışmanın içeriğini bilmiyorum. Eğer twitter bu konuda duyarsız davrandıysa bu elbette twitter'ın hatasıdır. Ancak bence daha büyük olan bir hata hükümetin aşırılı ve etkisiz bir tepki olarak twitter'ı engellemesidir. Twitter engellendiğinde ne olduğuna bakalım, Türkiye'deki twitter kullanımı arttı, atılan tweet sayısı yükseldi! Yani bu etkisiz bir uygulamaydı. Çok sert bir metod ile karşılık vermek isteseniz de, bunun yolu böyle değildir. Çünkü bu etkisiz bir eylemdir.
Twitter üzerinden yayılan haberler ve dezenformasyon konusundaki kaygıların gerçek olduğunu anlıyorum. Anca yine de burada bu dezenformasyonu yayan bireyleri yargılarsınız. Ve tam olarak twitter'ın yasal sorumluluklarını bilmesem de, twitter'ın talepleri dikkatle dinlemesi ve kanunlara uygun olarak yapılacak her şeyi yapma sorumluluğu vardır.
Frantz'e ikinci sorum ise şuydu: "Türkiye'de ifade özgürlüğüne ilişkin olarak bir yandan rakamlara bakarsak dediğiniz gibi karanlık bir resim çıkabilir. Gazeteciler hapiste, twitter engellenmiş. Bu [görüşmede bu sorudan önce yapılan Putin benzetmesine referansla] kağıt üzerinde Putin Rusya'sı gibi görünüyor olabilir. Ancak diğer yandan, sizin de farkında olduğunuzu düşündüğüm bir durum var, zira siz Türkiye'de çok zaman geçirmiş birisiniz. Diğer tarafta Türkiye siyasetine yön veren tabuların yıkıldığını görüyoruz. Örneğin artık insanlar rahat bir şekilde Ermeni ve Kürt meseleleri üzerine konuşabiliyor, anaakım televizyonlarda Ermeni soykırımı konusunda konuşabiliyorlar. Kimse bu yüzden hedef gösterilmiyor. Bu ülkede daha önce sorgulanması mümkün olmayan konular, örneğin bu ülkenin kurucu babası sorgulanabiliyor. Asker konusunda açıkça konuşulabiliyor. Bununla beraber birçok medya kurumu Erdoğan'ı son derece sert bir şekilde eleştirebiliyor. Dolayısıyla Türkiye'de basın özgürlüğü konusunun biraz nüans içerdiğini düşünmüyor musunuz?"
Frantz: Kesinlikle. Kesinlikle, nüanslı. Ve hiçbir şekilde bir saniye için bile olsa Türkiye ile Rusya'yı ve Erdoğan ile Putin'i mukayese etmek istemem. İzin verin bu noktayı çok açık bir şekilde ifade edeyim. Rusya ve Putin örneğini, özgür medyanız olmazsa neler olacağını söylemek için verdim. Bunu biraz önce söylediğimi düşünüyorum ancak çok açık bir şekilde tekrarlayayım: Türkiye'de çok canlı ve güçlü bir medya var. Son on senedeki ekonomik gelişmeden ve hapishanedeki gazetecilerin sayılarının azalmasından bahsettim. Kesinlikle Ermeni ve Kürt meselelerinin konuşulması konusunda bir ilerleme var ve bu hayati önemde. Tek söylediğim şey Türkiye bu istikamette devam etmeli. Şu an içinde bulunduğumuz anın bir geriye dönüş, kötüleşme emaresi ve 50'ler, 60'lar, 70'ler Türkiye'sine dönüş olmadığından emin olmamız lazım. Şu an yaşananların istisnai bir durum olduğunundan emin olmamız lazım.
Ben buraya 2000 yılında geldiğimde birçok tabu vardı Türkiye'de. Yabancı bir gazeteci olarak bu tabuları önemsememe lüksüm vardı, ancak bir Türk gazetecinin böyle bir şansı yoktu. Bu tabuların birçoğu yok oldu, bu doğru. Ancak eski tabuların yerine yeni tabular koyamazsınız. Bu olmamalı. Bu sadece temkinlilik adına söylediğim bir şey. Ve yine söylemem lazım ki, bunu tamamen dostluktan ve Türkiye'ye ve Türkiye medyasına duyduğum derin sempatiden söylüyorum.
Buradaki konuşmamın tek amacı Türkiye medyasının bu uzun ve canlı tarihini hatırlatmak. Ve sizlerin de eski tabuları, yenileri ile yer değiştirmek istemeyeceğinizi düşünüyorum. Sizler [gazeteciler] her konuda özgürce ve sorumlu bir şekilde yazıyor olabilmelisiniz. Özgür ve bağımsız bir medya aynı zamanda sorumlu olmayı da gerektirir. Medyanın da bir sorumluluğu vardır, bütün verileri göz önüne sunmalı ve tüm seslere yer vermelidir.
Frantz'e üçüncü ve son sorum ise şu şekilde oldu: "Türkiye ve Amerika'nın müttefik olduğundan bahsettiniz ve dediğiniz gibi Amerika Türkiye'nin demokratikleşme sürecinde önemli bir rol oynadı. Türkiye son dönemde zor zamanlardan geçiyor ve [Fehmi Koru'nun da ifade ettiği gibi] Türkiye yeni kurumların ve siyasi kültürün inşa edildiği bir geçiş döneminden geçiyor. Bu dönemde Amerikan devletinin ve siyasetçilerinin Türkiye'ye yönelik kullandıkları dilin yapıcı olduğunu düşünüyor musunuz? Örneğin, hükümetin ağır saldırı altında olduğu konulardan biri de Suriye meselesi ve bu konuda Türkiye ABD ile çok yakın ve iş birliği içinde çalışıyor. Dolayısıyla Amerikan devletinin, Türkiye'nin bu konuları aşması konusunda yardımcı olduğunu, uygun bir dil kullandığını ve yapıcı bir tavır içinde olduğunu düşünüyor musunuz?"
Frantz: Evet düşünüyorum (gülüşmeler). Arkadaşlar ve müttefikler arasındaki diyalog sadece sırt sıvazlama ile olmaz. Arkadaşlar arasındaki konuşmalar zorlukları ve problemli alanları işaret etmeyi de içerir. Eminim Başbakan Erdoğan ve Başkan Obama veya Dışişleri Bakanı Kerry ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu arasındaki konuşmalarda karşılıklı olarak "çok iyi işler yapıyorsun" dışında şeyler de söyleniyordur. Karşılıklı istişare edersiniz. Özel konuşmalarda bazen bu istişareler epey sert de geçer. Amerikan ve Türk yetkilileri arasındaki kamuya açık diyalogların sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Bu Türkiye ve Amerika'nın çıkarları için gereklidir. Biz müttefik olarak kalmak, iş birliği içinde olmaya devam etmek istiyoruz. Bu zor zamanlardan geçerken size yardım etmek istiyoruz.
Ve Türkiye'nin iç siyasetine müdahale etmek bizim çıkarımıza değildir. Sadece ve sadece Türkiye'de demokrasinin güçlenmesine yardım etmek istiyoruz. Türkiye'nin ait olduğu yerde Avrupa-Atlantik topluluğunda yerini sağlamlaştırmak istiyoruz. Bu Türkiye Asya'ya sırtını dönsün demek değildir. Sadece demokratik standartlar açısından Türkiye'nin yeri Avrupa-Atlantik topluluğudur ve öyle olmalıdır. Bence hem Avrupa Birliği'nin, hem Amerika'nın, hem de Türkiye'nin diğer dostlarının, Türkiye'nin dış dünyayı etkileyen konularında ve Türkiye'nin dünyadaki imajı konusunda samimi bir şekilde ve sorumluluk kaygılarını gözeterek görüş bildirme yükümlülüğü vardır. Bence bunu Frank [Amerikan'ın Türkiye Büyükelçisi Francis Ricciardone] bunu geçen hafta yaptığı mülakatta çok iyi bir şekilde ifade etti. Onun kaygısı Türkiye'nin imajına yönelik bir zarar gelmesi. Ve Türkiye'nin imajı çok önemli, özellikle ekonomi konusunda ayrıca önemli.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.