İdeolojik olmayan dış politika olur mu?

A -
A +

Türkiye dış politikasını tümden reddederek, insafsızca eleştirenler arasında tuhaf bir argümanın gittikçe popülerlik kazandığını görmek mümkün. Türkiye dış politikasının "ideolojik" olduğu tespitinde bulunan bu yorumcular, bu "ideolojik dış politikanın" bir hata olduğu görüşündeler.
Öncelikle bir noktayı açığa kavuşturarak başlamakta fayda var. Türkiye'nin dış politikası ideolojiktir. Tıpkı Amerikan'ın, Rusya'nın, Fransa'nın, İngiltere'nin, İran'ın, Suudi Arabistan'ın dış politikasının ideolojik olduğu gibi.
Zira ideolojik olmayan bir dış politika iddiası, zaten sosyal bilimlerin temel nosyonlarına ve uluslararası ilişkiler teorisine terstir. Her siyasi tercih, her stratejik karar, belli bir ideolojik arka planın izini taşımaya mahkûmdur. Siyasi duruş ve ideolojik eğilimden azade bir karar alma süreci olabileceği zannı, 19. yy ilkel pozitivizminin, laboratuvar şartlarında bir siyaset bilimi olabileceği inancının, bayat ve günü geçmiş bir yansımasıdır.
İdeoloji kaçınılmaz olarak dış politika dizaynında önemli rol oynar. Hatta ilginç bir şekilde, ideoloji dış politikanın meşrulaştırılmasında bazen realpolitik'ten daha ikna edici ve meşru bir argüman olarak görülür. Örneğin, Rusya, Ukrayna'daki yayılmacı politikasını meşrulaştırmaya çalışırken, "etnik Rusları korumak" gibi ideolojik bir motivasyonla hareket ettiği iddiasındadır. Veya İran, Suriye'de Esad rejimini askerî ve siyasi olarak destekleme gerekçesini, "radikal Sünni İslam'a karşı ılımlı bir seküler rejimi" desteklemek olarak beyan etmiştir. Benzer şekilde Bush yönetimi, Irak müdahalesini tamamen ideolojik gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışmış, "Irak'a ve Orta Doğu'ya demokrasi götürmek" gibi değer yüklü bir argümanla savunmuştur. Tüm bu dış politika kararlarında kuşkusuz ki ideoloji kadar realpolitik de belirleyici olmuştur. Ancak günün sonunda bu politikalar savunulurken, bu kararların ideolojik tarafı baskın çıkmıştır. Elbette bunda ideolojinin, ulvi değerlerin ve kutsalların, geçici çıkarlardan daha ikna edici ve masum algılandığı yönündeki intiba etkindir.
Bu anlamda "ideolojik olmayan bir dış politika" olabileceğine yönelik yanılsama, ancak ve ancak Kemalist zihniyet gibi otoriter rejimlere mahsustur. Zira dünyanın en saygın Osmanlı tarihçilerinden olan Şükrü Hanioğlu'nun Sabah gazetesinde yayınlanan "Cumhurbaşkanlığı seçimi: 'Devlet adamı-siyasetçi' yarışması" başlıklı makalesinde belirttiği gibi, Türkiye'de askerî vesayet siyaseti küçümseme ve itibarsızlaştırmaya çalışırken bunların alternatifi olarak "devlet adamlığı" ve "devlet idaresi" gibi kavramları öne çıkarmıştır. Vesayet rejimi, siyasetin siyasetçilere ve siyasi tercihlere bırakılamayacak kadar mühim olduğu inancı ile, karar alma süreçlerini halkın oyu ile seçilen temsilcilerinden "korumaya" çalışmışlardır.
Bundan elbette dış politika da azade olmamıştır. Türkiye yakın tarihinde, dış politika askerler tarafından dizayn edilen, sınırları vesayet rejimi tarafından belirlenen bir alan olmuştur. Birçok ideolojik tercih, "devlet idaresi" kavramı altında örtülmüştür. Ermenistan ve Kıbrıs meselelerine bakışta hakim olan çözümsüzlük ısrarı, ideolojik bir tercih olarak değil, tartışılmaz ve mutlak bir ulusal çıkar dayatması olarak lanse edilmiştir. Benzer şekilde, Irak Kürdistan hükümeti temsilcilerine karşı olan son derece olumsuz bakış, tamamen ideolojik bir tercihten kaynaklansa da, bir "devlet politikası" olarak tamamen sorguya kapatılmıştır.
AK Parti döneminde sadece iç siyaset değil, dış politika da sivilleşmiştir. İlk defa dış politikada nihai kararlar, halkın seçtiği şahıslar tarafından belirlenmeye başlamıştır. Birkaç ay önce röportaj yaptığım Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ikinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat şu sözlerle ifade etmişti bu değişimi: "Askerin zamanla gücü azaldı ve Kıbrıs sorununda Türkiye'de sivil yönetim ağırlık kazandı. İlginç bir şey var: 2002 yılında Türk diplomasisi Kıbrıs sorununun çözümüne, 2003 yılında kuşkucu yaklaşırken, 2004'te bu kez sahip çıkıcı oldu. Bu çok önemli bir gelişmedir. Eski dışişleri bakanlığını da biliyorum, yenisini de. [Bu iki farklı dışişleri bakanlığını] Mukayese edemezsiniz. Eskiden 'Şahinler'den kurulu bir ekip varken, âdeta askerî makamlardan daha askerî bir duruş sergileyen bir bakanlık, sonra Türkiye'nin çıkarlarına uygun, dünya dili konuşan bir bakanlık haline geldi. Çok büyük fark var."
Dolayısıyla bu yorumcuları rahatsız eden şey Türkiye dış politikasının ideolojik olması olamaz. Zira Türkiye dış politikası hep ideolojikti ve ideolojik olmaya da devam edecektir. Bazı yorumcular, Türkiye dış politikası ideolojiktir noktasında bahsi kapatır ve daha derin bir analize girmezken, bazıları ise bu ideolojik tercihini ismini "pan-İslamizm" olarak koyma eğilimindedir. Türkiye dış politikasının pan-İslamist olduğuna dair kanıt olarak ise, son on yılda Türkiye dış politika dizaynında önemli rol oynamış Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun 1980-90'larda yazdığı akademik metinlerden yapılan alıntılar gösteriliyor.
Bu bakış açısının ne kadar sorunlu olduğu, Doç. Dr. Ali Balcı'nın, "Bir Makale Üzerine Notlar: Ahmet Davutoğlu'nu Eleştir(eme)mek" isimli makalesinde sofistike bir şekilde analiz edildi. Balcı, (mealen) şu soruyu soruyor, bir dışişleri bakanının perspektifini ve performansını, bu görevden yıllar önce yazdığı metinler üzerinden analiz edebilir misiniz? Ve şunu not düşüyor: "Özkan akademisyen olan Davutoğlu'nun 1980'lerin ikinci yarısı ve 1990'larda yaptığı "pan-İslamcı" tespit ve analizlerinin siyasetçi Davutoğlu'nun dış politikasını anlamada kullanılabileceğini savunuyor. "Bir İslamcı her zaman İslamcıdır" varsayımının güçlü bir şekilde kendini ifşa ettiği bu tespit Davutoğlu'nu zaman ve şartlara göre değişmeyen bir özne olarak alması nedeniyle hayli modernite kokan bir bakış açısı özelliğine sahip."
Davutoğlu ve AK Parti dış politikasının, "pan-İslamist" olduğunu kanıtlamak için, Türkiye'nin son 12 yıldır izlediği dış politika yerine, 30 yıl önce yazılan akademik metinlerin örnek gösterilmesi, bu argümanın sahiplerinin çaresizliğini göstermektedir. İktidara geldikten sonra Batı ile ilişkilerini geliştirerek ilerletmiş, bölgede Sünniler kadar Şiiler ile de diyaloğa girmiş, Ermenistan ve Kıbrıs meselelerinde adım atmış, İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk rolü oynamaya girişmiş, bölgedeki gayrimüslim cemaatler ile ilişki kurmuş bir iktidarın pan-İslamist olduğunu iddia etmek en ılımlı tabirle zorlama bir çabadır. Bu zorlama çabayı desteklemek için yapılabilecek tek şey de, metodoloji ve datayı eğip bükmektir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.