Asabi bürokrat Nurullah Ataç

A -
A +

ATİNA ORADAYSA N. Ataç Türk dilini bozmaya ve peyderpey unutturmaya çabalar. Gayesinin "Latince ve Grekçe'yi hakim kılmak" olduğunu saklamaz ENDAZE BURADA Eğer maksat Doğu Medeniyetini ilga, Yunan kültürünü inşa ise "İstiklal Savaşı'nı niye yaptık" diye sormazlar mı adama? Nurullah Ata Beylerbeyi'nde doğar (1898). Babası Mehmet Ata Trabzon Sürmene eşrafındandır (Gümrükçüoğullarından). Ünlü bir iktisatçıdır, Tarihçi Hammer'in mütercimi olarak tanınır ayrıca. Hatta bir haftalığına Maliye nazırlığına çağrılır. (Şansa bakın ki o hafta da hasta olacağı tutar.) Nurullah küçüklüğünde hayli vukuatlıdır, öyle ki makasla süt annesinin (Hanife Hanım) kulağını kesecek, dadısını "Şalvar ağızlı Sıdıka" diye alaya alacak kadar. Dediğini yaptırır, mızıltıdır, zırlar. İnadı tuttu mu tepinir, sayar, söver, camları kırar. Çok sopa yer, bu yüzden annesinin ve babasını nefretle anar. "Benim ninem dedem neden yok" diye soran kızına "boşver zaten çekilmez olurlardı" diyecektir yıllar sonra. Galatasaray'dan sonra Cenevre'ye giderse de okuyamaz. Clarie adlı bir kıza takılır, tedrisini tamamlayamaz. Babasının ölüm haberini alınca İsviçre macerası son bulur, mecburen yurda döner (1919) ama aklı oradadır hâlâ. Türkiye'yi zindana benzetir o yıllarda. İstiklal harbi başlamıştır ve Nurullah 21 yaşında bir delikanlıdır. Lâkin vatan müdaafasına katılmaz. Halbuki kardeşi Refik Avrupa'dan geldiği gibi Çanakkale'ye koşmuş ve düşmüştür toprağa. N. Ataç şehit abisinin kabrine bile uğramaz. TİYATRO Sıkça aşık olur ama yüz bulamaz. 1926'da evlenir. Eşi Leman Büyükada'nın en güzel kızıdır. Zariftir, sabırlıdır, sadıktır. Gelgelelim N. Ataç'ın aklı Ankara'dadır, evlenme yıl dönümünü bile hatırlamaz. Hanımı başkenti sevmez, kendisi İstanbul'dan hoşlanmaz. Hal böyle olunca ayda bir görüşebilirler ancak. Garip inançları vardır, rüya anlatanlardan, beş taş oynayanlardan, eskicilerden ney korkar. Arapça isimlerden nefret eder. Evdeki hizmetçinin "beyciğim hanımcığım" demesini yasaklar. Buyruk kesindir: "Bundan sonra bay, bayan!" Bekar geçirdiği Ankara günlerinde kumara müptela olur. Kaybettiği paralar bir yana, sinirlenir, sağlığını bozar. Büyükada yıllarında hanımı özene bezene sofralar hazırlar, bekle ki adam gelsin. Küçük kızı Meral gazino köşesinde ağaç olur. İçinden bağırır "hadi baba, ee hadi baba!" Kızıyla göz göze gelince "tamam" işareti yapar, sonra bir el daha... Al kızı ver papazı... Çocukcağız eve döner umutsuzca... MÜNEKKİD Bilirsiniz futbolu beceremeyenler hakem olur, bir düdük, bir kart, yıldızları morartırlar. N. Ataç kekemedir, heyecanlanınca teklemeye başlar. Tiyatroculara özenir yapamaz, şairlere özenir yazamaz. O da "eleşirmen" kesilir, keyiflerine limon sıkar. Tenkitlerinden rahatsız olanlar "sen de yaz görelim" diye ayaklanırlar. N.Ataç, "evet, yumurtlayamam ama" der, "kokmuş yumurtadan anlarım pekâlâ." Sistemin çocuğudur, Akşam, Hakimiyet-i Milliye, Ulus, Milliyet, Tan, Posta, Cumhuriyet, Son Havadis, Dünya gazetelerinde köşe bulur kolayca. Türk Dili, Varlık, Yedigün, Ülkü gibi dergileri de ilminden irfanından (!) mahrum koymaz. Korunur, kollanır, mesela Hasan Ali Yücel, Saraçoğlu mahallesinde "çekilişsiz kurasız" bir ev ayarlar ona. Arkasına milli şefi alınca ulu orta uydurmaya başlar. Bu garip anlaşılmaz "tilcikleri" eleştirenler arasında Halit Fahri Ozansoy gibi edipler de vardır ama umursamaz "Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini sanıyorlar! Evet, uyduracağız, bizim uydurduğumuz kelimeler yavaş yavaş halka işleyecek, eski Arapça, Farsça kelimelerin yerini tutacak" Halkçılar, halka rağmencidirler, dayatmacıdırlar. Hem dilimizi bozar, hem de bize "Dil Bayramı" kutlatırlar. SİVRİ DİLLİ N. Ataç kâh lodos kesilir, kâh poyraz... Saati saatine uymaz. Yok türkü mırıldanıldı diye, yok plak takıldı diye hır çıkarır. Düzensizdir, aradığı kitabı bulamaz. Bayramlarda sıkıntı basar. Yılda iki defacık büyüklerin kapısını çalmak zor gelir, "keşke piç olsaydım" diye söylenmeye başlar. Yahya Kemal ve Tanpınar'la yemeli içmeli dostturlar, sonra n'olursa olur köprüleri atar. "Hamdi artık Yahya'nın çiş şişesini taşıyormuş" der, kahkahalar atar... (Bir idrar tahlilinde yardımcı olmuştur oysa) Tanpınar'a yağdırdığı hakaretler seviyesizdir: "Sana b.k bile diyemem, çünkü b.k evvelce iyi olan bir şeyin çürümüş halidir. Sen hiçbir zaman iyi olmadın ki!" Samet Ağaoğlu, Şevket Rado hakkında da atar tutar, Peyami Safa ile zaten kavgalıdırlar. Orhan Veli için "Şâkûli solucan" der, artık ne mânâya geliyorsa? Orhan Veli de altta kalmaz bir üçlük yazar. "Nurullah Ata / Tring Galata / Soğan, salata" Ataç'ı günün birinde apar topar askere alırlar. Halbuki yaşlıdır o sıralar. Oturur "Asker oldum süvari / Yürürüm yengeç vari" şeklinde bir beyit karalar. Kıs kıs gülüp iyi oldu der, Orhan'ınkilerden iyi en azından! Orhan Veli'nin kulağına gider. "Bırak ya" der, "Nurülhûda şiirden ne anlar?" Bir zamanlar ailecek görüştükleri Melih Cevdet Anday'a da sataşır. Nasıl nasırına bastıysa Melih vitesten atar, tekme tokat girişir buna. Ama Falih Rıfkı fırçalasa da sesi çıkmaz. O daha güçlü devrimbazdır zira. DEVRİLESİCE CÜMLE Kırklı ellili yıllarında tek başına dil kurumudur adeta. Genç edebiyatçıları baskı altında tutar. Günün birinde horoz ötüşünü "ku ku ri ku" diye tercüme eden gence heyheylenir, kızı Meral'i çağırır. "Söyle bakalım horoz nasıl öter?" - Ü' ürü üüü! - Gördün mü bak çocuk bile biliyor! Devrimcidir, deviricidir... Cümleyi de devirmek için debelenir. "Devrik tümcecidir!" N. Ataç sırf Arapça olduğu için "ve" yerine "ile" kullanmaya çabalar. Çok zorlanır, mânâyı tutturamaz. Biri ağa, bey, ağabey, bey baba demesin küplere biner. "Damadım isterse herif diye çağırsın" der "tek bunu yapmasın bana." Kardeşi Refik'i çok sever ama adını torununa koymaz. Çünkü Refik Arapçadır, ödün veremez asla! Leyla, Melda, Ferda, Ayten Nurten Gülten gibi kafiyeli adlardan hiç hoşlanmaz. Hazzetmediği adlardan biri de Nurullah'tır bu yüzden imzasını Ataç diye atar. Alaturka şarkılardan nefret eder. "Ne bu ya inler gibi" der, radyoyu kapar. Hanımı Yesari Asım'ın "Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık" parçasını mırıldanınca, parlar "Pöh! Her gece mehtap mı çıkar?" Ankara Modern Palas'ın müdavimlerindendir, akşamları iki tek olsun atmadan kalkmaz. DP iktidara gelince yine Köşk'e uğrar. Yeni Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri N. Tolon "Şöyle buyurun beyefendi" deyince pek kızar. "Ne yani bize de mi teşrifat?" Emekliliğin dolmasını bekleyemez, istifasını basar. VEFAT MI ASLA! Eşini kaybettikten sonra hayata küser. O "nerede ölürsem oraya gömün, isterseniz çöpe atın" diyen insan, Leman Hanımın kabrine sıkça koşar. Hastalık devresinde huysuzluğu artar, onca hekim ahbabı varken kafasına göre antibiyotik yutar. Belki ıhlamur içse düzelecektir ama işi büyütür, hastanede yatmayı arzular. O sıra tek kişilik odalar müsait değildir, çok bozulur, saçını başını yolar. Bu arada kuruma haber yollar: Behçet Kemal ve Salah Birsel'e söyleyin benim için saygı duruşu yapılırken dışarı çıksınlar! Kızı Meral hayırlı bir evlattır, kaprislerine rağmen el bebek gül bebek bakar, babasını hoşça tutar. N. Ataç 17 Mayıs 1957 günü can verir. Cenaze merasimini bizzat Kamubuyurum (Cumhuriyet) Tüz (Halk) Bölemi (Partisi) Gnl. Bşk. İnönü ve Turgut Göle organize eder. "Merhum, müteveffa" gibi kelimelere mesafesini bildikleri için ilanda kuru bir "öldü" ibaresi kullanırlar. Şık olmaz?ama n'apsınlar? TÜRKÇE YUNANCA VE LATiNCE'DEN AŞILANMALI! Batı ülkelerinde nasıl Arapça, Farsça öğrenenler bulunuyor. Hani "müsteşrik" diyorlar... Bizim "müstegriplerimiz" de düşünce bakımından birer doğu adamı olmaktan çıkamazlar. Bu ülkede Fransızca, Almanca, İngilizce öğrenenler bize ancak batı dünyasının özlemini getirebildiler, bizde dıştan batılılara benzemek hevesini uyandırdılar. Bugün artık o özlemle, o hevesle yetinemiyoruz, dilediğimiz batı dünyasına benzemek değil, batı dünyasından olmaktır. Bunun içindir ki çocuklarımıza Latince ile Yunancayı öğreterek, kafalarını o dillerin eserleriyle yoğurarak yetiştirmemiz gerektir. Öztürkçe asıl ereğe götürecek araçtır. Ben yarınki Türkçenin Yunan ve Latince köklerden aşılanması gerektiğine inanıyorum. Biz batı uygarlığına girdiğimizi söylüyor, girelim diye çırpınıyoruz. Bir ulus hangi uygarlığı benimsemişse o uygarlığın dillerinden aşılanarak kendi dilini düzenler. dediler ki Gazeteye geldi. Baktım herkesi gagalayan ve çok konuşan bir papağan. Bir saat sonra ayakları ucunda bizden yolduğu tüyler vardı... Hiçbir dünya görüşüne dayanmadan... sadece zevk denen o insiyaki melekeye dayanarak asıp biçiyor asabi asabi gülüyordu. Herkesin ayağına basa basa yürüyen bu adamın hiddet uyandırması tabii idi... A. Hamdi Tanpınar * N. Ataç bey, daha başından beri, Türkiye'nin Latin harflerine intikalini, Latin-Grek kültürüne bir intikal gibi almış; artık içinden çıktığımız Doğu-İslam medeniyeti ile ilişkimizin kalmaması için "özleştirmeciliği" zaruri görmüştü... Keyfinden başka yöntem, paşa gönlünden başka ölçü tanımazdı. Biz Ataç denilince kavga anlarız. Attila İlhan * Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler. N.Ataç * Bir gün N. Ataç sorar: "İçkilerin en kötüsü nedir çocuklar?" Kendi cevaplar: "Su!" (haşa, su gibi nimet mi var?) Peki çalgıların en berbadı? Yine kendi cevaplar "Ut!" Su.. Ut... Su ut... Anlarlar ki, Suut Kemal'e laf sokmakta... * Fransa'da bir "tabac" garsonunun bildiğinden tek hece fazlasını öğrenemeyen bedbaht, hasta, haysiyetsiz Ataç. Deklaseliğinin hıncını dilden alan Ataç. Mızmız mıymıntı fikir serserisi. Ata Bey'in paracıklarıyla bir miktar Avrupa doldurmuş kafasına... Gözlerini sıkıyönetim içinde açtılar. Okumak yasak, düşünmek yasak. Yasak olmayan tek şey Türkçenin kolunu kanadını kırmak... Ataç, çöken bir cemiyetin harem ağasıdır, hadımlar edebiyatının akıl hocasıdır... Ataç, M. Kemal rejiminin bütün sefaletini edebiyata sokan şımarık, yılışık, cahil ve kabiliyetsiz bir dilekçe yazarıdır. Türkiye, bütün kütüphaneleri yakılan, mazisi, tarihi imha edilen bedbaht ülke, bu panayır soytarısından daha münasip bir mezarcı bulamazdı!... Cemil Meriç * Nerede o pat pat, çat çutlar ordusu? Bazı muharebelerde olduğu gibi, serbest vezin yalnız mağlup olmamış, imhaya uğramıştır. Fikir yerine maskaralık ancak Ataç'a yakışır. Ona, dönekliğinden kinaye ''Nurullah Topaç'' demek daha evladır. Necip Fazıl Okulunu bitiremedi, öğretmen yaptılar Asıl adı Ali Nurullah Ata. İptida (ilk mektep) ve Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray) okuduktan sonra İsviçre'ye gitti. Tedrisini tamamlayamadan geri geldi. Darülfünun muallimi oldu, Nişantaşı, Vefa, Üsküdar, Ankara ve Adana Lisesi'nde, İ. Ü. ve Gazi Terbiye'de lisan derslerine girdi. CHP'liydi. "Cumhurbaşkanı çevirmenliği" gibi bir mâkam verildi. Yazmaya Yahya Kemal'in yönettiği Dergâh dergisinde başladı. Zaman zaman Sabiha Yağızlar, Ahfeş, Süha Kavafoğlu mahlası ile imzalar attı. TDK yayın kolu başkanlığı yaptı. Tenkit ve denemeleriyle tanınırdı. "GÂVUR DEĞiL DiNSiZiM" Yıl 1954... Gazeteci Sermet Sami Uysal Cumhuriyet Gazetesi adına yazarların kapısını çalar, eşlerini konuşturur. N. Ataç: "Siz sormadan ben söyleyeyim" der, "evde içki içmeme kızarlar." Leman Ataç, ekler: Kumar oynamana da kızarız. Ayrıca sık sık "Sıhhatimle alâkadar olmayın, bıktım usandım" diye bağırır. - Leman Hanım, eşiniz en çok neyi sever? - Kavgayı. - Peki batıl inançları var mıdır? - Ah! Sadece gâvurum der gezer! N. Ataç: Gâvur değil dinsizim. - Eşinizin hoşlanmadığı şeyler? - Temizlik. N. Ataç: Bak bu doğru, evlenmeden önce hiç yıkanmazdım, şimdi altı ayda bir yıkanıyorum... - Çalışırken en sevdiği şey?? - Yatakta makine ile yazı yazmak.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.