Anneliğin yerine bir şey konulabilir mi?

A -
A +
Prof. Dr. Suat Ungan
Trabzon Üniversitesi
(ummagan@gmail.com)

 

Bir kadın, aldığı eğitimin karşılığı olan işi bulamadığından, dışarının ağır ortamından, mobbingden bunalarak çalışmak istemiyorsa, toplumun o kadına sadece ev hanımı nazarı ile bakması, insanımızın algılar üzerinden yönlendirildiğinin basit bir örneğini oluşturmaktadır.
 
Erkekler neslini devam ettirmeye, kadınlar ise neslini korumaya daha fazla yoğunlaşmaktadır. Ailesini, çocuğunu, çevresini koruma arzusu, kadınlarda hissiyatın ön plana çıkmasını daha da hızlandırmakta, bazılarının altıncı his, bazılarının ise hissikablelvuku dedikleri hadisenin kadınlarda daha fazla görülmesi, onların annelik ve koruma duygularından kaynaklanmaktadır.
Feministlerin, toplumda kadınlara annelik rolünün dayatıldığına dair söylemleri onları birçok açıdan yanılgıya düşürmektedir. Kadına verilen annelik arzusu, toplumların kadınlara vermiş olduğu bir rol değil, bizatihi kadınların fıtratlarında olan bir durumdur. Kadınların, iyi bir kariyere sahip olmaları onların anne olmalarına engel değildir.
Tatlılığı, çekiciliği, problem çözücülüğü, olayları ilk karşılayıcı ve yumuşatıcı özelliği ile ailenin dinamik yapısını kadınlar oluşturmaktadır. Kadınların olmadığı, ısıtmadığı bir aile ortamı yuva olma özelliğini kaybetmekte, sadece insanların hayatlarını sürdürmeleri için, içinde bulundukları bir barınağa dönüşmektedir. Bütün cemiyetler, ailede kadına azami saygıyı göstermek zorundadır. Kadınlara verilebilecek en ağır ceza, onları yavrusundan, aile ortamından ayırmak olacaktır. Kadının güçlü olduğu bu ortamda onun hareket alanının genişletilmesi, rehber olma özelliğinin önünün açılması gerekir.
Kadınlar emretmeden ziyade fıtratları gereği rehberlik etmeye, yol göstermeye daha yatkındırlar. Kadınlar anne olduklarında bu özellikleri daha da gelişmekte, çocukları vasıtasıyla bu güçlü yapılarını inkişaf ettirmektedirler. Bu sebeple kadınların anne olması ve anne olarak çocukları ile vakit geçirmesi hem annenin hem de bebeğin gelişimi için çok büyük bir önem arz etmektedir.
 
MODERN HAYATIN GETİRDİKLERİ…
 
Modern hayat, doğumdan sonra anne bebek birlikteliğinin oluşmasının önünü tıkayan birçok etmeni de beraberinde getirmiştir. Bu da toplum için büyük sıkıntılar oluşturmaktadır. Özellikle doğumdan sonra anne bebek birlikteliği bebeklerin gelişimi için oldukça elzem bir durumdur. Huzurlu ve güvenli bir ortam olan anne rahminden gürültülü, ışıklı dünyaya adım atan bebek bu yeni ortama ayak uydurmada zorluk çekmekte ve strese çok kolay bir şekilde girmektedir. Yeni doğan bir bebek günün yirmi saatinden fazlasını uyku ile geçirmezse vücudu zayıf düşmektedir. Bebekler ilk zamanlar anne sütü kadar uykuya da ihtiyaç duymaktalar. Yapılan araştırmalarda doğumdan hemen sonraki zamanını uyku ile geçiren bebeklerin emsallerine göre daha fazla kilo aldıkları görülmüştür.
Bebek, yeni ortama ayak uydurmada en fazla anneye, onun kokusuna, dokunuşuna, sesine ihtiyaç duymaktadır. Tüm araştırmalar özellikle yeni doğumdan hemen sonra anne bebek birlikteliğinin büyük bir önem arz ettiğini göstermektedir. Bir araştırmada yeni doğan fareleri annelerinden ayırarak bir süre aç bırakmışlar. Daha sonra bir köşeye süt, diğer köşeye de annenin varlığını, dokusunu hatırlatan yumuşak keçeler koymuşlar.  Annesinden ayrı aç kalan fare yavrularının süt yerine annelerini hatırlatan keçelere doğru gittikleri, ona süründükleri, annenin eksikliğini bu şekilde gidermeye çalıştıkları görülmüştür.  Tüm canlılar annenin sütü kadar, onun dokunuşuna, sarılışına, merhametine ihtiyaç duymaktadır.
Kolombiya’da 1979 yılında hastanelerde kanguru modeli denilen bir uygulama başlatılmış, bu uygulamada prematüre (erken doğan) bebekler için anne rahmini hatırlatan loş bir ortamda bebek,  cenin pozisyona getirilerek annenin çıplak kucağına verilmiş, böylece erken doğum nedeni çocuklarda oluşan problemler giderilmeye çalışılmıştır. Bebeğin annenin sıcaklığını, vücut ısısını, kalp atışını hissederek hayatta kalması sağlanmış, bu vesileyle erken doğum sebebi ile oluşacak muhtemel ölümlerin önüne geçilmiştir.
Bu uygulama ile anne çocuk birlikteliğinin ne kadar önem arz ettiği, ölümü muhtemel olan bebeklerin bile anne teni, kokusu, merhameti sayesinde hayata tutunduğu görülmüştür.
Bebekle onun bakımını üstlenen annesi arasında özel ve duygusal bağlar hemen gelişir ki bu bağ, hayat boyu devam edecek bütün anlamlı ilişkilerin temelini oluşturur. Doğumdan sonra annesinin yüzünü gören bebek, insana bağlanma, onu arama, ondan güç bulma ihtiyacını hisseder. Annesizlik veya uzun süreli anneden ayrı kalma ile oluşan yetersiz annelik durumunda bebek, strese girerek karşı tarafa tepki vermeme, durgunluk gösterme hâline girebilir. Bu durum, çocukların anneye bağlılık duygusunda problem yaşadıklarına, kendilerini güvende hissetmediklerine delalet eder.
 
ÇOCUKLARIN EN BÜYÜK SIKINTISI
 
Günümüz çocuklarının ve ailelerinin karşılaştıkları en büyük sıkıntı, anne bebek birlikteliğine yeteri kadar zamanın ayrılmamasıdır. Çalışan kadınların, çocuklarını akşamdan akşama görme durumunda olmaları ve onlarla yeteri kadar ilgilenememeleri, bebeklerin anne ile bakıcı arasında geçen sürede düştükleri boşluk, onları strese itmektedir. Genel olarak çocuklar, işe erken giden annesi ile birlikte uyandırılarak bakıcısına veya kreşe götürülmektedir. Uyandığında tanıdığı yüzü göremeyen çocuk, strese girmekte, kendisine yaklaşan her bireyde güvenlik araması yapmaktadır.
Kanada’da anne davranışının yavruları üzerindeki etkisini izlemek için iki anne fare üzerinde bir araştırma yapılmış, anne farelerden birisine her yavrusu ile onar dakika ilgilenmesine, onlara dokunmasına izin verilmiştir. İkinci farenin yavruları ile ilgilenmesine, yanlarında durmasına sadece üçer dakika müsaade edilmiştir. Daha sonra tüm yavruların olduğu bir ortamda aniden bir tabanca patlatılarak gürültülü ortamda yavruların tepkileri gözlenmiş, annenin daha fazla zaman ayırdığı yavruların bir an irkildiği, sonra yaptıkları işe devam ettikleri, annenin fazla zaman ayırmadığı yavruların ise gürültü anında donup kaldıkları, normale dönmeleri için uzun bir süre beklemeleri gerektiği görülmüştür.
Modern hayatla birlikte kadınların kendilerine yeni roller üstlenmeleri, onları toplum içinde daha itibarlı ve hatta daha havalı hâle getirmektedir. Bu görünüşte itibarlı hayatı iliklerine kadar yaşayan ve kariyerinde de zirveye ulaşan kadınlar, olgun bir yaşa geldikten sonra en büyük kariyerlerinin çocukları olduğunun farkına varmaktadırlar…
Kimsenin kadınları, yegâne amaçlarının “bakıcılık” olduğu fikrine indirgememesi gerekir. Bayanların birçok alanda beceri kazanmaları, onların en büyük rolünün annelik olduğu gerçeğinin üzerini örtmemektedir. Çünkü annelik sonradan kazanılan bir davranış değil, fıtratlarında olan muhteşem bir meziyettir. Bu meziyetin üzerini sosyal hayatın hiçbir şatafatlı mertebesi kapatamamaktadır.
 
DİL BİLEN BAKICI MODASI
 
Son zamanlarda bir de birkaç dil bilen bakıcı modası oluşmaya başladı. Bu tamamen yanıltıcı bir durumdur. En kötü anne, en iyi bakıcıdan çok daha iyidir. Bir annenin yavrusuna duyduğu sevgi ve şefkat sebebiyle göğsünden süt fışkırmasına Farsçada “pehen” denilmektedir. Hangi bakıcı sorumluluğunu üstlendiği bir çocuk karşısında bunu yaşayabilir?  Tanzimat dönemi ile birlikte Batı’ya karşı aşırı bir özenti içine giren o dönemin kalburüstü aileleri, çocuklarına Yahudi, Hıristiyan kökenli, yabancı dil bilen mürebbiyeler tutmaya başlamışlardı. Bu mürebbiyelerin o dönem çocuklarına ne büyük zararlar verdiği herkesçe bilinmektedir. Ayşe Saşa, yabancı mürebbiye elinde yetişen ve daha sonra yabancı okullarda okuyan Türk gençlerinin yaşamış olduğu sıkıntıları “Bir Ruh Macerası” adlı kitabında çok güzel şekilde anlatmaktadır.
0-6 yaş dönemi de çocuklar için çok önemlidir, beyin bu dönemde şekillenmekte, psikolog Sigmund Freud’a göre çocuğun kişiliği bu zaman diliminde oluşmaktadır. Bu dönemde her an farklı yüzler gören, annesinin kokusunu, tenini arayan, ona hasret kalan çocukların ileriki hayatlarında bazı sorunlar yaşaması kaçınılmaz olmaktadır.
 
“EV HANIMI” ALGISI…
 
Bir kadın, aradığı veya aldığı eğitimin karşılığı olan işi bulamadığından, dışarının ağır ortamından, baskısından, mobbingden bunalarak çalışmak istemiyorsa toplumun o kadına sadece ev hanımı nazarı ile bakması, insanımızın algılar üzerinden yönlendirildiğinin basit bir örneğini oluşturmaktadır. Bu algı nedeni ile bazı kadınlar anne olmayı istememekte, anne olmaktan, evde bulunmaktan imtina etmekte hatta utanç duymaktalar. Bir kadın evinde huzurlu ve mutlu ise, dışarda çalışmak istemiyorsa bu durum onun üzerinde baskı oluşturacak bir eksiklik değildir. Toplum kadının çalışmamasından değil, ona layık iş ortamı oluşturmamaktan sorumluluk duymalıdır. Türkiye’nin gelecekte çok daha güçlü bir ülke olması, kadınları eğitmesi, iyi aile bağları oluşturmasıyla mümkündür. Güçlü toplum güçlü aileden oluşur. Kadına layık olduğu değerin verilmesi erkek ve kadınların eğitilmesi, sorumluluk alanlarının iyi belirlenerek geleceğe yönelik kader birliğinin yapılması gerekmektedir. Bu kader birliği hem ailenin hem ülkenin geleceği için çok önemlidir…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.