SULTAN VAHÎDEDDİN HAN Osmanlının en talihsiz hükümdarı

A -
A +
Dr. İbrahim Pazan
 
Sultan Vahîdeddin vefat ettiğinde yastığının altında parasızlıktan alamadığı ilaç reçeteleri çıkmıştı. Çevredeki esnafa olan borçlar sebebiyle eşyasına ve tabutuna haciz konuldu. Cenaze tam 1 ay kaldırılamadı. Teçhiz, tekfin ve otopsi masraflarını kızı Sabiha Sultan mücevherli küpelerini satarak ödedi.
 
“Ben Vahdettin için hiçbir zaman hain demedim. Çünkü ne kadar zor koşullar altında padişahlık yaptığını biliyorum. Ülke işgal altındaydı. Ordusu kalmamış. Bu koşullar altında bile birçok önemli iş yaptı.” Bülent Ecevit
 
SULTAN VAHÎDEDDİN HAN Osmanlının en talihsiz hükümdarı
Otuz altıncı ve son Osmanlı padişahı, 101. İslam halifesi Sultan Mehmed Vahîdeddin Han, ahirete irtihal edeli 94 sene oldu. Sultan Abdülmecid Han’ın tahta geçen dört oğlundan dördüncüsü olan Sultan Vahîdeddin, 2 Şubat 1861 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda doğdu. 3 aylıkken annesini, 4 aylıkken babasını kaybetti. Onu, üvey annesi Şâyeste Hanımefendi büyüttü. Vahîdeddin “dinin bir tanesi” demek olup “Vahdettin” veya “Vahdeddin” şeklinde telaffuzu yanlıştır.
7 yıldır veliahtlık makamında bulunan Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’nin beklenmedik şekilde vefatı üzerine veliaht, ağabeyi Sultan Mehmed Reşad Han vefat edince 4 Temmuz 1918 günü padişah oldu. Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı İmparatorluğu mağlup devletler safında olduğu için İstanbul, Mondros Mütarekesi gereği 13 Kasım 1918’de İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. 4 yıllık saltanatının tamamı bu işgal altında geçti.
1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından sonra 17 Kasım’da vatandan çıktı. İmkânı olmasına rağmen hazineden hiçbir şeyi yanına almadığı ve yad ellerde kalabalık akraba ve maiyetinin geçimi de kendi üzerine kaldığı için sıkıntıya düştü.
 
SON PADİŞAH GURBETTE VEFAT EDİYOR
 
15 Mayıs 1926 gecesi, İtalya’nın San Remo şehrinde kaldığı evde, aile efradını ve hizmetlileri akşam namazından sonra odasında toplamış sohbet ediyordu. Zaten o gün Nice’ten müjdeli bir haber ulaşmıştı. Kızı Sabiha Sultan’ın bir kız çocuğu dünyaya gelmişti. Padişah bir ara, “Haydi yatsı namazlarınızı kılınız da geliniz, sohbetimize yine devam ederiz” demişti. Ancak daima yanında bulunan ve hizmetlerine bakan hanımı Nevzad Hanımefendi tekrar odaya girdiğinde, kendisini uzandığı şezlongun üzerinde vefat etmiş bulmuştu.
Yastığının altında parasızlıktan alamadığı ilaç reçeteleri çıkmıştı. Çevredeki esnafa olan borçlar sebebiyle eşyasına ve tabutuna haciz konuldu. Cenaze tam 1 ay kaldırılamadı. Damadı Ömer Faruk Efendi’nin, babası Halife Abdülmecid Efendi’den istediği para gelince bakkal, manav ve diğer esnafa olan borçlar ödendi. Teçhiz, tekfin ve otopsi masraflarını da kızı Sabiha Sultan mücevherli küpelerini satarak ödedi.
 
NE MUTLU ONA, ÖLÜM GİBİ BİR NİMETE KAVUŞTU…
 
Sultan’ın tabutunun Villa Magnolia’nın salonlarından birinde haftalarca beklediği o günleri, hanımı Nevzad Hanımefendi şöyle anlatıyordu: “Bulunduğum katın bir odasında bir tabut var. Günlerden beri duruyor. Bu tabutta Osmanlı Hanedanı’nın son sâkıt hükümdarı Altıncı Mehmed yatıyor. Mehmed Vahîdeddin, benim kocam... Talihin hayat yoldaşı diye karşıma çıkardığı insan… Ölümüne acıyor muyum? Bilmem... Ortada birdenbire kırılmış itiyatların boşluğu var. Bu boşluğu etrafımda duyuyorum… Fakat bendeki asıl kuvvetli his, acımaktan ziyade gıpta etmek...
- Ne mutlu ona, diyorum, ölüm gibi bir nimete kavuştu.” (Nevzad Vahîdeddin, Vahdettin’in Dördüncü Kadınefendisi Nevzat Vahdettin’in Hatıraları ve 150’liklerin Gurbet Maceraları: Yıldız’dan Sanremo’ya, İstanbul 1999.)
Nihayet 15 Haziran’da merhum Padişah’ın tabutu üzerine konan hacizler kalkmıştı. Tabut, bir atlı yük arabası ile villadan alınarak San Remo tren istasyonuna götürüldü. Trenle Trieste’ye götürülerek bir geminin ambarına konuldu. 17 Haziran’da demir alan gemi  4 gün sonra Beyrut Limanı’na ulaştı. Buradan 26 Haziran 1926 Cuma günü özel bir trenle Şam’a götürüldü. İstasyonda cenazeyi, o zamanki Suriye hükûmet başkanı ve Sultan II. Abdülhamid Han’ın eski damadı Ahmed Nami Bey, hükûmet erkânı ve Şam halkı karşıladı. Tabut bir arabaya yerleştirilerek defin yeri belli olana kadar kalmak üzere Sultan Selim Camii’ne getirildi.
Suriye o vakitler Fransız mandası altında olduğundan Fransızlar, defin yerine ve merasime kimlerin katılıp katılmayacağına kadar karıştılar. Nihayet Padişah’ın cenazesi vefatından en az 49 gün sonra, Sultan Selim Camii haziresine defnedilebildi.
Sürgündeki Osmanlı Hanedanı’nın bir vefat durumunda ne yapacaklarını şaşırdıkları ve defin için organize olmakta zorlandıkları bu ilk vakada, ne yazık ki koca Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı ve bütün dünyadaki Müslümanların halifesinin naaşı, sıcak havanın da tesiriyle maalesef kokmuştur.
 
HAKKINDA EN ÇOK KONUŞULAN PADİŞAHLARDAN
 
Belki de yeni devletimizin kuruluş yıllarındaki geçiş döneminin hükümdarı olduğu için, hakkında en çok yazılıp çizilen padişahlar içinde sanırım II. Abdülhamid Han’ın ardından Vahîdeddin Han gelmektedir. Şimdi sizlere bu yazılanlardan müspet yönde olanlarının üç tanesinden söz edeceğim. 2013 yılında vefat eden gazeteci, yazar Mehmet Ali Birand. 5 Mart 2005 tarihli Posta gazetesindeki makalesinde şöyle diyordu:
“Bizim kuşağımız Osmanlı imparatorluğunu öğrenmedi, dolayısıyla anlayamadı. Koskoca bir imparatorluğun başarılarını hissedemedik. Sadece çöküşünü bilir olduk. Sadece kötü yanları konuştuk. Hele son Padişah Vahideddin kadar yerden yere vurulanı olmamıştır. Ne kızıllığı kalmış ne hainliği.
Kendi kendime hep sormuşumdur: Neden? Neden resmî politikaya inanıyoruz?
Beni resmî rüyadan uyandırıp gerçeklerle tanıştıran insan, Vahideddin’in torunu Hümeyra Özbaş oldu. Aldatıldığımızı, toplum olarak yanlış yöne götürüldüğümüzü anladığımda çok geçti.”
 
ECEVİT’İN İFADELERİ
 
Çeşitli hükûmetlerde yedi seneye yakın başbakanlık yapan ve 2006 yılında vefat eden Bülent Ecevit, bir gazetede çıkan mülakatıyla ilgili olarak 17 Temmuz 2005’te Hürriyet gazetesinin sorularına şöyle cevap veriyordu:
“Ben Vahdettin için hiçbir zaman hain demedim. Çünkü ne kadar zor koşullar altında padişahlık yaptığını biliyorum. Ülke işgal altındaydı. Ordusu kalmamış. Bu koşullar altında bile birçok önemli iş yaptı.”
Sefa Kaplan’ın 18 Temmuz 2005 tarihli Hürriyet gazetesinde, tarihçilerin yorumlarını aktardığı yazısında Şahbaba kitabının yazarı Murat Bardakçı şöyle diyor:
Bir hükümdarın devletine ihaneti ile sıradan bir insanın kendi evini yakması arasında hiç fark yoktur, zira hükümdarlar devletin kendilerine Allah’ın lütfu olduğuna inanırlar ve devleti mülkleri olarak görürler. Vahdettin her şeyin bittiği bir anda, 4 Temmuz 1918’de tahta geçti, üç ay sonra, 30 Ekim’de Mondros Mütarekesi’ni imzalayıp teslim olduk. Yani, dünya savaşının ve yenilginin Vahdettin ile hiçbir alakası yoktur.”
 
YAKIN TARİHİMİZLE BARIŞMA ZAMANI
 
Ne yazık ki önceki birkaç nesil insanımızın beyni, okullarımızdaki tarih derslerinde yıllarca, Cumhuriyet’in gökten zembille indiğini sanan sakat bir anlayış ile yıkanmıştır. Ama aradan neredeyse bir asra yakın bir zaman geçti. Artık tarihe mal olmuş hadiselere bağnazca yaklaşarak yakın geçmişimizi, Osmanlıya karşı bir nefret aracı hâline getirmekten bütünüyle kurtulmamız lazımdır. Yoksa böylesine çıkmaz bir sokağa girerek insanımızı kamplara ayırmak kimseye bir fayda getirmez...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.