Bir vesayet aracı olarak hukuk

A -
A +
Av. Cengiz Gülaç
 
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” hükmü esas alınarak kurulmuş bir cumhuriyetin zaman içinde hâkimiyetin ve halk iradesinin Meclis eliyle değil de yetkili organlar eliyle nasıl kullanıldığını görüyoruz. Tek Parti Dönemi ve uygulamaları bizatihi vesayet rejiminin müşahhaslaştığı bir devirdi.

 

Hatırlarsınız bir ay evvel şahsi sosyal medya hesabından üyesi olduğu Anayasa Mahkemesinin fotoğrafını “ışıklar yanıyor” ifadesiyle paylaşan Engin Yıldırım, kamuoyunun tepkisini üzerine çekmişti. Andy Warhol’un “Bir gün herkes 15 dakikalığına şöhret olacaktır” sözü sanırım tam da bugünleri tasvir ediyor. Sosyal medya, başta ergenler olmak üzere şöhret açlığı çeken herkese kısa süreliğine de olsa şöhret olma imkânı sunuyor.  Bu aforizmadan aldığı cesaretle şöhret açlığını gideren Yıldırım’ın “Yeni Çağ”ın hastalığı hâline gelen sosyal medya fenomeni olma hevesi üzerine belki de çok fazla konuşmaya gerek yoktu. “Işıklar yanıyor” dedikten sonra gelen tepkiler üzerine geri adım atan ve niyetinin bir yerde ironi yapmak olduğunu ima etmeye çalışan, Anayasa Mahkemesi gibi ciddi bir kurumda üyelik makamını işgal eden Yıldırım’ın gerçekten tek derdi sosyal medya fenomeni olmak olsaydı, kendisine Francis Bacon’ın sözünü hatırlatır ve kendisini çok fazla ciddiye almazdık: “Hâkimlerin nükteci olmaktan ziyade, bilgin olmaya; alkıştan ziyade, saygı toplamaya; kendine güvenmekten ziyade, öğüt almaya meyletmesi lazımdır.”

Vesayetin hemen hemen her çeşidini acı bir şekilde tecrübe etmiş bir demokrasi geleneğinden gelen halkımızın Engin Yıldırım’a gösterdiği tepkiyi anlamak hatta bu tepkilerin arka planını iyi okumak gerekir.
 
VESAYET MEFHUMU
Vesayet kavramı, korunmaya muhtaç kişilerin korunma altına alınması anlamına gelen “vasi” kökünden türetilmiştir. Millet iradesinin sandık eliyle tecelli ettiği gelişmiş demokrasilerde bireylerin iradesinin kurumlar eliyle koruma altına alınması beklenmez. Çünkü orada birey, kendisine verilen yetki ve makamların halka hizmet için bir araç olduğunun bilincinde olacak şekilde bir eğitimden geçirilir. Makamı değil, insanı önceleyen bu zihni kodlama, yöneticilerin, kanun ve yetkiler çerçevesinde hareket etmelerini sağlar; sınırlarını aşmalarını engeller.
Ancak bizimki gibi vatandaşını birey ve yurttaş olma bilinci/sorumluluğu ile değil de bir “süper kahraman” edasıyla gerekenden çok daha fazla bir şekilde motive ederek yetiştiren sistemlerde, fertler hasbelkader bir makama geldiklerinde kendilerini ülkenin sahibi ve tabii olarak koruyucusu gibi görürler. Halk için halka rağmen kullanılan vesayet kurumlarıyla, millet iradesi bu sözde koruyucuların eline geçmiş olur. Bu noktada insana hizmet için ihdas edilen kurumlar ve makamlar, bir araç olmaktan çıkıp kutsanan dolayısıyla makam sahibini de dokunulmaz kılan bir ceberut karaktere bürünür.
 
TEK PARTİ DEVRİ UYGULAMALARI
Tek Parti Dönemi ve uygulamaları bizatihi vesayet rejiminin müşahhaslaştığı bir dönemdir. Bu devirde yapılan uygulamalar aradan kaç kuşak geçmesine rağmen hâlen insanımızın kolektif hafızasında canlılığını korumakta, vesayet nedir sorusuna müşahhas misalleri içermektedir. Sonrasında her ne kadar çok partili bir sisteme geçilse de vesayet rejiminin kurum ve kuruluşları çok yakın zamanlara kadar tüm heybetiyle sosyal, siyasal ve hatta ekonomik hayata her türlü müdahaleyi tabii bir şekilde yapma kudretini ve hakkını kendisinde bulmaktaydı. Bu bağlamda “Cumhuriyet tarihimizin, çok partili döneminin de bir yerde kurumların vesayetinin tarihidir” şeklindeki önermemizin çok da abartılı olmadığını siz okuyucularımız da kabul edeceksinizdir. Hukukçuların hatta tüm devlet memurlarının temsil ettikleri kurumları birer vesayet organı hâline getirdiği yaşı müsait olanların bildiği bir durumdur.
Yargı vesayeti dendiğinde, akla genelde 28 Şubat postmodern darbe sürecinde Genelkurmay’da askerleri ayakta dakikalarca alkışlayan yüksek yargı üyeleri akla gelir. Ancak tarihe baktığımızda hemen hemen her dönemde de yargının vesayet görevini bihakkın yerine getirdiğini görmekteyiz. 1961 yılında Yassıada yargılamalarıyla tarihimizin utanç sayfalarında yer alan hâkimlerin kurucusu olduğu Anayasa Mahkemesi 2009 yılına kadar resmi internet sitelerinde şu satırların yer almasından herhangi bir rahatsızlık duymamıştı:
“…, Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi. İlk kez 1961 ve ondan sonra da 1982 Anayasası’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülmesiyle birlikte TBMM, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır...”
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” hükmü esas alınarak kurulmuş bir cumhuriyetin zaman içinde egemenliğin ve halk iradesinin Meclis eliyle değil de yetkili organlar eliyle nasıl kullanıldığını görüyoruz. Daha vahim olanı ise sadece kısa bir alıntı yaptığımız bu metin 2009 yılına kadar Anayasa Mahkemesi’nin resmi internet sitesinde duruyordu! 12 Eylül Darbesi’nden sonra yapılan yeni anayasa için darbecilerin başı Kenan Evren şu sözleri söylemişti: “Öyle bir anayasa yaptık ki, bir daha darbe yapmaya gerek kalmayacak!”
Her yıl siyasi iradenin fırçalanmasına dönen “Adli Yıl Açılış Törenleri” artık gündemimizde değil diye çok fazla hatırlamıyoruz. Oysa geçmişte bu törenlerde serdedilen fikirler aslında vesayet rejiminin anlaşılması için önemli ipuçları içeriyor. Adli yıl açılış konuşmaları ilk defa 1943 yılında yapılmıştı. Bakınız bu ilk törende, Yargıtay Başkanı İbrahim Özyörük muhtemelen dönemin tek parti yöneticilerine destek olmak ve sadakat arz etmek için ne diyor: “Müsaade buyurunuz da, sözlerime başlarken buradan, Cumhuriyet Hükûmetimizin beni, sayın Temyiz Heyetinin en yüksek mevkiine getirmekteki lütufkâr teveccühünden ötürü duyduğum bahtiyarlığı ve şükranı da arz edeyim.”
Yargıtay Başkanı’nın sonraki yıl açılış konuşmasındaki şu ifadeler de dikkat çekici: “Bu tatlı hatıraların en nadide ve en çok gurur verici olanı, Milletimizin Büyük Şefi'nin Temyiz Mahkememizi ziyareti teşkil ediyor. Bu suretle hadiseyi Temyiz için uğurlu bir devir başlangıcı saymaktayız. Ve çünkü biz biliriz ve takdir ederiz ki, Devlet Reisi’nin, bu işe gösterdiği yakın ve sıcak ilgi, milletçe yükselme yolunda bulunduğumuzun müspet ve münakaşa kabul etmez delili ve teminatıdır.”
14 Mayıs 1950 yılına gelindiğinde seçimlerde CHP’nin iktidarı Demokrat Parti’ye devrettiğini görüyoruz. Yeni Yargıtay Başkanı Mustafa Fevzi Bozer, Adli Yıl Açılış Töreni’nde sözlerini şöyle tamamlıyor: “Yargıç var, güven ile göğüslerini şişirerek hükümdarlarına meydan okuyan milletler her zaman medeniyet sahasının ön safında yer alacaklardır. Millete bu ruh hâleti oluşturmaya muvaffak olan yargıç, millete bu ön saftaki yeri hazırlayanların başında gelir. Bu mazhariyete ermek adli hayatımızın son gayesi ve yegâne şeref pâyesidir. Salim vicdanlarınızın bütün heyecanıyla bu gayeye doğru yürürken hepinize parlak başarılar dilerim.”
 
ADLİ MEYDAN OKUMA!
1950’den sonra halkın iradesi sandıkta tecelli etmeye başlamıştı ancak meydan okumalar ve iktidarlara yargı bağımsızlığını hatırlatmalar, parmak sallamalar sonraki yıllarda yapılan konuşmaların ana teması olmaya başlıyordu. Dolayısıyla hukukun üstünlüğünü dert edinmek gibi analiz ve değerlendirmelere pek tabii ki yer kalmıyordu.
1949 ve öncesinde yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı bir dert olarak karşımıza çıkmıyor. Mahmut Esad Bozkurt’un söylediği gibi “devrimleri hayata geçirmek Türk yargısının yegâne gurur kaynağı” olabilirdi. İşte 1950’de bu misyona uzak bir siyasi hareket iktidara geldiği zaman yargı bağımsızlığı hatırlandı. Ancak ne hazindir ki “yargı bağımsızlığı”ndan anlaşılan, halkın iradesinin tecellisi olan meşru hükûmetlere meydan okumak oldu.
Yakın dönem hukuk tarihimizin hangi esaslara dayandığına bakarak işbu makalede muradımızın asla ve de kat’a siyasi iradenin ve devlet idaresinin yargı denetimine kapalı olması anlaşılmamalıdır.  Tam tersine, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmazı tüm kurum ve kurullarıyla idarenin yargı denetimine tabi olmasıyla güçlü bir kuvvetler ayrılığı ilkesi bizim savunduğumuz bir durumdur. Justinianus Kanunları “Hiçbir şey devlete, yasalara saygılı olmak kadar yaraşmaz.” der.
“411 El Kaosa Kalktı” manşetleriyle lojistik desteği arkasına alan Anayasa Mahkemesinin yakın geçmişteki “Başörtüsü kararı” ucube bir yargı kararı olarak hafızalarımızda halen tazeliğini koruyor. Tek başına iktidar olmuş bir partinin sadece ve sadece bir oyla kapatılmaktan kurtulduğunu hatırlayalım. Unutmayalım ki kendisi de eski bir yüksek yargı mensubu olan Sabih Kanadoğlu’nun fikir babası olduğu,  hukuk mantığını iğdiş eden “367 dâhiyane fikri”ne mal bulmuş mağribi gibi atlayan, bir yerde emir telakki eden bir Anayasa Mahkemesiyle fazla değil sadece on yıl önce birlikte yaşıyorduk!
 HerbertClark Hoover sözünü hatırlayalım: “Kanunları sadece hâkimler biliyorsa o memlekette hukuk yok demektir.” Bizim hâkimlerimiz sadece kanunları bilerek adil olabilecekleri zannettiler. Adalet duygusundan yoksun bir hukukçudan daha kötü ne olabilir ki?
 
ESKİ GÜNLERİ HATIRLATTI
Her musibette bir hayır vardır derler ya Engin Yıldırım meselesi de hepimize hukukun bir vesayet aracı olarak kullanılmasının oluşturduğu travmaları yeniden hatırlatması bakımından kanaatimce hayırlı oldu. Ayrıca şunu da ifade etmeliyim ki Yıldırım’a gösterilen tepkiler halkımızın geldiği bilinç düzeyini göstermesi bakımından beni ziyadesiyle mutlu etti.
Darbelerin ve vesayetin tarihi olan yakın geçmişimizde bugün gösterdiğimiz demokratik tepkiyi gösterebilseydik belki çok daha sağlıklı bir demokrasimiz olurdu. Ancak hiçbir şey için geç değil. Halkımızın acı tecrübelerle elde ettiği demokrasi müktesebatı ve bunun yansıması olan olgun tepkiler vesayet odaklarının gözünü korkutsa da bizim geleceğe daha güvenle bakmamıza vesile oluyor. 
Belki toplum olarak, liderlerin idam sehpalarına gönderilmesinden darbenin her türlüsüne, çok bedel ödedik ancak mücadele etmeden “hak” olan halkın iradesinin tecelli etmeyeceğini de öğrenmiş olduk…
Tıpkı 15 Temmuz gibi!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.