Niye nefret ediyorsun beyefendi?

A -
A +
Geçen gün telefonum çaldı.
Arayan bende numarası kayıtlı olmayan biriydi. Açıp açmama arasında kısa bir tereddütten sonra telefonu açtığımda kaşı tarafta diksiyonu hayli düzgünce bir beyefendi vardı. Hemen söze girdi:
-Meryem siz misiniz?
Evet benim, buyurunuz, dedim. Beyefendi gayet ciddi:
-Telefon numaranızı bir arkadaşımdan aldım, sizden nefret ettiğimi söylemek için aradım. Sizden hakikaten nefret ediyorum!
Ne diyeyim şimdi, telefonda kimse ile tartışmak istemem, hem kim bu adam? Bu insana nefret ettirecek ne yapmış olabilirim ki? Titrek bir ses ve endişe içinde:
-Beyefendi, siz kimsiniz? Benden niye nefret ediyorsunuz? Deyiverdim.
Beyefendi bir kahkaha atarak, bir solukta:
-Meryem, ben Yavuz Bülent Bâkiler, telefon numaranı Genel Yayın Yönetmeniniz İsmail Kapan’dan aldım… Türkiye’de yazıyormuşsun, ne kadar isabet olmuş… Türkiye gazetesinde uzun yıllar ben de yazdım. Şimdi o sütunlarda senin de yazmana çok sevindim.
Bu ilginç telefon konuşması açılışından sonra Yavuz Ağabey ile uzunca bir sohbet ettim zira kendisini 14-15 yaşlarından bu yana tanırım. “Türkistan Türkistan” adlı eseri çıktığında okumuş ve kendisine bir mektup yazmıştım. Yavuz Ağabey yanlış hatırlamıyorsam o yıllarda Kültür Bakanlığı Müşaviriydi. Hiç üşenmemiş bana dört sayfa cevap yazmıştı. Çok okumam, yazmam, bir kütüphaneye sahip olmam kabilinden daha pek çok tavsiyede bulunmuştu.
Sonra Edebiyat Fakültesinde iken bitirme tezimi Yavuz Bülent Bâkiler’in şiir kitapları üzerine yapmış ve kendisiyle bir söyleşide bulunmak için Kadıköy’deki evlerine gitmiştim. Muhterem eşleri Ayşe Abla, beni dört bir yandan Marmara’ya bakan genişçe salonlarına almış ve beklemeye koyulmuştum. Salon ağzına kadar kitap doluydu. Ülkenin yaşayan en büyük şairlerinden birisiyle söyleşi yapacaktım ve çok heyecanlıydım.
Ses alma cihazını bir fiskos sehpaya yerleştirmiş konuşmaya başlamıştık. Bu sırada Ayşe Abla bize kahve yapıp getirmişti. Aman Allah’ım, korktuğum başıma gelmiş ve ben kahve fincanını devirivermiştim. O mahcubiyeti hiçbir zaman unutamadım!..
Aradan nice zaman geçtikten ve bendeniz yazıp çizmeye başladıktan beş on sene sonra bir programda karşılaştığımızda kendisine Ayşe Abla'yı sordum. Yavuz Ağabey bir ciddileşti bir ciddileşti ve:
-Ayşe Ablan sana bir kızgın, bir kızgın ki sorma. O fiskos örtüsünü çitiliyor çitiliyor ama döktüğün kahve lekesini çıkaramıyor!
Arkasından gülmeye başlıyor. Döktüğüm kahveyi unutmamış!
Yine bir gün eşimle Ankara’da elimizde kitap poşetleriyle yürürken Kızılay’da karşılaştığımızda, elimizdeki kitaplara bakarak:
-Çok ayıp, insan fındık fıstık, çerez merez alır yer, şimdi bunlar nedir? Demişti…
Telefonda, “Meryem diyor, Kur’ân-ı kerim biz Müslümanlara -sanki- “okumayın” dediği için okumuyoruz, oku deseydi mutlaka okurduk(!) Geçen gün yayıncım doğduğun şehir Sivas’ta senin kitapların en az satılıyor deyince ona, Sivas, Türklüğü ve Müslümanlığıyla öne çıkmış bir şehir, o yüzden okumuyor, dedim!
Yavuz Ağa, bugün tersinizden mi kalktınız? Diye soruyorum…
(Aslında ben hep Yavuz Ağa derim kendisine.)
-Evet artık her şeyi tersinden yorumluyorum. Düzünden anlatınca anlamıyor insanlar, etkili de olmuyor, 82 yaşına bastım, bir de bu yönden yürüyeyim, diyor.
Bu anekdotu yazacağım dediğimde ise yazı çıktığı gün kendisine haber vermemi istiyor. Türk Edebiyatının yaşayan en büyük şairlerinden Yavuz Bülent Bakiler’i tanımaktan her zaman şeref duydum. O şiir vadisinde dev bir çınar. Onun şiirleri hâlâ kuşakları etkilemeye devam ediyor.
Uzun ömürler diliyorum Yavuz Ağa’ma...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.