Liberal düzenin kurtarıcıları zorda

A -
A +
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron seçildiğinde, Batı medyası onu “liberal düzenin kurtarıcısı” olarak “yeni bir siyasetçi tipi”nin öncüsü şeklinde tanımlamayı seçmişti.
Rotschild’de çalışarak bankacılık sektöründe deneyim kazanmıştı. Uluslararası mali danışmanlık görevlerinde milyarlarca dolarlık satış dosyaları yönetmişti.
Macron’un bu kariyeri, onu hızlı bir şekilde Cumhurbaşkanı François Hollande’ın önce danışmanı, ardından genel sekreteri ve sonrasında da Ekonomi ve Sanayi Bakanı olmasını beraberinde getirdi. Bu süreç Macron’un, Fransa’nın Napolyon’dan sonra en genç devlet başkanı seçilmesinin yolunu açtı.
Macron’u siyasete hazırlayanlar, siyasi konjonktürün değiştiğini ve seçmen algılarının bu iklime göre yeniden şekillendiğini söylüyorlardı.
Geleneksel siyasal parti yapılarının, kanıksanmış siyasi söylemlerin, yerleşmiş ideolojik tutumların işe yaramadığı argümanı üzerinden yeni bir “model”e ihtiyaç duyulduğunu da tavsiye ediyorlardı. 
Tavsiyeleri iyi dinlemiş olacak ki; Macron da 2016’da yola çıkarken, amacını sağ ya da sol siyaset değil, Fransa halkını birleştirmek olarak açıkladı.
Bu anlamda, mevcut Fransız siyasetinin kodları bir tarafa bırakılmalıydı. Geleneksel bir siyasi parti formatı iş görmeyeceğine göre, yeni bir siyasi “model” olarak “Yürüyüş Hareketi” (En Marche) zamanın ruhuna uygun olarak kuruldu.
Ekonomik reform vaadi, kampanyasının özünü oluşturuyordu. İş dünyası yanlısı politikalar izleyeceği sözünü  vermekten de geri durmuyordu.
Piyasa yanlısı vaatlerinden dolayı Fransa iş dünyası, aradıkları taze kanı bulduklarına inanıyorlardı.
Macron, halkın beklentilerine de popülist vaatlerle karşılık verdi. Kamu harcamalarını azaltacak, yatırımları artıracak, piyasa canlanınca da işsizlik azalacak, ücretler yükselecekti.
Yani her kesime mavi boncuk dağıtıyordu.
Eskiden Sosyalist Partide siyaset yaptığı için bu kimliğini; işsizleri, büyük kentlerin banliyölerinde yaşayanları ve toplumda dışlanmaktan bıkmış çoğu Afrika kökenli gençleri tavlamada kullanıyordu.
“Soldan geliyorum, ama sol-sağ bölünmenin bugün doğru olduğuna inanmıyorum” cümlesinin hemen ardından liberal kimliğini öne çıkarıyor, sağ ve sol bölünürse radikaller güçlenir argümanını devreye sokuyordu.
Avrupa Birliği’ni dağılmaktan ancak kendisi kurutabilirdi. Fransa’daki seçimi  Le Pen’in kazanması durumunda Fransa’nın “Frexit”e gidebileceğini söylüyordu.
Avrupalı siyaset bilimcilerin, sosyo-liberal ve pragmatik bir siyasi hareket olarak tanımladıkları Macron’un Yürüyüş Hareketi; popülist siyasetin tüm imkânlarını kullanarak, medyanın, iş dünyasının, AB’cilerin ve küreselcilerin büyük desteği neticesinde, 2017 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyların %66’sını aldı.
Ancak seçimlerin ardından bekleneni veremedi. Sözlerini tutamadı. Giderek inanılırlığını ve prestijini yitirdi. Fransız halkı, güvenini yitirdiği ve bekleneni veremeyeceğini gördüğü için son bir senedir sokaklarda.
Sarı Yeleklilerin öfkesi günden güne artıyor. Geçen hafta, bir milyona yakın insan sokaklara indi. Tüm kamu sektörlerinde greve gidildiği için devlet durdu.
“Liberal düzenin kurtarıcısı” olarak pazarlanan ancak uluslararası siyasette giderek dalga konusu hâline gelen Macron, küresel destekçilerini hayal kırıklığına uğratmış durumda. İşte son NATO zirvesinde, “beyin ölümü” tartışması, Macron’u daha da itibarsızlaştırdı. Macron’un kendi “beyin ölümü”nün gerçekleştiği kendi ülkesinin medyası tarafından da alay konusu hâline getirilmiş durumda.
Yazıyı Türkiye’ye bağlayarak bitirelim: Yerel seçimler ve sonrasında pazarlanmaya çalışılan yeni siyaset tarzlarına ve siyasetçi modeline, bir de bu gözle bakmakta fayda var. Türkiye kısmı başka bir yazıya kaldı...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.