​İdlib saldırısı ve Türkiye’nin tavrı

A -
A +
15 Temmuz ABD ile ilişkilerimiz açısından bir milattı. Zira ABD’nin FETÖ’ye on yıllardır verdiği destek ve sonunda gelinen nokta malum olmuştu. Kesin olarak biliniyordu ki darbe girişimi ile ABD’nin doğrudan ilişkisi vardı. İşgalin başarısız olmasına ve irtibatlı olduklarına dair belgelerin sunulmasına rağmen ABD yolundan asla dönmedi. Hatta neden başarısız olduk psikozu içerisinde Türkiye’yi başka yollardan çökertmek sevdasına kapıldı. Ondan sonra da ABD ile ilişkiler bir türlü düzelmek bilmedi. Siyasi, istihbarat ve ekonomi başta olmak üzere her alanda bir savaş dönemi geçirdik neredeyse…
İşte böyle bir vaziyet karşısında kalan Türkiye bilhassa kangren hâline gelen Suriye meselesi yüzünden, Rusya ve İran ile devamlı iyi ilişkiler geliştirmek ve ittifak oluşturmak durumunda kaldı.
Suriye krizini çözmek adına Astana ve Soçi’de Türkiye, Rusya ve İran arasında yapılan görüşmeler, Suriye açısından olduğu kadar uluslararası sistemin çok aktörlü varlığını ve alternatif diplomatik imkânlarını ortaya koyması açısından anlamlı idi. Kandan ve petrolden beslenen Batılı siyasal düzene alternatif diplomatik çabalar olarak ön plana çıkan Astana ve Soçi zirveleri en azından Suriye’de uzun müddet daha büyük felaketlerin önüne geçti. Bu noktada İran samimi olabilse muhtemelen kesin bir çözüme de ulaşılabilirdi.
Yine bu sayede Türkiye Fırat’ın doğusunda Suriye sınırı boyunca “güvenli bölge” oluşturulması konusunda adımlarını rahat atabilmiştir. Fırat Kalkanı operasyonundan sonra 2018’de Zeytin Dalı ve 2019 Barış Pınarı harekâtları ile büyük ölçüde istediğini aldı. Zira Suriye’de gelişen hadiseler, bu ülke ile yaklaşık 900 km sınırı olan Türkiye için felaketti. Türkiye muhakkak bu bölgede inisiyatif almak zorunda idi.
İşte Rusya ile bu yakınlaşma, hep Türkiye’nin ABD’yi silip Ruslara angaje olması veya onun güdümüne girmesi olarak değerlendirildi.
 
Yeni Türkiye’yi tanımak!
 
Hâlbuki 15 Temmuz sonrası çıktığım TV’lerde Türkiye’nin yeni dış politikasını yorumlarken şöyle bir tahlilde bulunmuştum.
“Türkiye bir İstiklal Harbi veriyor. Bağımsızlık savaşı yapıyor. Artık eski Türkiye olmayacak. Türkiye yeni konumu ve hareketleri ile ABD’ye, 'Ben artık devletim. Her on yılda bir dizayn ettiğin, istediğin zaman darbe yaptırdığın, istediğin zaman işgale kalkıştığın bir ülke değilim', mesajını vermektedir...
Durum böyle olunca ABD ile arasına mesafe koyup Rusya ile birlikteliğini devletimizin yeni hâkimi olarak görmeyin” diye de ikaz etmiştim. Zira bu anlayış son derece yanıltıcı olurdu.
“Türkiye artık iş birliği yaparken bağımsız bir devlet gibi duracaktır. Öyle hareket edecektir. Hiç kimsenin boyunduruğu altına girecek değildir. Net tavrını gösterecek menfaatlerini göz önünde tutacak karşı tarafa da husumet göstermeden adımlarını atacaktır. Bu yeni siyaseti hissedelim” demiştim.
Açıkçası İdlib’de yaşanan hadiselerin değerlendirilmesinden Türkiye’nin bu yeni tavrının ne içeride ve ne de dışarıda anlaşıldığını görüyorum.
İçeride maalesef esaret zihniyetine alışmış bir kitle var. Bunlar kimin yanına gitseniz seni derhâl onun peyki hâline gelmişsin gibi değerlendiriyor. Öyle ki, kölelik ruhuna işlemiş. Bağımsız bir duruş göremiyor, sezemiyor.
Ortaya çıkan bütün krizlerde "ABD ne der, Putin ne söyler?" ifadesini papağan gibi zikretmekten başka bir şey bilmiyor.
Suriye’de bir harekât başlatıyorsunuz. Derhâl ABD buna mutlaka bir cevap verecektir. Ateşle oynuyoruz yaygarasını basıyor!
Libya’da bir duruş sergiliyorsunuz. “Efendim Rusya çok haksız ama güçlü, onun karşısında nasıl durabiliriz? Onu da mı kaybedeceğiz?” demekten başka bir yorum bilmiyor.
Bu kadar teslimiyetçi bir kafa kimde görülür? Elbette tarihi bilmek gerekir! Türk'ün şanlı devirlerinden haberi olmayanlar son iki asırdır Rusya ve Avrupa karşısında ezilmiş durumlarına bakarak hep aynı olacağını düşünen zavallılardır. Bunlar Batı'nın uşağı olmaktan her emirlerine başüstüne demekten hicap duymazlar.
Aslında her devlet görevini ifa ediyor. Kendi devletini anlayamayan muhalefet ve aydın grubu sadece Türkiye’de var. Bakınız Kasım Süleymani, ABD tarafında öldürüldü diyerek üzüntü içine düşen Türk aydınları vardı. Oysa adına Kudüs Gücü Komutanı deyip Sünni İslam dünyasında katliamlar gerçekleştiren bir zalimdi. Nitekim Suriye’deki İran güçleri, ABD’yi vurmak yerine Kasım Süleymani’nin adını yazdığı füzelerle Suriye’de Müslüman katliamı yapmaya devam etmektedir.
Hâlâ İran’ın neye ve kime hizmet ettiğini anlayamayanlara ne demek gerekecektir? Bütün bu gerçeklere rağmen İran’la Diyanet yetkililerinin yaptığı anlaşmanın fecaatini düşünmek gerekir. İkincisi ise eğitimin ne kadar önemli olduğunu anlamak durumundayız.
 
Rusya’ya uyarı
 
Yetişen nesiller millî olmaktan uzaklaşırsa ülkesinde darbe olduğunda kendi seçtiğinin alaşağı edilmesi onu rencide etmez. O sadece efendisinin gücünü görmekte kendisini yok saymaktadır. Haksız da olsa efendisidir, ona karşı gelmek olmaz. Başüstüne demek gereklidir.
İnanın TV’ler böyle teslimiyetçi ruhsuz kalıplardan geçilmiyor. Bunların bu milletin nesillerine verecek zerre bir şuur, bilinç ve ülkesini savunacak gayret ve yiğitlik vermesi mümkün değildir. Bunlar okumuş, yerine göre akademisyen olmuş ama şahsiyeti gitmiş simalar.
Oysa Türkiye son üç yıldır onların düşündüğü bir yapıda değildi. Nitekim son İdlib olayı tezimin doğruluğunu ortaya koydu. Bir şamar gibi yüzlerine çarptı. Anlayabildiler mi bilmiyorum!
Gerçek şu ki Türkiye, ABD’nin Suriye’deki akılalmaz politikaları, PKK-PYD gibi güçleri desteklemesi, DEAŞ gibi örgütleri çıkarması, bölgeyi kan ve ateş içerisinde bırakması ve hatta Türkiye’yi dahi bir bölünmenin eşiğine getirmesi yüzünden siyasetini değiştirmiş ve Rusya ile ortak hareketlere girişmişti. Nitekim uzun bir süredir Rusya ile birlikte hareket ederek yerine göre desteğini alarak bazı harekâtları gerçekleştirdi.
Ancak Barış Pınarı Harekâtı'ndan beri Rusya’nın verdiği sözlerin hilafına olarak, Suriye’de rejim güçleri ile oynadığı aktif rol ve Libya’da da el altından Hafter’i desteklemesi Türkiye’nin gözünden kaçmıyordu.
Sayın Cumhurbaşkanımız bir süredir Rusya’nın verdiği sözleri tutmadığını net bir biçimde dillendiriyordu. Buna rağmen çözüm süreçlerine ve yaptığı ikili-üçlü anlaşmalara sonuna kadar bağlı kalmakta devam etti. İşte bazıları bunu hep teslimiyetçilik olarak görmekte ve hükûmeti yıpratmak adına her yolu denemekte idiler. Hâlbuki diplomaside haklı olmak ve haklı kalmanın birinci adımı budur.
Son olarak Rusya’nın Türkiye’ye karşı sözünü tutmadığı son hareketi 4 Şubat Salı günü İdlib’deki olayla patlak verdi. Suriye rejim güçleri Türk askerlerine ateş açtı. 7 numaralı gözlem noktasının bulunduğu Serakib yakınlarındaki saldırıda sekiz şehit verdik.
İşte bu noktada Türkiye bağımsız ve güçlü bir devlet olmanın gereği ne ise anında yerine getirdi. Hiçbir devlete söylemeden hiçbir devletten izin almadan bir kısım Suriye rejimi noktalarını darmadağın etti.
Bu hareketi ile “ben devletim” mesajını tüm dünyaya vermiş oldu.
Bu arada Millî Savunma Bakanlığı, Rusya’nın "Türk askerlerinin güzergâhını bilmiyorduk" iddiasını yutmadı ve derhâl yalanladı. TSK unsurlarının nerelere gönderileceğinin önceden muhataplarına iletildiğini bildirdi. İkinci kararlı adımı da atarak Türk ve Rus askerlerinin Aynü’l-Arap’ta (Kobani) yapacakları ortak devriyeye de katılmayarak gösterdi.  
Devletimiz bu kararlılığı ile Suriye’ye “aklını başına al” Rusya’ya da “benimle oyun oynama” mesajını veriyordu.
Bu hadiseler yaşanırken baktım bizim TV’lerde korkak cüceler yine başroldeydi. Rusya ne karşılık verecekti? Rusya susmazdı. Rusya durmazdı. Neden bugüne kadar Ruslarla beraber hareket etmiştik vs. güne göre yandım bittim tavrı içerisinde ahkâm kesmekte idiler. Bunların iç dünyalarında Türkiye’ye karşı ABD veya Rusya’nın müdahale etmesi, Cumhurbaşkanımızı sıkıştırması, ülkemizi zayıflatması arzusu yatmaktadır. Bu durum olmayınca da açıkçası rahatsız olmaktalar.
Darbe çığırtkanlıkları yapan, başbakanlar idam edildiğinde sevinen insanlardan farklı bir tavır bekleme de abestir. Zira öyle yorumcular var ki, "Koronavirüs neden Türkiye’ye sıçramadı!" diye deliriyorlar. Bir vaka yakalayabilmek için çırpınıyorlar. Bir insan bu kadar mı ülkesine hasım olur!..
Oysa Türkiye’nin Rusya’ya karşı tavrı bununla da sınırlı kalmadı. Sayın Cumhurbaşkanımız Ukrayna ziyareti sırasında gayet net mesajlar verdi.
Rusya’nın Kırım’da işgalci olduğunu açık açık beyan etti. Suriye’de aleyhlerine gelişecek bir harekette çekinmeden misliyle karşılık verileceğini de ifade etti...
İşte bu mesajlarla Sayın Cumhurbaşkanımız Rusya’ya, “Ülkemizin Suriye’de ve daha birçok meselede sizinle yol yürümesini yanlış yorumlamayın. Bizim bir konuda ittifakımız asla teslimiyet manası taşımaz. Biz hakka, hukuka uygun olarak anlaşmalarını şeffaf bir şekilde yapan, sözünden dönmeyen ve haklarını savunmada korkusuzca hareket eden bağımsız bir ülkeyiz”, demek istiyordu.
Bütün bu kararlılık ve net tavırlar Sayın Cumhurbaşkanımızın nasıl bir dünya lideri olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Keşke şu duruşu bütün bakanlar, vekiller ve bütün bir millet olarak topyekûn gösterebilsek!
 
 
TEFEKKÜR
 
Erbâb-ı kemâlin yeri hâkister-i gamdır
Hâk üzre düşer meyve kemâliyle olunca
                                         Yenişehirli Belîğ
(Olgunların yeri kederin ateşli külüdür,
Toprağa düşer meyve tam olgunlaşınca)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.