Brüksel’in Türkiye’ye yaptırım gücü var mı?

A -
A +
10-11 Aralık’ta yapılacak Avrupa Birliği Zirvesi yaklaşırken, AB Dönem Başkanı Almanya’nın Başbakanı Angela Merkel, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin “umdukları gibi hareket etmediğini” bu yüzden AB Zirvesinde yaptırımların gündeme gelebileceğini açıkladı. Avrupa Parlamentosu da, Kıbrıs’ta kapalı Maraş’ın açılması gibi “kışkırtıcı eylemler” sebebiyle Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını, Ankara’nın ancak bu şekilde tekrar “diyalog ve müzakereye yönlendirilebileceğini” içeren bir kararı kabul etti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen hafta yaptığı konuşmada Türkiye’nin yerinin Avrupa olduğunu dile getirmiş ve Avrupa Birliği ile müzakerelerden vazgeçilmediğinin altını çizmişti. Bu net açıklamaya rağmen, Fransa, Yunanistan ve GKRY, Türkiye’ye sert mesajlar verilmesinin yeterli olmadığını savunarak, mutlaka yaptırım uygulanmasını istiyorlar.
Avrupa Birliği, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sismik faaliyetlerini sonlandırmasını istiyor. Bunun gerekçesini de, Türkiye’nin arama faaliyetlerini sürdürdüğü deniz sahalarının, AB üyeleri olan Yunanistan ve GKRY’nin egemenlik alanında olduğu tezine dayandırıyor. Yani AB, daha önce “bizim böyle bir çalışmamız yok” diyerek inkâr etmiş olmasına rağmen belli ki, Seville Haritası’nda Yunanistan ve GKRY’ye bırakılan alanları çoktan tanımış. Brüksel, Birleşmiş Milletler’de kaydedilmiş olan Türkiye-Libya Deniz Yetki Alanları Sınırlandırılması Anlaşmasını hiç dikkate almıyor. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye tahsis ettiği arama ruhsatlarının geçersiz olduğunu savunuyor. İki ülke arasındaki Kıta Sahanlığı Paylaşım Anlaşmasını da görmezden geliyor.
Özetle Avrupa Birliği, Türkiye’nin ancak Antalya Körfezi civarında doğalgaz arayabileceğini, bu alanın dışına çıkarsa, “yaptırım” ile karşılık verileceğini dile getiriyor.
Hâlbuki konu tamamen bir egemenlik meselesidir. Türkiye’nin kara ülkesinde olduğu gibi, deniz sahalarında da egemenlik yetkileri ve münhasır hakları bulunmaktadır. AB, devlet olmasından kaynaklanan doğal egemenlik haklarını kullanamayacağını ileri sürüyor diye Türkiye deniz yetki alanlarındaki tutumunu esnetmez. GKRY’nin KKTC’nin varlığını hiçe sayarak attığı tek taraflı adımlara göz yuman ve Yunanistan’ın -başta adaların silahlandırılması olmak üzere- uluslararası hukuk ihlallerine ses çıkarmayan AB’nin, Ankara’yı “yaptırımlarla” tehdit etmesi anlamlı değildir.
Avrupa Birliği’ni Türkiye’ye uygulayabileceği en sert yaptırım adaylık sürecinin askıya alınması ve katılım müzakerelerinin dondurulması olabilir. Bunun gerekçeleri ve yapılma yöntemi 2005 tarihli Müzakere Çerçevesinde açıklanmıştır. Bu belgede “deniz yetki alanları ihtilafı” sebebiyle müzakerelerin askıya alınabileceğini düzenlememektedir. Konsey, kendi kurallarını bozarak müzakerelerin askıya alınmasına karar verse bile, zaten son beş yıldır hiçbir ilerleme olmayan bu sürece büyük bir darbe vurulacağından da söz edemeyiz. AB bu yola girerse sadece fiilî durumu hukuki durum hâline getirmiş olur.
Bununla birlikte, müzakerelerin dondurulmasının psikolojik sonuçları olacağını söyleyenler çıkacaktır. AB ülkelerinde güç kazanan Türkiye karşıtı ve İslam düşmanı siyasi eğilimler ışığında, müzakerelerin zaten tam üyelikle sonuçlanmayacağı apaçıkken, bunların askıya alınmasının devasa etkileri olabileceği düşünülmemelidir. Müzakereler askıya alınmasa bile hâlen GKRY ve Fransa tarafından bloke edilmiş ve Türkiye’nin kabul edemeyeceği şartlara bağlanmış fasıllar mevcuttur.
Diğer taraftan, AB’nin yıllar önce taahhüt ettiği hâlde bugüne kadar yerine getirmediği Gümrük Birliğinin güncellenmesi, Suriyeli mültecilere daha çok yardım ve Türk vatandaşlarına vize uygulamasının kaldırılması gibi konulardaki mevcut hareketsiz tutumunu sürdürmesi bence bir yaptırım olarak kabul edilemez.
Türkiye’ye -özellikle ekonomik alanda- doğrudan zarar vermeyi hedefleyen bazı ilave adımların atılması ise dönüp dolaşıp AB açısından olumsuz sonuçlar doğuracağından tercih edilmemesi gereken araçlardır. Bu tür teşebbüslerin Türkiye’de, “AB’nin düşmanca tutumu” olarak yorumlanacağı şüphe götürmez.
Dönem başkanlığından ayrılmadan Almanya’nın yapması gereken üç şey var: AB üyelerinin, AB üyesi olmayan ülkelerde ilişkilerinde “otomatik olarak ve her şartta” haklı sayılamayacaklarını üyelere hatırlatması gerekir. İkincisi, Yunanistan’ı Türkiye ile istikşafi görüşmelere ön şartsız başlaması için uyarması gerekir. Üçüncüsü, AB’nin Doğu Akdeniz’deki dengelerle hiç ilgisi olmayan Gümrük Birliğinin güncellenmesi, vizeler ve göç konusundaki taahhütlerini tutmasını temin etmesi gerekir.
Türkiye’ye dayanaksız ve haksız gerekçelerle yüklenmek, coğrafyamız dolayısıyla hiçbir zaman kopmayacak olan ilişkilerimizin geleceğine sadece zarar verir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.