Suriye cephesinde son durum

A -
A +
Son haftalarda Suriye cephesi, bir yandan Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı ve sonrasında ABD ve Rusya ile imzaladığı protokoller diğer yandan DEAŞ lideri Bağdadi’nin öldürülmesi ile birlikte hareketlendi.
Rusya’nın tutumuna göre İdlib bölgesinde de yeni bir hareketlilik yaşanabilir.
Bundan sonraki süreçte neler yaşanabileceği konusunda fikir edinebilmek açısından Suriye sorununun temel aktörlerinin pozisyonlarını hatırlayalım.
Yani Türkiye, Rusya/Şam, ABD/İsrail ve İran’ın pozisyonlarını.
Türkiye’nin Suriye politikasının üç temel hedefi var.
Birincisi ve en önemlisi, Suriye topraklarının Türkiye’nin güvenliğini hedef alan terör örgütleri tarafından kullanılmasını önlemek ve terör örgütlerinin bu ülke topraklarında özerk bölge ya da devlet kurmasını engellemek.
Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran gibi komşularının topraklarında üslenmiş PKK ve türevleriyle diğer terör örgütlerinin yoğun saldırılarına maruz kaldığını hatırlarsak güvenlikle ilgili bu hedefin Türkiye’nin Suriye politikasının en üst sırasında yer almasının nedeni anlaşılır.
İkincisi, Türkiye’ye Suriye kaynaklı yeni mülteci dalgasını önlemek ve bu ülkeden gelen mültecilerin Suriye topraklarına geri dönmesini sağlamak.
Bugün açık farkla dünyada en fazla sayıda mülteci barındıran ülke konumundaki Türkiye’nin, sayıları 4 milyonu aşan mültecilerin getirdiği finansal ve sosyal yükü taşıması çok zorken, İdlib’de yaşanabilecek çatışmalar nedeniyle bu sayının artması Ankara’nın mutlaka önlemek istediği bir gelişmedir. Ayrıca Türkiye’nin son hamleleri, terörle mücadeleye olduğu kadar mültecilerin geri dönüşü için güvenli bölgeler oluşturmaya hizmet etmektedir.
Türkiye’nin Suriye’deki üçüncü hedefi ise bu ülke halkının tamamının temsil edileceği bir yönetimin oluşmasını sağlamaktır. Ankara özellikle, Türk askerleriyle birlikte teröre karşı mücadelede ortak hareket eden Suriye Millî Ordusu’nun mensup olduğu Suriye Geçici Hükûmeti çatısı altında örgütlenmiş ılımlı muhalif grupların Anayasa görüşmeleri sonunda kurulacak yeni Suriye yönetiminde söz sahibi olmasını istiyor.
Rusya’nın Suriye politikasının da üç temel hedefi olduğu söylenebilir.
Moskova için en önemli hedef, Rusya’nın Doğu Akdeniz bölgesindeki askerî ve siyasi nüfuzunun ana unsurunu oluşturan Tartus ve Lazkiye’deki askerî üslerini garanti altına almaktır. Rusya, iç savaş sırasında gerekli desteği vererek, Sovyetler Birliği döneminden beri bölgedeki önemli müttefiki olan Suriye’yi kendi nüfuzu altında tutmayı başarırken bu ülkedeki askerî varlığını da tahkim etmiş oldu.
Rusya, ikinci olarak Suriye’nin toprak bütünlüğü korunmuş üniter bir devlet olarak yoluna devam etmesini istiyor. Bu üniter devletin merkezinin yine Şam olması ve Şam’daki ana otoritenin Baas yönetimi olması Moskova’nın bir başka isteği. Bu, Rusya’nın Suriye’de kendi nüfuzu altındaki Baas yönetiminin iktidarı, başka aktörlerle paylaşmasına yanaşmayacağı anlamına geliyor.
Moskova’nın bu hedefine ulaşmak için Cenevre’de masanın karşı tarafında oturan Türkiye’ye karşı PKK/YPG kartını bir baskı aracı olarak kullanma ihtimalinin de güçlü olduğunu ifade etmek gerekir.
Rusya’nın Suriye politikasının hedeflerinden biri de, ABD ve müttefiki PKK/YPG’nin kontrolü altındaki petrol bölgelerinin Şam yönetiminin kontrolü altına alınmasıdır. Savaş sona erdiğinde ülkenin yeniden imarı için gerekli finansal imkânlara sahip olmayan Rusya için, Suriye’nin en önemli zenginliği olan petrol bölgelerinin kontrolü büyük önem arz ediyor.
Suriye’den çekilme konusunda ciddi bir kafa karışıklığının var olduğu anlaşılan ABD açısından bakıldığında ise, Başkan Trump ile bu ülkedeki güvenlik bürokrasisinin Suriye konusundaki hedeflerinin farklılaştığını söylemek gerekir.
Trump, Suriye’den tamamen çekilip Çin gibi küresel rakiplerle mücadeleye odaklanılması gerektiğini düşünürken, İsrail lobisi ile petrol ve silah lobisi gibi lobilerin güdümündeki Amerikan güvenlik bürokrasisi, ABD’nin Suriye’de İran, Türkiye ve Rusya’ya karşı mücadele etmeye ve PKK/YPG’yi desteklemeye devam etmesi gerektiğini düşünüyor.
İran’ın Suriye politikasının temel hedefi ise Irak ve Suriye üzerinden Lübnan’a uzanan bir hat kurup İsrail’e karşı bölgesel mücadelesinde en önemli araçlarından biri olan Hizbullah’ı beslemeye devam etmek ve mümkünse Suriye’de Hizbullah benzeri yeni bir yapı oluşturmak.
İran’ın Hizbullah’a uzanan bu koridoru ve Irak, Suriye ve Lübnan’daki vekilleriyle bağlarını yeri geldiğinde bölgedeki diğer rakiplerine karşı kullanabileceğini ise söylemeye bile gerek yok.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.