Önce kazananlar...
Anket şirketleri:
Çoğu. Saçlarını boyatmayanlarının neredeyse hepsi. Ne dedilerse çıktı.
Profesyonelliğin iyi bir şey olduğunu hatırlattılar. Güven tazelediler.
Bundan sonra daha çok kapıları çalınacak.
Leyla İmret:
1993'te 5 yaşındayken çatışmalar arasında kalan babasını kaybetti. Önce
zorunlu göçe Mersin'e, sonra dayısıyla birlikte Almanya'ya gitti. Ancak
geçen yaz kesin dönüş yaptı. Tahmin edin neden? 13 yıl sonra annesini
ilk kez gördü. 21 yıl sonra babasının mezarını ilk kez ziyaret edebildi.
Yaşı zaten 27. Sadece Cizre Belediye Başkanı değil, son 21 yılın da
canlı hikayesi. Ve nereden nereye geldiğimizin. Yani Cizrelilerin
verdiği 36403 oyla aslında kazanan hepimiziz.
Fethiye Atlı:
8 yıl memurluktan sonra 28 Şubat geldi. Uyarı cezaları, kınamaları
raporlarla geçiştirmeye çalıştı. Suçu başörtüsüydü. Elazığ Keban Mal
Müdürlüğü'nde görevliyken 2000 yılında Ankara'dan gönderilen bir
müfettiş ifadesini aldı ve başörtüsü yüzünden memuriyetten atıldı.
DGM'ye dava açtı ama reddedildi. Bu eski Türkiye hikayesi 30 mart 2014
günü bitti. Kebanlılar yüzde 58.6 ile Fethiye Hanım'ı belediye başkanı
seçtiler. Başörtüsüyle. Yakınlardaki barajın kapağından bile büyük bir
kapak...
Seferi Yılmaz: 2005'te devletin "İyi
çocuklarının" hedefi olmuş o kitapçının sahibiydi. Meşhur tabelası
gözlerinizin önüne gelecek: Umut Kitabevi. Yıkılmış, camları kırılmış,
halkın önünde provokatörleri yakaladığı meşhur kitabevinin sahibi. Şimdi
Şemdinli Belediye Başkanı. Sandıktan çıkan oylar değil, ilahi adalet...
Ağrı:
Eğer itirazlarla sonuç değişmezse önümüzdeki beş yıl boyunca BDP Milano
Milletvekili Sırrı Sakık'ın gustosuna emanet. Kardeşlerinden birini
faili meçhul cinayetle, ikisini dağda kaybeden iki kardeşi hapiste, iki
kardeşi sürgünde olan, en son evlat acısını da tatmış yakışıklı ve şık
bir adamı seçen Ağrı, birkaç yıl sonra moda haftaları düzenlenmesi
muhtemel serhat şehir, seçimin kazananı...
Antalya:
Türkiye'nin en uluslararası şehri, nihayet ulusalcı tıknazlıktan, Altın
Portakal Film Festivali, halkevi yıl sonu müsameresine dönmekten
kurtuldu. Giderken solcu panayırına çevirdiği festivalin açılışında
sahneye koyduğu griye boyanmış canlı Cilali İbo heykellerini, ağlayan
palyaço kıvamındaki sanat danışmanlarını da götürür herhalde...
Osman Baydemir:
Diyarbakır'dan Urfa'ya kaydırılması bile en başta tuhaftı. Ama o kafaya
takmadı. Belediye otobüsüyle seçim turları attı, dindarların gönlünü
kazandı. Araplarla Kürtlerin birlikte yaşadığı şehirde partisinin
oylarını ikiye katladı. Seçimin sonunda da centilmence yenilgiyi kabul
etti. Bu kaliteli siyaset kumaşından daha çok elbise çıkacağını
gösterdi.
Celalettin Güvenç: Bir önceki
seçimde bağımsız adayı başkan seçmiş bir şehrin gönlünü (hem de 3'te
ikisinin) Ankara'dan atanmış, Maraşlı bir Vali olarak kazandı. Miadı
dolmakta olan atanmış valilik kurumundan, seçilmiş valilik kurumuna
geçişin hayırlı bir ilk örneği olarak hatırlanacak.
Gülay Göktürk:
28 Şubat, 27 Nisan, Gezi'den sonra 17 Aralık'ta da sadece New York
Times'a konuşurken liberallere liberalizm, duruş, cesaret dersi verdi.
Gazetesinde diklenmedi, dik durdu. Bir seçimden daha sonra liberal
demokrat mazbatasını alacak...
Etyen Mahçupyan:
Memleketin açık ara bilgesi, demokrat azizi unvanlarını korudu. Mahalle
baskılarına sinek vızıltısı muamelesi çekip, fırtınanın gözünde
serinkanlılığın kitabını yazdı. Manzarayı okuyamayanlara tane tane ama
kitabın ortasından bildirdi. Sandıklardan bu seçimde de yine Etyen
Mahçupyan çıktı....
Yandaş Medya: Diye
aşağılandılar. Ama onlar olmasaydı bu siyasi mühendislik operasyonu boşa
çıkarılamazdı. Amatörlüklerini affettiren bir kamu hizmeti gördüler.
Demokrasinin namusunu kurtardılar. Daha çok yapacak işleri, gidecek
yolları var.
Nurcular, tarikatlar: Siyasete
ilkel yöntemlerle saldırıldığında ortalığa ilk onlar çıktı. 23 Temmuz
1908'de Hürriyet'in, 14 Mayıs'ta demokrasinin yanında durmuş
Bediüzzaman'ın talebeleri, yine meşru siyasetin yanında durdular.
Beddualara paratoner oldular. İyiliği emredip, kötülüğü menettiler. Bir
badire daha onların dualarıyla ve basiretleriyle atlatıldı. Türkiye iyi
ki şeyhler ve dervişler ülkesi...
Barış:
Çaktırmayın, kazandı. 30 Mart'ta sandıktan sessiz sedasız çıktı yine.
Durmak yok, yola devam derken esas kastedilen. Tape'lere, paralellere,
savaş kışkırtıcılarına karşı şerbetli. Nazar değmesin, burada keselim...
Ve tabii;
Recep Tayyip Erdoğan: Hatta
Erdoğan ailesi. 24 saat telefonları dinlenen dünyanın tek diktatörlük
ailesi. Hasan Cemal'in yazılarında bahsedilen millî "Adams Ailesi".
TCK'daki bütün suçlar üzerlerine fırlatıldı, bütün dinlerdeki en büyük
günahları işledikleri iddia edildi. İdamla tehdit edilen, helikopterle
kaçacak denen, Malezya'dan sığınma aldığından bahsedilen, ülkenin en
büyük gazetesinin en çok okunan yazarının "mezarına tükürecekler" diye
yazdığı "otoriter" Başbakan bir de işe bisikletle gidip gelen bir
Danimarka Başbakanı gibi davranmadığı için eleştirildi. Ama Danimarka'da
kötü kokan o bir şeyleri kökünden kurutacak tek sağlam irade olarak
sandıktan çıktı. Yakın korumalarının bile başka bir devletin adamı
çıktığı yalnız bir adam olarak meydanlara indi ve bu meşruiyet krizi
Gordion düğümünü bir kez daha büyük kalabalıkların ona takdim ettiği
Ekskalibur kılıcıyla çözdü. Sandıktan onun için; O arzuladıkları
bisikletle işe gidip gelen Başbakan'ın üç günde bırakacağı makamından
bir üst levele çıkma hakkı, paralel devleti bitirme yetkisi, çözüm
sürecinde korkmadan ilerleme yeşil ışığı çıktı. Bir de partisinde bir
bahar temizliği yapma özgüveni. Seçimin açık ara kazananı, kazanmayı tek
bileni...
Ve kaybedenler...
Cemaat:
Seçimlere özel efektli beddualar, kınından çıkarılmış istihbaratçılar,
fedai savcılar, sonsuz sızıntı ve istihbarat kaynağı gazeteciler,
ablalar, abiler, özel seçim gazeteleri, tape'ler, ittifaklarla girdiler.
Uzun adama ömür biçtiler. Ama açık ara ve ağır kaybettiler. Bundan 10
yıl önce Google'a adını yazdığınızda hoşgörü, diyalog çıkarken şimdi
tape, iddianame, polis çıkıyor. Belki de Latif Erdoğanların yerine
terleyen emniyetçileri seçtiklerinde, Kemalettin Özdemirleri fedai Fuat
Avnilere boğdurduklarında kaybettiler. Horon tepen Tanzanyalı çocuklar
sahnedeki yerini, İngilizce atarlı Azeri gazetecilere, olimpiyatlarda
madalya almış liseli zeki çocuklar ise, ellerindeki kırık dökük
istihbaratlarla siyasetçi tehdit eden akademisyenlere bıraktı.
Anlaşılan Etyen Mahçupyanların sesini kısıp, eski ülkücü militanların,
öfkeli emekli liberallerin sesini açarak kaybetmeye devam etmekte
kararlılar. Köprüden önceki son çıkış paralel devleti verip, cemaati
kurtarmak da. Çare, iyi yetişmiş, ahlaklı insanları siyasi kavgalarda
zombileştirmekten, kapılarda CHP'ye oy dilendirmekten, mahrem
hizmetlerde kamikaze yapıp harcatmaktan vazgeçmekte. Pensilvanya'dan
Kestanepazarı'na ruhen sila-i rahim yapmakta. İstihbarata değil, kalp
gözüne, tape'ye değil, tefeüle, ortam dinlemesine değil, tevafuka göre
adım atmanın Koç'a değil, fırıncı, mobilyacı, abilere dönmenin
haklarında daha hayırlı olduğunu onlara hatırlatabilecek dostları
hâlâ varsa...
Gezi Ruhu: Tavizsiz idealizmden,
ilkesiz pragmatizme savruldular. Faşizme karşı çıkıp MHP'li adayın,
hırsızlığa karşı çıkıp yolsuzluktan ihraç edilmiş adayın arkasına
dizildiler. Aylarca diktatör diye tatava yapıp baş şişirdikten sonra,
ilk demokrasi sınavlarında "tatava yapma bas geç diye" atar yaptılar.
Sırrı Süreyya'yı bile dozerin önünde yalnız bırakıp, ilk buldukları
ambulansın peşine takılıverdiler. 60 yıldır adil seçimlerin yapıldığı
ülkede sandıkların üzerine oturmaya çağırmaktan, bütün partilere
dağıtılan tutanakları seferberlik içinde toplamaya kadar politik
görgüsüzlüğün eşsiz örneklerini ortaya koydular. Sonuçta barikattaki
Gezi Ruhu sandıkta eski ruhlara karışıp kayboldu. Türkiye'nin direnirken
değil esas oy verirken çok güzel olduğunu görünce en iyi bildikleri
direnişe çağırdılar yine. Ama: Seçimler direne direne kazanılmıyor.
Kesin bilgi, yayalım...
Kemal Kılıçdaroğlu: En
tepedekiler, Nakkaştepedekiler, çapulcu milyonerler arkasına dizildi.
En çok okunan gazeteler, en çok izlenen kanallar, en çok okunan yazarlar
iki vardiya onun için çalıştı. En iyi ülkücü adaylar, ıskartaya çıkmış
en seçilebilir AKP'li belediyeciler ikna edilip yanına kondu. Emekli
liberaller, devrim bekleyen solcular, Kürt partilerine sızmış Beyaz Türk
aydınlar bağıra çağıra ard arda desteklerini açıkladı. Yetmedi, cemaat
savcı-polis-istihbaratçı fedailerini ermine verdi. Kasetler, tape'ler
başından aşağıya saçıldı. Ablalar, abiler dişlerini sıkıp sıkıp Allah
rızası için ona oy bile dilendi. Tatavacı Geziciler bile tatava yapmayıp
basıp geçti. İstese Esad da birkaç jetini gönderebilirdi. Son yüzyılın
en büyük koalisyonu, en planlı organizasyonu, seçime beş kala en
belaltı siyaset mühendisliği, laboratuvar şartlarındaki en soğuk füzyon
deneyi bile emekli SSK Genel Müdürü Kemal Bey'den seçim kazanan CHP
lideri Kılıçdaroğlu çıkarmaya yetmedi. Seçimden sonra "Yavaş yavaş
ilerliyoruz" diye pazarladığı 50 yıl sonraki iktidar vaadi bile onu
kurtarmaya yetmez. Kasetle geldi, bütün sermayesini kasetlere yatırdı.
Ama su testisi su yolunda kırılacak gibi...
Merkez Medya:
Siyaseti yanlış okumalar dalında kendilerine ait rekoru geliştirdiler.
12 yılda bir kez daha gitti gidecek diye iktidarın karşısında
salıverdikleri bütün lapsuslarıyla barikatlardan yaptıkları savaş yayını
sırasında öylece yakalandılar haritalardaki sarılara. Ufukta en az beş
yıl daha görünen AK Parti iktidarında vakitlerini kafalarında kurdukları
şeytani iktidar imajıyla gerçeğin yakasını bir araya getirmekle,
hasretle bir ALO sesi duymak için harcayacaklar . Halkın yüzde 50'sini
gözden çıkarmış bu ruh haliyle merkez medya koltuklarında ömürleri kısa.
Gazeteciliği bırakıp öfkeli bir kesimin sözcülüğünü sürdürdükçe
Sözcüleşecekler, sosyolojik mahallelerinin baskısına hakikati
harcattıkça itibarsızlaşacaklar. Belki bir dahaki seçime kaybedenler
listesinde bile kendilerine yer bulamayacaklar.
Ertuğrul Günay- İdris Naim Şahin:
Memleketleri Ordu, istifa ettikleri partiye yüzde 55 ve 19 ilçenin
19'unu da vererek onları siyaseten tasfiye etti. Onlara da cemaatin
oligarşik dar kadrosu pozisyonları, Türkiye bölünüyor, elden gidiyor
korosunda itirafçı AKP'li rolleri kaldı.
Tunceli-Ovacık:
2014 yılında Paris Komünü'nü , 1917'yi, şanslıysalar Küba'yı,
Venezuela'yı yaşayacaklar. Dünyanın, yurdun her yerinden yoldaşlar bu
tecrübeyi görmek için ilçelerine gelecek, topraklarına yüzlerini
sürecek. Kursaklarda, kitaplarda kalmış bütün sosyalist tecrübeler,
pratikler üzerlerinde denenecek. Bu beş yılda sütten kesilen ineklerin
hikayesi bile Ovacık tecrübesi adlı sıkıcı kitaplarda anlatılacak. Beş
yıl sonraki seçimlerde Troçkistlerin şansı yüksek...