"Eski rejim"le ittifak mı?

A -
A +
2013'ün başlarında, darbe davaları ile KCK davalarından yargılananların topluca affedileceği bir "Büyük af, büyük barış" projesinin giderek somutlaşmakta olduğuna dair birkaç yazı yazmıştım.
O yazılarda da söylediğim gibi, bu tahmini ilk olarak Ahmet Altan 2011'de Taraf'ta dile getirmişti:
"(...) Başkanlık referandumunda karşımıza, 'PKK'ya af, Ergenekon'a af, bedelli askerlik, yeni anayasa, türbana kamusal özgürlük, Alevilere cemevi' gibi toplumun bütün kesimlerinin ilgisini çekecek vaatleri içine doldurduğu bir torbayla çıkacak. Başkanlığı toplum ona verirse, o da karşılığında bunları topluma verecek. Fena taktik değil..."
Bugünlerin en önemli tartışma konularından kolayca anlayabileceğimiz gibi, "Büyük af, büyük barış" adlı çocuk, tahminlerden çok önce ve başka bir adla ("yeniden yargılama") anne karnından ses vermeye başladı.
Biliyorsunuz, adalet arayışının ve yapılmış muhtemel hataların tashihinin bir aracı olarak yeniden yargılama benim de itiraz etmediğim bir araç... Fakat görünen o ki, "eski rejim"in temsilcileri bu aracı, "her şey tertip" propagandasını konsolide etmek için kullanacaklar... Onlara bu imkânı veren şey de, hükümetin onlarla ittifak arayışlarına açık hale gelmesi...


'Muzaffer' bir beraat, 'muzaffer' bir tahliye...


Başbakan, "büyük af"fı bir "ihsan" projesi olarak düşünmüştü. Oysa gerçekleşmekte olan "yeniden yargılama" projesi, mücadele edilecek temel güç olarak tespit edilen "paralel devlet"e karşı, onunla hesabı olan başka güçlerle ittifakın bir sonucu olarak şekilleniyor... 
Projenin eski rejimin temsilcilerine yönelik olan bölümü, yalnız AK Parti için değil Türkiye için de bedel ödeme anlamına gelecek.
İlk sonucunu gördük bile: Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, darbe davalarından yargılananları "rencide edecek" bir affın kesinlikle kabul edilmeyeceğini açıkladı. Feyzioğlu ve onun da dahil olduğu ulusalcı çevreler, "muzaffer" bir beraat ve tahliye istiyorlar.
Bu gerçekleşir, davaların tümüyle "tertip" ve "kumpas" olduğuna dair algı kamuoyunun bir kesiminin değil, tamamına yakınının algısı haline gelirse, Türkiye'de nasıl bir psiko-politik atmosferin doğacağını, başta iktidar çevreleri olmak üzere şimdiden herkes düşünmeli.
Bu algıya, iktidar partisinin yeni ittifak tercihlerinin sadece devlet içindeki "paralel" yapıya karşı mücadele etmekle değil, yolsuzlukların teşhirine dair isteksizliğiyle de ilgili olduğu algısı eklenirse... İşte o zaman sözünü ettiğim atmosfer, içinde nefes alınamaz bir hale evrilebilir...


'Başbakan, yolsuzluk boyutunu tartışmaya kapalı...'


Başbakan Erdoğan'ın Dolmabahçe'deki toplantısına katılan gazetecilerden Ali Bayramoğlu'nun izlenimleri, o noktaya doğru gittiğimizi gösteriyor:
"Toplantıda bir kez daha, tüm sorulara, eleştirilere ve zorlamalara rağmen Başbakan'ın krizdeki 'yolsuzluk boyutu'nu tartışmaya, açmaya, didiklemeye kapalı olduğu ortaya çıktı. (...) Başbakan '17 Aralık sonrası Halk Bankası'nın BDDK tarafından denetlendiğini ve temiz çıktığını' açıklaması dışında, yolsuzluğu bir 'tezgah olma'nın dışında gördüğüne dair hiç bir söz sarfetmedi. Örneğin Halk Bankası Genel Müdürü'nün evinde para olmasını yanlış bulduğunu ancak kişisel bir yolsuzluk olacağını sanmadığını dahi ifade etti."
Yine Ali Bayramoğlu'nun yazdıklarından öğreniyoruz ki, Başbakan Erdoğan, yolsuzluk iddialarının kendi seçmenlerinde bir "hasar"a ve "tepki"ye yol açmadığına inanmaktadır...
AK Parti, bu tespite giderek daha fazla inanan bir parti haline geliyor ve inancı güçlendikçe de yolsuzluk iddialarını "didikleme" hevesi azalıyor.
Bu, çok büyük bir yanılgı... Çünkü alınan o anket sonuçları, meydanlardaki siyaseti savunma coşkusu, daha önceki yazılarımda dile getirdiğim gibi "koşullu" bir desteği imâ ediyor.
İzninizle, o yazılardan iki alıntı yapmak istiyorum...
21 Aralık tarihli "Siyaseti savunmak" başlıklı yazıdan:
"Ben elbette, hiçbir meşruiyeti olmayan bir 'yetki' kullanarak seçilmiş siyasetçilerin oluşturduğu hükümeti yönetemez hale getirmeye çalışanlara karşı siyaseti savunuyorum... Önceliğim burada... Fakat bunu yaparken kendimi, cari yolsuzluk fırtınasını ıskalamamızı önerenlerden ayırmak ihtiyacı duyuyorum.
"Çünkü şuna inanıyorum: Siyaseti savunmak, gözümüzün önündeki çok kuvvetli yolsuzluk iddialarını görmezlikten gelerek yapılabilecek bir şey değildir. Siyaseti savunmak ancak -siyaseti ortadan kaldırmaya ant içenler tarafından bir paravan gibi kullanılıyor olsa da- yolsuzlukların faillerinden mutlaka hesap sorulmasıyla inandırıcı olabilir. (...)
"Aynı şey Adalet ve Kalkınma Partisi ile onun hükümeti için de geçerli: Cari koşullarda siyaseti ('millî irade'yi) savunmanın geçerli tek yolu, her türlü yolsuzluk ve rüşvet iddiasının üzerine gitmek ve faillerin hak ettikleri cezalara çarptırılmalarını sağlamaktır."
26 Aralık tarihli "Doğru, 'millet meseleyi anladı' ama..." başlıklı yazıdan:
"Bu teveccüh koşula bağlı bir teveccühtür... AK Parti seçmeni, 17 Aralık'tan hemen sonra iktidar çevrelerinden gelen 'yolsuzlukların failleri mutlaka cezalarını çekeceklerdir, onları asla korumayacağız' vaadini 'satın almış'tır ve beklemektedir.
"Yukarıda ifade ettiğim teveccüh, mesela 27 Nisan 2007 e-Muhtırası sonrasındaki ya da Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AK Parti) karşı açılan kapatma davası (2008) sırasındaki 'koşulsuz' teveccühle karıştırılmamalı. (...)
"Nedeni açık: Çünkü bu defa ortada ciddi bir şüphe var.
Şüphenin istismarında istismarın izalesinin tek bir yolu vardır: Şüpheyle yüzleşmek! Bunu hakkıyla yerine getirmeyip sadece 'istismar' üzerinde yoğunlaşırsanız, 'yolsuzluk bahane' teziniz doğru olsa bile (ki doğru), savunmanız zaman içinde etkisizleşir.
"Gecikmiş bakan istifaları, istismarın izalesinde bir rol oynayacak ama fazla değil; her şey zamanında... Bugün 'meseleyi anlamış görünen millet'in, istismarcılara karşı tavrını yarın da sürdürmesinin yegâne sigortası, yolsuzluklara karşı yapılması gerekenin mutlaka yapılmasıdır ve zamanında yapılmasıdır."
AK Parti, yolsuzluk iddialarını giderek silikleştiren söylemiyle çok büyük bir hata yapıyor...
Bu onu eski rejimin kimi unsurlarıyla ittifaka sürükleyerek çok tehlikeli bir kapının aralanmasına yol açıyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.