

Namaz vakti içinde, o vaktin farzından başka kılınan her namaz mesela kaza namazı, o vaktin sünneti de olmaktadır.
Sual: Beş vakit namazın sünnetlerini kılarken, sadece Allah rızası için namaza veya ilk kazaya kalmış öğlenin farzına diye niyet edilse, o vaktin sünneti de kılınmış olur mu?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eşbâh'ta deniyor ki:
“Beş vakit namazın ilk ve son sünnetlerini, yani müekket sünnetleri kılarken, sünnet olduğuna niyet etmek lüzumunda sahih olan, güvenilen fetva, şart olmadığını göstermektedir. Revatib sünnetler, nafile niyeti ile veya yalnız namaza niyet ederek sahih olur. Yani o vaktin sünneti olur. Ayrıca sünnet diye niyet etmeye lüzum yoktur. İmâm-ı Zeylaî de, böyle buyurmuştur. Mesela fecir doğmadan, teheccüd niyeti ile, iki rekat namaz kılınca, fecrin başlamış olduğu, sonradan anlaşılsa, bu namaz, sabah namazının sünneti yerine geçer. Ayrıca sabah sünneti kılmak lazım olmaz. Öğlenin farzında dördüncü rekatte oturduktan sonra unutarak beşinci rekate kalksa, altıncı rekati de kılıp selam verir ve son iki rekati nafile olur. Bu iki rekatin son sünnet olmaması, sünnet olarak niyet edilmediği için olmayıp, sünnete ayrı bir tekbirle başlamadığı içindir. Teravih namazında da, teravih olduğuna niyet etmek şart olmadığı haberi sağlamdır. Bunun gibi, kazaya kalmış öğle namazı olmayan kimse, cuma namazından sonra kıldığı dört rekate; “Vaktine yetişip kılmamış olduğum son öğleyi kılmaya” diye niyet etse, sonra cuma namazının sahih olduğu anlaşılsa, sağlam ve sahih habere göre, bu dört rekat, cuma namazının sünneti olur.
Sünnet namazları, yalnız namaz kılmaya veya sünnetten başka bir namaza niyet ederek kılınca, sahih olacakları önceden bildirilmişti.”
Görülüyor ki, namaz vakti içinde, o vaktin farzından başka kılınan her namaz mesela kaza namazı, o vaktin sünneti de olmaktadır.
Sual: Farz borcu olanın, nafile ibadeti boşa mı gider?
Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Hadis-i şerifde; (Bir insanın mâ-lâ-ya'nî ile vakit geçirmesi, Allahü teâlânın, onu sevmediğinin alametidir) buyuruldu. Mâ-lâ-ya'nî, faydasız iş demektir. Bir farzı yapmayıp, bunun yerine, nafile ibadet yapmak, mâ-lâ-ya'nî ile vakit geçirmek olur. Nafilelerin farz yanındaki kıymeti, bir damlanın, deniz yanındaki kıymeti kadar bile değildir. Sünnetin farz yanındaki kıymeti de böyledir.”
Seyyid Ahmed Bedevî hazretleri devrinde zâlim bir vâli vardı. Bu zâlim, bu zâtın talebesinden Şeyh Rekin'e birini gönderip;
“Bu diyârda yalnız sende zahire varmış. Gönderdiğim kişiyle bana bolca gönder” dedi.
Ardından da;
“Güzellikle gönder… Zorla almaya beni mecbur etme!” diye de tehdit etti!
Şeyh Rekin ne yapsın?
Hocasına arz etti bunu.
Büyük velî; “O vâliye ‘Hiç zahirem yok... Hattâ tek bir buğday tânesi bile kalmadı’ de” buyurdu.
“Peki efendim” deyip çıktı.
Sonra vâlinin adamı geldi:
“Vâlinin emridir. Bana, şu kadar buğday vereceksin!” dedi.
O ise cevâben; “Maalesef, hiç zahirem yok” dedi.
Adam inanmadı:
“Aç ambarı, göster!”
Şeyh Rekin açtı ambarı.
Adam içeri girip baktı dört bir yana.
Tek bir buğday tânesi bile göremedi.
Sinirli sinirli çıkıp gitti!
Hâlbuki, ağzına kadar buğday doluydu ambar...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde; “Düşman karşısında bir farz namazı kılmak mümkün olduğu hâlde terk etmek, yedi yüz büyük günah işlemiş gibidir. Yâni Müslüman, her gün beş vakit namazını kılan insan demektir” buyurdu.
Sordular ki:
“Namazı kazâya bırakmak için hiç özür yok mudur efendim?”
Buyurdu ki:
“İki özür var. Biri uyumak, öbürü unutmaktır.”