Yaratılan bütün âlemlerin hepsinde, şaşılacak bir nizam, düzen içinde olduklarını görüyoruz.
Sual: Bütün bu âlem, kendi kendine mi olmuş yoksa bir yaratıcısı var mıdır?
Cevap: Bütün yaratılanların tek yaratıcısı, vâcib-ül-vücûd olan Allahü teâlâdır. O kadimdir, ezelîdir yani hep var idi. Vâcib-ül-vücûd demek, vücudu başkasından olmayıp ancak kendindendir. Başkası tarafından yaratılmamıştır. Allahü teâlâya böyle inanmak gerekir. Eğer böyle olmazsa, o zaman başkası tarafından yaratılması lazım olur. Bu ise, düşünülenin tersine olan bir neticedir.
Yaratılan bütün âlemlerin hepsinde, şaşılacak bir nizam, düzen içinde olduklarını görüyoruz. Fen, her sene bunların yenilerini bulmaktadır. Bu nizamı, bu düzeni, sistemi yaratanın, Hay yani diri, Âlim bilici, Kâdir gücü yetici, Mürîd dileyici, Semî işitici, Basîr görücü, Mütekellim söyleyici ve Hâlık yaratıcı olması lazımdır. Çünkü, ölmek, cahil olmak, gücü yetmemek ve zorla yapmak, sağırlık ve körlük ve söyleyememek, birer kusurdur, utanılacak şeylerdir. Bu kâinatı, bu âlemi, bu nizâm üzere yaratanda ve yok olmaktan koruyanda, böyle kusurlu sıfatların bulunması olacak şey değildir.
Atomdan yıldızlara kadar her varlık birer hesapla, kanunla yaratılmıştır. Fizikte, kimyada, astronomide ve biyolojide keşfedilebilen kanunlardaki, bağlantılardaki nizam, akıllara hayret vermektedir. Darwin bile;
“Gözün yapısındaki nizamı, incelikleri düşündükçe, hayretten tepem atacak gibi oluyor” demek zorunda kalmıştır.
Hava, yüzde 78 azot, yüzde 21 oksijen ve yüzde 1 soy gazlar karışımıdır. Bileşik değil, karışımdır. Oksijen yüzde 21'den çok olsaydı, ciğerlerimizi yakardı. Yüzde 21'den az olsaydı, kandaki gıda maddelerini yakamazdı. İnsanlar ve hayvanlar, yaşayamazdı. Bu yüzde 21 miktarı, her yerde ve yağmurda da değişmiyor. Bu ise büyük nimettir. Bütün bunlar Allahü teâlânın varlığını, kudretini ve merhametini göstermiyor mu? Bu harika yanında, gözün yapısı hiç kalmaktadır.
Fen bilgilerinde okutulan bütün kanunları, ince hesapları, formülleri yaratan, hiç noksan sıfatlı olur mu?
Bundan başka, adı geçen kemal sıfatlarını, yarattıklarında da görüyoruz. Bunları, mahluklarında yaratmıştır. Bu sıfatlar, kendisinde bulunmasaydı, mahluklarda, yaratılanlarda nasıl yaratabilirdi? Kendisinde bulunmasaydı, mahlukları ondan daha üstün olurlardı.
Hama şehrinde yaşayıp Halep'te vefât eden Ahmed Hamâmî hazretleri, bir gün sultâna gitti.
Ve emr-i mâruf yaptı.
Ama o, memnun olmadı.
İyi muâmelede bulunmadı.
O vakit kalbi kırıldı mübâreğin.
Mahzun oldu, üzüldü!
Derken akşam oldu.
Birden hastalandı Sultân.
Ağrıdan kıvranıyordu.
Doktorlar âciz kaldılar...
Ölecek duruma gelmiştı ki, bu hâl, mâlûm oldu bu velîye.
Yine de acıdı ona.
Biraz bal gönderip;
“Bunu yerse iyileşir” buyurdu.
Sultân bir kaşık yedi.
Kesildi ağrısı.
Hiçbir şeyi kalmadı.
Bu sefer utandı yaptığına!
Hemen dergâha koşup;
“Özür dilerim” dedi.
Ve artık ayrılmadı yanından...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde "Allah'ın kullarını sevindirin" buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Bir kimse bir mümin kardeşini sevindirince Allahü teâlâ o “sevinç”ten bir “melek” yaratır. Bu kişi ölüp kabre girince o melek gelip sorar:
“Beni tanıyor musun?”
“Hayır, sen kimsin?”
Melek cevâben;
“Ben senin bir Müslüman kardeşine vermiş olduğun sevincim. Bugün seni sevindirmek ve suâl meleklerine cevap verirken sana yardımcı olmak için geldim” der.