Lübnan'da kaçırılan Türkler: Hatalar, efsaneler ve manipülasyonlar -3-

A -
A +
Türkiye'nin Suriye'de muhaliflerce kaçırılan Lübnan vatandaşlarının serbest bırakılması konusundaki girişimi sonuçsuz kalınca, kaçırılan Lübnanlı aileler farklı bir strateji izleme yoluna gitti.
Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar ile beraber Lübnan'da özellikle Hizbullah'a yakın Şiiler arasında bir hedef ülke haline geldi.
Önce geçen yaz bir aşiret vasıtasıyla iki Türkiye vatandaşı kaçırıldı. Kaçıranların talepleri Suriye'deki Lübnanlı rehinelerin serbest bırakılmasıydı. Talepleri yerine ulaşmasa da grup bir süre sonra Türkleri serbest bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra, bu kaçırma olayının, yıl dönümünde ismini o güne kadar kimsenin duymadığı "İmam Rıza'nın Ziyaretçileri" isimli bir "örgüt" iki Türkiyeli pilotu kaçırdığını duyurdu.
Lübnan siyasetine biraz vâkıf olan herhangi bir kişinin bileceği üzere bu kaçırma olayları Hizbullah'ın (aktif desteğini kanıtlayacak bir olgu olmasa da) zımni onayı olmadan bu operasyonların olmayacağı aşikârdı. Yani mesele Suriye'de kaçırılan Lübnanlılardan ziyade, Türkiye'nin oynadığı rolü ve imajı baltalama girişimiydi.
Bu noktada bir haydutluk eylemi üzerinden sorulması gereken soru, Türkiye dış politikasının genel hatlarından ziyade, Türkiye'nin bu tür rehine krizlerinden nasıl davranması gerektiğidir. Şu notu düşmek elzem: Lübnan'da Suudi Arabistan veya Katarlı vatandaşlar yerine Türklerin hedef alınmasının nedeni, Türkiye'nin demokratik bir ülke olması ve bu nedenle caydırıcılık unsuru taşıyacak politikalar geliştirmek konusunda diğer örnekler kadar rahat olamamasıdır. Suudi Arabistan ve Katar vatandaşlarına yönelik tehditlerde, aynı şekilde tehditkâr davranabilmektedir. Kendi ülkelerinde çalışan Şiileri bir anda sınır dışı etme, Lübnan ekonomisine darbe vurma gibi opsiyonları her zaman masada tutan bu ülkelerin, Türkiye'nin aksine hukuk ve evrensel insan hakları doktrini içinde davranmama eğilimi ciddi bir caydırıcılık unsurudur.
Ancak Türkiye bu ülkelerden farklıdır ve farklı da olmalıdır. Terör örgütleri ve haydutlarla aynı dili konuşmamak bir zaafiyet değil, olsa olsa demokratikleşme göstergesidir.
Peki, Türkiye rehine krizlerinden nasıl bir politika geliştirmeli?
Örneğin Margaret Thatcher'ın şahsında cisimleşen bir anlayış doğrultusunda kaçıran gruplarla hiçbir koşulda, ne olursa olsun müzakere etmekten kaçınılmalı mıdır? Bu tür gruplarla rehineler yüzünden müzakere etmek ve taleplerini karşılamak, ondan sonra gerçekleşecek kaçırma eylemlerini özendirecek örnekler teşkil eder mi? Yoksa insan hayatını esas alan bir anlayışla ne pahasına olursa olsun müzakere edilmeli midir? Bu müzakerelerde ülkelere uygulanacak yaptırımlar olmalı mıdır? Lübnan üzerinden düşünürsek, Türkiye Hizbullah üzerinden yeterince baskı kurmayı başarmış mıdır?
Türkiye basınında onlarca manipülasyon arasında hiç üzerinde düşünülmeyen sorular bunlardır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.