Batıya rağmen Batıcılık

A -
A +
Suriye'de yaşanan insani kriz ve Mısır darbesine karşı Batı'nın kayıtsız ve ikiyüzlü tavrı, Arap Devrimlerinin başlangıcındaki halet-i ruhiyeyi değiştirdi. Arap devrimlerinin hedefi kendi diktalarını meşrulaştırmak için arkaik bir anti-emperyalist söylemi kalkan olarak kullanan diktatörlerdi. Sokaklara hakim olan sloganlar sıradan vatandaşların kendi devletlerinden beklentisini yansıtıyordu. Özgürlük, eşitlik, demokrasi, şeffaflık ve hayat kalitesinin artmasını istiyordu kitleler. Bir zamanların popüler anti-emperyalist, anti-Amerikan söylemler bu sefer öncelik değildi, hatta şaşırtıcı bir şekilde bu sloganlara pek de rastlanmıyordu.
Muhtemelen ileride Arap Devrimleri ve sonrası Batı açısından kaçırılmış fırsatlar silsilesi olarak görülecek. Orta Doğulu kitleler demokrasiye hazırken, Batılı teknokrat ve siyasetçiler Orta Doğu'da demokrasi fikrine hazırlıksız yakalandı. Radikal İslam korkusu, bir anda seküler diktatörleri ehveni şer duruma getirdi. İtalyan düşünür Gramsci'nin tespitinde olduğu gibi kriz, eski ölürken, yeninin doğamamasından çıktı.
Türkiye özelinde düşünürsek, Suriye ve Mısır'ın oluşturduğu travmaya başka faktörler de eşlik etti. Gezi olaylarının ve son yolsuzluk operasyonunun uluslararası bir boyutu olduğu iddiası toplumun önemli bir kısmında karşılık gördü. AK Parti'nin tüm dünya kamuoyuna vermiş olduğu önemli bir mesaj olan ve başarı hikâyelerinden birini teşkil eden, İslami kökenleri olan bir partinin Avrupa Birliği ve Amerika ile ortak çalışabileceği, hatta bu ilişkileri derinleştirebileceği imajı yerini başka bir resme bıraktı.
Bu resim epey öfkeli bir resim oldu. Son on yılda Türkiye'nin haklı olarak edindiği özgüven yerini kuşku ve endişeye bıraktı.
Arap Devrimleri ile yaşanan zihinsel ve siyasi dönüşümün bu topraklarda tarihsel bir öncülü var. 19. yy'ın sonralarında Osmanlı coğrafyası bir aydınlanma hareketi ile sarsıldı. Arapların Nahda (Aydınlanma) olarak adlandırdığı bu hareket, bugün yaşananlara benzer bir şekilde farklı ideolojilerin ortak bir soru etrafında buluşturdu ve yeni bir siyasi kültür ve sistem arayışını yansıttı. Lakin Osmanlı modernleşmesi gibi, bu hareketin sonucu da Batı ile patolojik bir aşk-nefret ilişkisi oldu. Bir yandan sürekli öykünülen Batı, diğer yandan tüm sorunların müsebbibi olarak nefret edildi.
Hem Kemalizm, hem seküler Arap milliyetçiliği (Nâsırcılık ve Baasçılık) bu sorunlu ruh halinden beslendi. Aynaya bakıp kendi ile yüzleşmek yerine, tüm günahlar olağan suçlu olan dış mihraklara atıldı.
21. yy'da yeniden kartlar dağılıyor, eski zihniyetler çöküyor, yeni siyasi kurumlar inşa oluyor, hatta ve hatta sınırlar yeniden çiziliyor. Ve yeniden o kadim mesele, Batı ile ilişki, kurucu bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.
Eski hataları tekrarlamamak için, tüm bölgede bu mesele üzerinde duygusallıktan ve mağduriyet bagajından kurtularak düşünmek elzem. Hatta ve hatta, Batı'nın kendine atfettiği değerlere sahip çıkmadığında bile, demokrasi ve insan hakları konusunda ikircikli bir tavır aldığında bile, Batılı değerlerden sapmamak, sadece Orta Doğu için değil, Batı için de epey öğretici bir deneyim olacaktır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.