Cepheyi kaybetmek ancak savaşı kaybetmemek

A -
A +
İki ülke düşünelim. İlki güçlü bir ekonomiye, zengin bir orta sınıfa, baskıcı bir siyasi yönetime, ciddi bir askerî güce ve sağlam uluslararası müttefiklere sahip. İkinci ülkenin ise güçlü ve epey örgütlü bir İslami harekete, zayıf bir orta sınıfa, alarm verici bir yoksulluk düzeyine ve diğer ülkeye göre nispeten daha liberal bir sisteme sahip olduğunu varsayalım. Hangisinde İslami devrim olma ihtimali daha yüksektir?
Muhtemelen, ikinci şıktaki ülkeyi seçersiniz. Öyle ya, hâlihazırda örgütlü bir İslami hareketin olduğu ve ekonomik sorunların daha ciddi yaşandığı bir ülkede, varsayımsal olarak İslami bir devrim gerçekleşme ihtimali ilk şıktaki ülkeye göre daha fazladır.
Lakin siyaset masabaşı tahminlere ve analizlere göre işlemiyor çoğu zaman. Bu nedenle ilk şıkta özetlenen ülkede (İran) İslami bir devrim yaşanmışken, ikinci şıkta, yani Mısır'da Müslüman Kardeşler bir devrim yapmaya muvaffak olamadı. Peki, neden?
İslami hareketler üzerine uzmanlaşmış bir akademisyen olan Asef Bayat, Orta Doğu siyaseti için 100 puan değerindeki bu soruya, "Müslüman Kardeşler yüzünden" cevabını veriyor. İlginç bir şekilde, tüm enerjisini (çoğu zaman devlet baskısı yüzünden yeraltında ve illegal şekilde) kitlesel bir hareket olmaya vakfeden Müslüman Kardeşler, bir zamandan sonra devrimci çizgisini ve ruhunu kaybetti Bayat'a göre. İnşa ettiği okullar, hastaneler, kitlelere sunduğu hayır faaliyetleri ile çizgisi yumuşadı. Siyasi parti kurma sürecinde sisteme angaje oldu. Ve İslami devrim ideali bir tarafta hep ideal olarak korunurken, aslında pratikte bambaşka bir siyasi metot izlemeye başladı. 
Öyle ki, hileli seçimlere ve siyasi baskıya rağmen, seçimlerden ve legal siyasetten medet umup parlamentoda temsil edilmeyi amaçlayarak eski geleneğinden koptuğunu simgeliyordu Müslüman Kardeşler. Amaçlarının "İslami reform" (ıslah) olduğunu ifade ediyor, demokrasiye inandıklarını beyan ediyorlardı. Bu vizyon ile 2005 seçimlerine girdiler ve Mısır'ın parlamentoda temsil edilen ilk muhalefet partisi oldular. Epey şaibeli geçen seçimlerde %20'ye yakın oy alarak parlamentoda temsil edildiler. The New York Times gazetesi parlamentoda temsil edildikleri dönemde, "rejime teolojik değil, demokratik ve siyasi bir muhalefet gösterdiklerini" not düşecekti.
2011'de gerçekleşen Mısır devrimi öncesinde Müslüman Kardeşler'in duruşunu böyle özetlemek mümkün. Devrime herkes gibi hazırlıksız yakalandılar. Tahrir Meydanı göstericilerle dolarken, biraz ürkektiler. Bir yönetim tecrübeleri yoktu, ancak ceberut devletin kendilerine uyguladığı baskı konusunda epey tecrübeliydiler. En ön saflarda yer alıp, hedef haline gelmek istemediler. Devrimden sonra bazı Müslüman Kardeşler üyeleri, "devrimi çalıyor görüntüsü vermemek" ve İslamofobik Batı kamuoyunu "korkutmamak" amacıyla devrime öncülük etmek istemediklerini söyleyecekti.
2011 devriminin gerçekleşmesinden sonra Müslüman Kardeşler'i başka bir macera bekliyordu. Kendi mahallelerinden çıkıp, tüm Mısır'a seslenmeleri gerekiyordu.
Bu süreçte, son on seneyi reformist bir söylemi benimsemekle geçiren bu hareketin üslubunu daha da yumuşattığını görmek mümkün. Örneğin 2007 yılında Erdoğan'ı Amerikancı olmakla suçlayan Müslüman Kardeşler'in 2011 yılında seçim kampanyası Mısır'ın Erdoğan'ı olmak üzerine kuruluydu. 
İktidara geldikten sonra yaptıkları hatalar, neyi nasıl yapabilirlerdi soruları yakalarını bırakmadı, bırakmayacak da. Bu sorularla darbeyi meşrulaştırmak için ortam hazırlama amacı güdenler elbette var. Sermayesi, devlet içinde gücü, uluslararası desteği olmayan bir hareketin Mısır gibi zor bir coğrafyada, bir sene gibi kısa bir sürede neye gücü yetebilirdi ön kabulü ile bu sorulara yaklaşılması elbette gerçekçi ve insaflı olacaktır. Ancak Müslüman Kardeşler'in siyaset arenasına tekrar ve bundan öncekinden daha sağlam dönebilmesi bu sorular üzerinde düşünmekle mümkündür.
Mısır'da gerçekleşen darbenin "Siyasal İslam"ın sonu olduğu analizi erkencidir, genellemecidir ve yanlıştır. Kurulduğu tarihten beri baskıya aşina bir örgüt olan Müslüman Kardeşler, liderlerinin öldürülmesine, sempatizanlarının kitleler halinde hapse atılmasına rağmen parçalanmadan ve gücünü kaybetmeden yola devam edebilmiştir. 1950 sonrası Nasır'ın Müslüman Kardeşler'in kökünü kazımayı hedefleyen baskı politikaları sonucunda Müslüman Kardeşler'in bittiğini muştulayan bir çok analist vardı. Bu analistler, tam da bu baskıcı politikalar yüzünden harekete katılan gençler ve 1970 itibari ile yeniden canlanan bu hareket tarafından yanlışlanmıştır.
Ancak günümüzde Müslüman Kardeşler için 1950 yılından farklı bir tehdit var. Artık rakipleri sadece bir cunta zihniyeti ve zorba bir rejim değil. 'Siyasal İslam'ın bir başka taşıyıcısı olan Selefilik bir yandan pragmatik ideolojisi, diğer yandan savaşmaya hazır ateşli genç kadroları ile demokrasiye angaje olmak isteyen İslami hareketler için büyük bir engel. Müslüman Kardeşler'in mevcut durumu üzerinden Siyasal İslam'ın çöktüğü üzerine analizden çok temenni bildirenlerin görmesi gereken, Müslüman Kardeşler'in siyaset dışına itilmesi ile boşalan alanı, liberal demokratların değil, daha radikal unsurların dolduracağıdır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Charles de Gaulle'ün "Fransa bir cepheyi kaybetmiştir ancak Fransa savaşı kaybetmemiştir" sözü, darbe mağduru Müslüman Kardeşler için geçerlidir. Savaşı kazanmanın yolu ise siyasete küsmekten değil, bundan önceki tecrübeler ışığında yeni siyaset üretmekten geçmekte...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.