Kopenhag kriterlerine uyması gereken sadece hükümet midir?

A -
A +
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın iki hafta önce (21 Ocak) gerçekleşen Brüksel seyahatinden sonra bakalım hangi gelişmeler yaşandı:
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande Türkiye'ye geldi (27 Ocak). Ziyareti Elysee Sarayı 'Türk-Fransız ilişkileri tarihinde çok önemli bir dönüm noktası' olarak nitelendirdi. Öyle ya, Türkiye Fransa ilişkilerinde, François Mitterand'ın 22 yıl önceki ziyaretinin ardından Cumhurbaşkanı düzeyinde ilk resmî ziyaretti bu. Hollande'ın amacı selefi Nicolas Sarkozy döneminde iyice gerilen Fransa-Türkiye ilişkilerini canlandırmak, özellikle ekonomik açıdan yeni bir sayfa açmaktı.
Hollande, Türkiye ziyaretine ilişkin olarak, "Bu, iki ülke arasında tarihî bir yakınlaşmadır, özellikle de geleceğe dönük ve kıtamızın geleceğiyle ilgili bir yakınlaşma" dedi. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olmasına karşı çıkan selefi Sarkozy'nin aksine referandumu işaret etti.
Hollande, net bir şekilde 23 ve 24. fasılların açılması gerektiğini söyledi: "35 fasıl var ve daha yapılacak çok şey var. Özellikle hukukun üstünlüğü, hukuk devleti, temel haklar, yargı bağımsızlığı gibi başlıklar açılmalı... Bütün bu konularda ilerlemek mümkündür. Biz her halükârda buna hazırız."
Bundan birkaç gün sonra Erdoğan, Almanya'ya gitti ve Almanya Başbakanı Angela Merkel ile görüştü (4 Şubat). Görüşmenin sonunda düzenlenen ortak basın toplantısında, Merkel, "Hukuk sistemiyle ilgili aramızda görüşmeler oldu. Adalet bakanlarımızın birbirleriyle görüşmesi, yargının bağımsızlığı, hakimlerin savcıların seçimi...  Bütün bu noktaları ele aldık. Son yıllarda Türkiye 'de reformlar üzerine konuştuk... Türkiye'nin tam üyeliğine dair tereddütlerim var. Bu ucu açık bir süreç ve bu sürecin ilerlemesini istiyoruz. Fasılların açılmasını ve adımların atılmasını destekliyorum" dedi. Erdoğan ise konuşmasında AB sürecine verdiği destekten dolayı Almanya'ya teşekkür etti ve yeni fasılların açılması konusunda destek talep etti: "Yargı ve temel haklar, adalet ve özgürlük konusundaki 2 faslın açılmasının önem ifade ettiğine inanıyorum. Bunu da öyle sanıyorum başaracağız. Şansölyenin bu konudaki desteğine ihtiyacımız var."
8 Şubat'ta ise Akdeniz'den "sürpriz" bir haber geldi. KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Nikos Anastasiadis, Kıbrıs müzakereleri kapsamında salı günü bir araya geleceği duyuruldu. Erdoğan'ın ortak metinde yaşanan uzlaşmazlık konusunda bizzat devreye girdiği ve müzakerelerin başlatılması konusunda irade gösterdiği söyleniyor. Kıbrıslı Akademisyen Niyazi Kızılyürek süreç konusunda kaleme aldığı makalesinde şu notu düşüyor: "Yeni müzakere sürecinin kolay olmayacağı konusunda herkes hemfikir olmakla beraber, sürecin olumlu sonlanacağı konusunda umutlu olanların sayısı az değil. Doğalgaz, bölgesel gelişmeler, Kıbrıs Rum toplumunun yaşadığı ekonomik kriz, ABD'nin Türkiye-İsrail-Kıbrıs üçgeninde iş birliğine verdiği önem vs. gibi argümanlar çözüm umutlarını artırıyor."
İsrail demişken, bu cephenin de hareketli ve yeni gelişmelere açık olduğunu söylemek mümkün. 3 Şubat'ta İsrail'in Hareetz gazetesi, Mavi Marmara konusunda İsrail'in 20 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul ettiğini ve müzakerelerde olumlu gelişmelerin yaşandığını İsrailli kaynaklara dayandırarak yazdı. 9 Şubat'ta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bu haberi teyit ederek şunları söyledi: "Son dönemde bu görüşmelerde hem bir ivme hem de belli bir yakınlaşma söz konusu. Son görüşmelerde aradaki görüş ayrılıklarının azaldığını söyleyebiliriz... Özür ile birlikte tarihî bir adım atıldı. Şimdi tazminatla da bir ikinci adım atılacak. Mavi Marmara'dan sonra ilişkilerin normalleşmeye en yakın olduğu dönemi yaşıyoruz."
Tüm bu gelişmelere, yaşanan hızlı trafiğe bakınca, Türkiye'nin AB sürecinde yeni bir başlangıç yaptığını, bu sürecin hem Avrupa hem de Amerika tarafından desteklendiğini söylemek için uzman olmaya gerek var mı? Belli ki yok.
Türkiye'nin içinde bulunduğu devlet krizini, tam da bu devlet krizi ile ilişkili başlıkları içeren (temel haklar, yargı, özgürlük, güvenlik) 23 ve 24. fasılların açılması ile AB ile koordinasyon içinde çözmek istediğine dair bir yorum yapmak için analist olmaya gerek var mı? Bence yok. 
Türkiye'nin demokratik konsolidasyonu konusunda endişelenen liberallerin bu gelişmeden mutlu olması beklenmez mi? Hükümete, haklı veya haksız gerekçelerden güvenmeyenlerin, AB'nin tekrar Türkiye siyasetine müdahil olması ile memnun olması, bir güvence bulması gerekmez mi?
İki hafta önce Başbakan'ın Brüksel gezisinin yeni bir başlangıç olduğunu, hem Türkiye'nin hem de AB'nin ilişkileri canlandırmak istediğini yazan gazetecilere küfrederek cevap veren, Erdoğan'ın zinhar AB yoluna giremeyeceğini yazan gazetecilerin en azından bir özür dilemesi gerekmez mi?
Avrupa standartlarına referans verenlerin, aynı standartlar içinde davranması, yanlış analizleri konusunda öz eleştiri yapması; meslektaşlarını hedef göstermek, diğer gazetecilere küfretmek yerine, fikre fikir ile cevap vermesi beklenmez mi? Analiz ile temenniyi, gazetecilik ile siyasi militanlığı birbirinden ayırmaları gerekmez mi? 
Türkiye'de siyasetin Batı standartlarında olması gerektiğini savunanların, kendilerinin de işlerini bu standartlar ölçüsünde yapması beklenmez mi?
Kopenhag kriterlerine uyması gereken sadece hükümet midir?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.