Sekiz yıldır devam eden Irak-İran savaşının son günleri. Saddam Hüseyin'in
Batı ve genel olarak Arap âlemi tarafından İran "tehdidine" karşı savaşması hasebiyle desteklendiği zamanlar. Amerikan kulislerinde Saddam'ın nevi şahsına münhasır manyaklıkları espri konusu yapılırken, "yapacak bir şey yok, elbette deli olmayan bir müttefik tercih ederiz,
ancak elimizdeki bu" argümanı ile bölgenin geleceği; gözü dönmüş bir
diktatörün eline terk edilmiş durumda.
Kimseler Irak'ın içinde
olup bitene bakmıyorken, Saddam bir yandan İran cephesine, kazananı
olmayacak bir savaşa, Iraklı gençleri sürüyor; diğer yandan Irak'ı
"tehlikeli" unsurlardan "temizliyor". 1986 yılında Saddam kuzeni Ali
Hasan el-Macid'e bir misyon veriyor. Misyonun amacı savaş sonrası
Saddam'ın huzurunu bozma ihtimali olan grupların savaş bitmeden pasifize
edilmesi. Misyonun amacı soykırım.
Daha sonra "Kimyasal Ali"
lakabı ile anılacak olan el-Macid'in önderliğindeki misyonun ismi
-günahın üzerine günah eklemek için olsa gerek- Kur'an'dan seçiliyor.
Bedir Savaşından sonra inmiş olan "Enfal" suresinin ismi, bu korkunç
operasyon için uygun görülüyor.
Kürtler'in yanı sıra operasyon
Türkmen, Süryani, Yezidi, Yahudi, Mandeanlar'ı da hedef alıyor. 1986
yılında başlayan ve üç sene devam eden sistematik imha operasyonu
dâhilinde, şehirler bombalanıyor, kara harekâtları uygulanıyor, köyler
boşaltılıyor, yerleşim birimleri yıkılıyor, idam mangaları kuruluyor ve
kimyasal silahlar cömertçe kullanılıyor. Bilanço ise trajik kelimesinin
bile kifayetsiz kalacağı kadar ağır oluyor: 182 bin kişinin öldüğü, 17
bin kişinin "kaybolduğu", 4.500 Kürt köyünün boşaltıldığı ve bir milyon
Kürt'ün yer değiştirmek zorunda kaldığı belirtiliyor.
Ve 16 Mart 1988 tarihinde Halepçe'de olanlar böylesi bir arka plan içinde gerçekleşebiliyor.
Bir
grup Kürt genci bu amansız imha operasyonuna karşı sokağa dökülüyor.
Halepçe Baas rejimine karşı direnişte sembolik bir yer. Bu tarihten on
ay önce Halepçe'de başlayan ve katliama kadar devam eden protestolar ile
Halepçe halkı Saddam rejimine kolay lokma olmadıklarını gösteriyor.
Fakat hesaba katmadıkları şey, bir diktatörün zulüm çantasında masum
sivilleri katletmek için her tür meşum aracın olduğu gerçeği oluyor.
Gökten sarin ve hardal gazı yağıyor
Sabah
saat 11:30'da Irak ordusunun savaş jetleri Halepçe'yi bombalamaya
başlıyor. Sivil halk sığınaklara koşuyor. Savaş jetleri ilk turu
tamamladıktan sonra gidiyor. Başlarına yağan bombaların sağır edici
gürültüsünün yerini bir anlık sessizliğe bırakması ile derin bir nefes
alan Kürt sivilleri ise kötücül bir sürpriz bekliyor. Bombalardan kaçmak
için yer altı sığınaklarına kaçan siviller için bu sığınakları bir
cehennem hâline getirecek hamle geliyor Baas ordusundan. İlk tur ile
sivilleri sığınaklara toplayan Baas ordusu, savaş jetlerini tekrar
gönderiyor. İkinci turda gökten yağan ise sarin ve hardal gazı içeren
zehirli ve kimyasal gaz kokteyli oluyor.
Havadan ağır bu
zehir, sığınaklara sızıyor. Bombalardan kaçan siviller için sığınaklar
bir ölüm kampına dönüşüyor. Kasaba bir ölüm tarlasına dönüyor, sokaklar
ölü bedenler ile sessizleşiyor. Bu sessizliği delen tek şey sığınaklarda
ıslak havlular ile burunlarını ve ağızlarını kapatmaya çalışan
masumların yardım çığlıkları oluyor.
Bir günde beş bin kişi ölüyor.
Kuşaklar boyu bu zulmü bedeninde taşıyan yaralıların ise sayısının yedi
bin ila on bin arasında olduğu tahmin ediliyor...
Halepçe el
birliği ile yapılmış bir katliamdı. Sovyetler bilfiil destek verdi,
Amerika göz yumdu, bölge ülkeleri izledi. O dönemde Batı bu katliamı
İran'ın yaptığını iddia edecek kadar ileri gitti, CIA bu konuda bir
rapor hazırladı. Hâlâ Saddam'a kimyasal silahları satan şirketler
konusunda ciddi bir yasal soruşturma yapılmadı, zira Batı ülkeleri için
böylesi bir soruşturma sonucu ortaya çıkacak gerçekler epey sevimsiz
olacaktı.
Ancak bundan daha da vahim olan, Halepçe katliamının
(veya soykırımının) 26. yıl dönümünde, Halepçe kadar insanın canını
acıtan ise hâlâ Orta Doğu'da Saddam Hüseyin'e sempati besleyen grupların
olması oluyor.
Katiller yabancı değil
Kürtlerin
talihsizliği katillerinin "ecnebiler" olmaması belki de. Kürtlerin
katili Amerikalılar, İsrailliler değil. Bölgede dört ülkeye bölünmüş
Kürtlerin katilleri, bölge insanları. Türkler, Araplar, İranlılar,
Sünniler, Şiiler. Bu yüzden Kürtler bölgedeki kirli stratejilerin joker
unsuru olmak dışında bir anlam ifade etmiyor bölge despotları için.
Türkiye'de PKK'yı destekleyen Suriye ve İran rejimleri kendi
ülkelerindeki binlerce Kürt'ü vatandaşlık hakkından mahrum kılmakta,
buna itiraz eden Kürtleri ise idam etmekte beis görmüyor.
Bu
yüzden Kürtler, bölgemizin favori mağdurları değil. Bu yüzden bölgede
kimse Kürtlerin hamisi olmak için sıraya dizilmiyor. Bu yüzden örneğin
Ariel Şaron'u övecek bir Arap, Türk veya İranlı bulmak imkânsızken,
Dersim'in veya Halepçe'nin failleri teveccüh görebiliyor. Bu yüzden
Kürtlere karşı "kutsal savaş" emri veren İran devrimi bazı "İslamcılar"
için hâlâ şanlı sıfatını hak edebiliyor.
Ve bu yüzden hesaplaşılacak ortak ve uzun bir tarih biz Türkler, Araplar ve İranlıların önünde bekliyor.