Boko Haram vakası ve muhalefetin paradoksu

A -
A +

Dünyanın herhangi bir yerinde olan, Türkiye siyasetiyle tamamen alakasız bir olayı, Türkiye iç siyasetine bağlama olimpiyatlarında birincilik Boko Haram hadisesine gidebilir.
Nijerya'da faaliyet gösteren radikal bir örgüt Boko Haram. Daha önceden yaptığı ölümlü saldırılar yüzünden uluslararası medyada epey yer bulmuştu. Ancak Boko Haram'ı ana haber bültenlerine sokan gelişme, 300 kız öğrenciyi kaçırıp köle olarak satacağını açıklaması oldu. Barbarlığın her türlü şeklinin görüldüğü bir dünyada, bu eylem epey tuhaf ve reytingi yüksek bu eylemi ile Boko Haram birden tüm dünyanın gözünü diktiği bir örgüt haline gelmeyi "başardı."
Peki, bunun Türkiye ile alakası ne diye sorabilirsiniz, haklı olarak. Yerel seçim öncesi yaşadığımız tape çılgınlığında sızdırılan konuşmalardan THY'yi Nijerya'da Boko Haram'a silah kaçıran bir firma olarak gösterme amacıyla piyasaya sürülmüş, AK Parti'yi dünyanın farklı yerlerinde radikal örgütleri destekleyen bir hareket olarak gösterme çabasının bir hamlesi olmuştu. Bu sızıntının uluslararası medyada yer almasının akabinde Nijerya deniz kuvvetleri bir açıklama yapmış ve mevzu bahis sevkiyatın kendilerine yapıldığını belirtmişti. Yani Boko Haram'la mücadele eden Nijerya ordusunun bizzat teyit ettiği üzere THY üzerinden Boko Haram'a bir sevkiyat olmamıştı. Aksine sevkiyat Nijerya ordusuna yapılmıştı.
Ama ne fark eder... İdeolojik pozisyon uğruna hakikat ve hakkaniyetten uzaklaşmak Türkiye'de norm kabul edilen bir alışkanlık oldu artık. Boko Haram'ın 300 genç kızı kaçırması akabinde, bu olaydan Türkiye hükümetini sorumlu tutan iddialar dile getirilebildi. Hatta ve hatta dünyanın en çok ziyaret edilen referans sitelerinden biri olan Wikipedia'nın Boko Haram sayfasına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye örgütün destekçileri olarak kaydedildi. Bu durum daha sonra sitenin başka kullanıcıları tarafından düzeltilse de, işaret ettiği hastalıklı psikoloji vahimdi.
Bu tür aşırı ve sorumsuz muhalefet anlayışının ortaya çıkardığı ilginç bir paradoks var. Bir yandan Türkiye'de muhalefet Türkiye'ye dair fazlasıyla karanlık bir resim çiziyor. Türkiye'de hiçbir şeyin doğru gitmediğini, hatta Türkiye'nin bir felakete sürüklendiğini iddia ediyor. Çizilen bu felaket senaryosuna göre, Türkiye'de ekonomi çok kötü, bir ekonomik krizin eli kulağında. Siyaset ve demokrasi güya çıkmazda, öyle ki diktatörlük ve faşizm kelimelerinin kullanım sayısı muhtemelen Weimer Cumhuriyeti dönemi gazetelerinden fazla. Diğer yandan Kürt meselesi Türk ve Kürt taraflarının gayet olumlu mesajlarına rağmen aslında çözülmüyor. Özgürlükler bitiyor, eşitsizlik tavan yapıyor. Türkiye uluslararası kamuoyu tarafından izole ediliyor. Yani adım adım uçuruma yuvarlanan bir Türkiye var muhalefete göre.
Paradoks şu: Madem bu kadar kötü Türkiye, madem elinizde bu kötü gidişe dair çok örnek var, neden somut veriler ile muhalefet etmek yerine fantastik komplo teorilerine başvuruluyor? Mevcut sorunlar neden kesmiyor? Mevcut veriler (eğer her şey iddia edildiği gibi kötüyse) neden yetmiyor? Neden hükümet Suriye'de kimyasal silah saldırısı organize etmek veya Boko Haram'a silah kaçırmak gibi deli saçması iddialar ile suçlanıyor?
Bunun iki cevabı var. Bir gerçek yetmiyor muhalefetin iddialarına. Zira Türkiye'nin bir felakete sürüklendiği falan yok. Tüm bu olağandışılık meydana getirme çabalarına rağmen, Türkiye olağan seyrinde gidiyor. Kürt meselesi çözülüyor, ekonomik büyüme sürüyor, hükümetin demokratikleşme açılımları (bazı eksikleri olmakla beraber) devam ediyor. Yani gerçek veriler, muhalefetin gerçek olmayan iddialarını doğrulamıyor. Böyle olunca hükümeti şeytanlaştırmak için şehir efsaneleri ve komplo teorileri devreye giriyor.
İkinci sebep ise şu: Türkiye'de muhalefetin amacı bir süredir hükümeti toptan devirmek. Nasıl olduğu mühim değil bunun. Sandık olmazsa sokak çatışması, sokak çatışması işe yaramazsa Kürt meselesinin sabote edilmesi, bu da olmazsa hükümeti uluslararası bir müdahale ile devirme çabası. "Helikopterle kaçacaksın", "Lahey'de yargılanacaksın" sözlerinin başka bir anlamı var mı?
Muhalefetin, böylesi bir strateji izleme hakkı ve özgürlüğü var elbette. Lakin böylesi bir muhalefetin işe yaramadığı ve amacına hasıl olamadığı (ve olamayacağı) tekrar tekrar ortaya çıkıyor. Bununla beraber böylesi bir muhalefet üç temel soruna sebebiyet veriyor.
İlk olarak muhalefet ciddi bir itibar erozyonuna uğruyor ve inandırıcılığını kaybediyor. Kendi elleriyle, kendi pozisyonunu itibarsızlaştırıyor.
İkinci olarak, hükümeti gayrimeşru ilan edip, toptan devirme stratejisi izlemeye karar veren bir muhalefet herhangi bir iyileştirme girişiminde bulunmayı gereksiz ve hatta yanlış buluyor. Muhalif gazetecilerin yazılarında hükümete yönelik bir reform önerisine rastlıyor musunuz? Türkiye'nin mevcut sorunlarının çözümü konusunda bir alternatif geliştirme çabası var mı? Yok. Türkiye'nin sorunları sıralanırken, "mevcut hükümet gitsin" dışında bir çözüm önerisi var mı muhalif kamuoyunun? Yok. Zira Türkiye'deki mevcut muhalif iklim, "devrim olsun da sonrasını düşünürüz" diyen arkaik bir sosyalist stratejinin tekrar hakim olduğu bir döneme girdi. Amaç iktidarı devirmek olunca, iktidara iyileşmesi yönünde tavsiye vermektense o iktidarı devirme stratejisi geliştirmek tercih ediliyor. Bu doğrultuda sandık işe yaramayınca, siyaset dışı ve gayri ahlaki kampanyalar da meşru oluyor.
Ve son olarak "uluslararası itibarımız zedeleniyor" diyerek feryat edenler aslında Türkiye'nin uluslararası itibarını zedelemeyi halihazırda bir strateji olarak benimsemiş olanlar. Türkiye'nin bir diktatörlük rejimi haline geldiğine dair gerçeği yansıtmayan yazılar yazıp, sonrasında Türkiye uluslararası kamuoyunda bir dikta rejimi olarak lanse ediliyor demenin karşılığı olsa olsa bir kurdun yediği kuzu ile hatıra fotoğrafı çektirmesi olur.
Özetle böylesi bir muhalif stratejinin ne kendine, ne de memlekete bir hayrı olmuyor...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.