Sürdürülebilir kalkınma için "sürdürülebilir aktivizm" lazım...

A -
A +

Türkiye'de enerji tüketimi artıyor. Son on senede (2003-2013 yılları arasında) elektrik tüketimi ortalama %78 arttı Türkiye'de.
Sebepleri malum. Sanayileşme, şehirleşme, artan nüfus ve zenginleşme. Refah seviyesi arttıkça elektrik tüketimi artıyor. Gayet basit bir önerme.
Ve elektrik tüketimi artmaya devam edecek Türkiye'de. Bugün 12 yıl önceye göre 2 kat elektrik tüketiyoruz. 9 yıl sonra ise bugüne göre 2 kat elektrik tüketeceğiz.
Sanayileşme ile artan gelirimiz ile daha çok tüketiyoruz. Sanayileşme elektrik sayesinde oluyor, sonucu ve ürünlerinin getirisi de elektrik tüketiminin artması oluyor.
Bir yandan iphone'lar, ipad'ler, masaüstü bilgisayarlar zor yer bulduğumuz beşli prizlerde sarj olurken, diğer tarafta daha yeni aldığımız iki kapaklı ve süper elektronik buzdolabından çıkardığımız donmuş pizzayı mikrodalga fırında ısıtıyoruz. O sırada neredeyse salonunun duvar boyu ile yarışan plazma televizyon açık, aynı anda hem çamaşır hem kurutma makinesi çalışıyor.
Her şeyin bir bedeli var. Hem sanayi olsun, hem hayat kalitemiz artsın derken, diğer yanda elektrik üretmeyelim/tüketmeyelim demek olmuyor.
Aslında günün sonunda bir kalkınma tartışması bu. Kalkınmayalım demek mümkün değil. Bakmayın o kalkınmanın tüm nimetlerinden faydalanıp, "kalkınma olmaz olsun" diyenlere. Kalkınma olacak istesek de istemesek de. İnsanlar hayat kalitesinin artmasını istiyor, şehirleşme istiyor, tüketmek istiyor. Bu ülkede şehir hayatından kaçıp, emekliliğini organik ve bohem yaşamak için keşfedilmemiş sahil kasabalarına atanlar olduğu gibi, İstanbul'da yaşamak hayali kuran milyonlarca insan da var. Veya kendi yaşadıkları şehirleri İstanbul'a benzetmek isteyenler de var. Tartışmaya "Cihangir miyopluğundan" bakmaya bir ufak örnek: İstanbul'da haklı olarak ahtapot gibi etrafımızı saran alışveriş merkezlerinden şikayet ederken, farkında değiliz ki Anadolu'nun birçok kentinin sakinleri şehirlerinde alışveriş merkezi açılacağı günü iple çekiyor. Alışveriş merkezi olmayan şehirlerin sakinleri bu durumdan sitem ve şikayet ediyor. Alışveriş merkezi açılan küçük şehirlerin sakinleri, şehirlerine gelen ziyaretçilere gururla yeni açılan alışveriş merkezlerini gezdiriyorlar. Beğenelim, beğenmeyelim durum bu. Talepler bunlar.
"Sürdürülebilir kalkınma" diye bir kavram boşuna çıkmadı. Bir yandan kalkınmanın bir sürü getirisi var. Zenginleşme, eğitim durumunun artması, bireyselleşmenin demokratikleşmenin yaygınlaşması. Diğer yandan ise bu hıza ve taleplere yetişemeyen devlet kurumları, siyaset yapıcılar ve sermaye sektörü. Bu kalkınma talebini açgözlülükle sömüren sanayiciler, buna göz yuman bir devlet.
Külliyen retle, toptan karşıtlıkla, sloganla, realiteyi ret üzerine kurulmuş bir aktivizm ile cevabını veremeyeceğimiz sorular var. Arkaik refleksler, risksiz söylemler, haklı çıkmayı kitlelere karşı sorumluluğa yeğ tutan duruşlar ile çare olunmayacak problemler var.
Kömür madenleri tümden kapatılsın, nükleer olmasın demekle pek olmuyor yani. Sürdürülebilir kalkınma için bir de "sürdürülebilir aktivizme" ihtiyaç var. 1960'lar, 1970'ler solunun düştüğü hatalara düşmeyen, "halk için halka rağmen" modeller önermeyen, bazen birbiri ile çatışan unsurlardan birini reddetmeden orta yolu bulmaya çalışan bir harekete ihtiyaç var. Bugün eski Türkiye solunun kaderini paylaşmak istemiyorsa muhalefet, eğer ileride 1960'lar solunun bugün hatırlandığı gibi nostaljik hikâyelerle anılmak yerine önemli kazanımların mimari olarak yad edilmek istiyorsa muhalefet, o zaman mevcut durumdan çıkarılacak dersler var.
Başbakan Erdoğan'ın şahsına yönelik eleştirilerden veya savunulardan vakit bulabilirse, en az insan ve doğa maliyetli kalkınma modeli nasıl olabilir diye argüman üretmeye çalışan bir entelijansiyaya ihtiyacımız var.
"Temiz kömür" ve alternatif enerji üzerine yazmaya buradan devam.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.