Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) nasıl büyüdü?

A -
A +
IŞİD nasıl büyüdü? Nasıl bir strateji izledi? Arkasında kim var, kimler sorumlu IŞİD'in bu operasyonlarından? Türkiye'nin Suriye politikası IŞİD'in büyümesinde bir etken miydi?
Guardian gazetesi muhabiri Martin Chulov, şununla başlıyor IŞİD'in hikâyesine: "Hiçbir yerden ve hiçbir şeyi olmadan gelen militanların grubu [IŞİD] şu anda 2 milyar dolara ve iki şehre sahip."
Chulov, Suriye konusunda yaptığı muazzam habercilik ile Orta Doğu'da hakkıyla star olmuş gazetecilerden, şu an Bağdat'ta. Kendisine soruyorum "bu nasıl oldu?"
"Diğer tüm gruplardan daha iyi organize ve disiplinliler. Savaş tecrübesi olan [Amerikan müdahalesi sonrası direniş dönemi nedeniyle] stratejik olarak nasıl davranılacağını biliyordu. Zengin kaynaklara ulaşmayı bildiler. Ve parçalanmış muhalefete kıyasla savaş alanında daha iyi performans gösterdiler."
Chulov'un ne demek istediğini açalım. Kamuoyunda yansıltıldığı üzere IŞİD bir grup aklı başında olmayan, deliden oluşmuyor. Doğrudur, epey vahşi bir örgütten bahsediyoruz. Ancak bu vahşeti daha da tehlikeli hale getiren stratejik akılları.
Örneğin Musul işgali öncesinde IŞİD'in sahip olduğu varlıkların toplam değerinin 875 milyon dolar olduğu tahmin edilirken, bu rakam Musul'daki yağma sonrası 1.5 milyar dolar daha artarak toplamda 2 milyar doları geçmiş durumda. İŞID ilk başta az sayılabilecek "bağışlar" ile finansmanını sağlıyordu. 20,000-30,000 dolarlık bu bağışların bir kısmının zengin Körfez vatandaşlarından (devletlerinden değil) geldiği biliniyor. Suriye'de özellikle petrol satışı ile gelirlerinde ciddi bir artış oldu. Bu petrol satışının hem Suriyeliler'e (yani sıradan halk ve diğer muhalifler), hem de Suriye rejimine gerçekleştiği belirtiliyor. Petrole eşlik eden diğer bir gelir kalemi ise tarihî eser kaçakçılığı. Özellikle Kalamun bölgesindeki eserleri yağmaladıkları söyleniyor. Suriye'de stratejik olarak petrol zengini bölgeleri hedefleyen  İŞID'in Irak'ta da aynı stratejiyi izlediğini görmek mümkün. Doğrusunu söylemek gerekirse aptalca bir strateji izlediklerini söylemek mümkün değil. 
Star gazetesi dış haberler editörü Yusuf Özhan, bu stratejik akla dair bir örnek veriyor. Suriye'de İŞID'in en önemli hedefi kendisine rakip olma potansiyelindeki diğer silahlı gruplardı. IŞİD ile Suriyeli muhalif gruplar arasındaki çatışmalarda toplam 3000 kişi hayatını kaybetti. Ahrar'uş Şam gibi IŞİD'de ciddi rakip olma ihtimali olan örgütlerin komutanları hedeflendi. Canlı bombalar ve susturuculu suikastlar ile önemli komutanlar hedef alındı. Bu tüm muhalefete bir mesaj idi IŞİD'den gelen: Ya bizimle savaşırsınız, ya da öldürülürsünüz. Özellikle küçük grupların önünde zor bir soruydu bu. Bir kısmı ÖSO'dan ve İslami Cephe'den ayrılıp IŞİD ile savaşmayı seçti, bu yola başvurmayanların önünde artık en az Esad kadar tehlikeli başka bir düşman vardı, IŞİD.
İlginç bir şekilde IŞİD etkinliğini sadece açık zorbalık ile sağlamıyor. Irak istihbaratının iddiasına göre, Irak'ta devlet aygıtına sızmayı başaran IŞİD'ciler de mevcut.
Peki kim sorumlu IŞİD'in bu kadar güçlenmesinden ve mevzi kazanmasından? Arkasında bir devlet gücü var mı?
Direkt bir devlet desteği olduğuna dair somut bir delil yok. Kuruluşunda Irak Baas'ının personeli ve Körfez zenginlerinin desteği sır değil. Yine Suriye'de rejimle olan dirsek teması da komplo teorisi değil. Ancak tüm bunlar bir devletin bilfiil IŞİD'e destek verdiği anlamına gelmiyor.
Buna rağmen, IŞİD bölgede birçok politikasında 180 derece ayrışan aktörler için bile ortak bir kötü olduğundan, tüm aktörler birbirini suçlama yarışına girmiş durumda. 
"Maliki İŞID'den dolayı Suudileri suçluyor, Suudiler ise Maliki'yi. Amerikalı liberaller Bush'u suçlarken, muhafazakârlar Obama'yı suçluyor. İngilizler ise Blair'i" diyerek bir tweetinde özetliyor bu suçlama yarışını Max Fisher. Yani dünya AK Parti etrafında dönmüyor dünya kamuoyunda, IŞiD konusunda sorumlu tutulan aktörler her yerde değişiyor.
IŞİD'in güçlenmesini önce Irak'ta daha sonra Suriye'de aramak lazım. Konuyla ilgili görüştüğüm Aaron Stein bu anlamda Maliki'nin politikalarına dikkat çekiyor. Mezhepçi siyaseti nedeniyle Sünniler arasında tepki oluşturan Maliki, Stein'e göre Amerika'nın el-Kaide ile mücadelesinde edindiği başarılı siyasete de devam edemedi. "Amerikalılar el-Kaide ile mücadele muazzam stratejiler geliştirdi... Bunun içinde Anbar'daki aşiretlere [el-Kaide ile mesafeli olma ve mücadele etme karşılığında]  para verilmesi de vardı. [Amerikan askerlerinin] geri çekilmesinden sonra, Maliki Amerika'nın bu tür politikalarına devam etmeyi reddetti. Bunu üzerine IŞİD'i desteklemeyen Arap aşiretler kendilerini tehdit altında hissetti. Bu İŞID'in Irak'ta güçlenmesine katkıda bulundu. Sünni aşiretlerin desteği olmadan bu kadar hızlı ilerleyemezdi [IŞİD]."
Peki ya Türkiye nasıl bir rol oynadı? AK Parti'nin Suriye politikası IŞİD'in güçlenmesinde etkin oldu mu?
AK Parti'nin IŞİD'e destek verdiğini söyleyen aklı başında bir uluslararası gözlemci yok. Direkt destek veya organik bir ilişki mevzubahis değil. IŞİD kuruluşundan 5 ay sonra Türkiye'de terör listesine alınmış, bu Birleşmiş Milletlerin IŞİD'i terör örgütü ilan etmesinden epey önce oluyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin IŞİD konvoylarını defalarca hedef aldığı biliniyor.
Ancak yine de Türkiye sınırından geçip Suriye'ye giden savaşçıların olduğu bir gerçek. Chulov, birçok "cihadcı"nın Türkiye üzerinden Suriye'ye geçtiğini söylüyor. Türk hava yolları ile seyahat ettiklerini, Hatay'da otelde kaldıklarını ve Türkiye sınırından geçtiklerini. "Türkiye istihbaratının bu kişilerin IŞİD için savaşacaklarını bildiğinden şüphe duyuyorum, ancak istihbaratın bu savaşçıların varlığından bihaber olması mümkün değil" diyor. Stein ise "hiçbir sınır tamamen geçilmez değildir" diyerek sınırda tamamen kontrol sağlamanın mümkün olmadığını vurguluyor, "ancak Türkiye yabancı savaşçıların akışını engellemek için pek de çaba göstermedi" diye ekliyor.
Suriye'de sahadaki dinamikleri çok iyi bilen gazetecilerden Buzzfeed Orta Doğu muhabiri Mike Giglio: "Türk istihbaratının yabancı savaşçıların geçişinden haberdar olduğunu düşünüyorum. Bu Esad'ı devirme stratejisinin ve Suriye'de akan kanı durdurmanın bir parçasıydI. Türkiye ve diğer bir çok ülke bunun ileride oluşturacağı büyük sorunların farkında değildi. Aynı zamanda bu krizin bu kadar uzun süreceğinden haberdar değillerdi, plan Esad'ın üç sene daha kalacağı yönünde değildi. Aynı zamanda [Türkiye] Amerika tarafından ciddi bir ihanete uğradığını hissediyordu. Eğer savaş erken bitseydi, bu aşırı unsurlar şimdi oldukları kadar güçlü olmayacaktı. Şu an Türkiye'yi bunun için suçlamak kolay, ancak o dönemde ılımlı muhaliflerin ve aktivistlerin de aynı kumarı oynadığını içlerinden itiraf edecek kadar dürüst olanlar var. Kısa vadede şeytanla yapılan anlaşmanın Esad'ı devirmek için kendilerine yardım edeceğini umdular, çünkü yardıma ihtiyaçları vardı. Dolayısıyla Türkiye yabancı aşırı unsurların Suriye'ye girmesine izin veriyor derken veya bu unsurları durdurmadıklarını söylerken, bu büyük ölçüde o dönem ılımlı muhalefetin isteği dahilinde oldu. Ve bu ılımlı muhalefet, aynı Türkiye hükümeti gibi, Amerika'nın Suriye konusundaki müdahil olmaması durumu karşısında derin bir şekilde ihanete uğramış hissediyor. Bazıları Amerika'nın kendilerini bilerek yanlış yönlendirdiğini söylüyor, Esad'ı devirmek için söz verdiklerini ancak gerçekte iki tarafın da dengeyi geçmemesini sağladıklarını."
Bu iddiaları görüştüğüm Türkiyeli yetkililer kesin ve sert şekilde reddediyor. Türkiye'nin bilerek aşırı unsurların sınırlarından geçmesine asla ve kata izin vermediğinı söylüyorlar. Türkiye'nin sınırlarını kontrol etme kapasitesi olsa on yıllardır bu sınırlar üzerinden militan ve silah akışı sağlayan PKK gibi bir sorunu olmazdı vurgusunu yapıyorlar. Yine Türkiye'nin güney illerinde Cumhuriyet tarihi boyunca olan ve engellenemeyen kaçakçılık faaliyetlerine karşı tüm önlemler alınmasına rağmen bunun devam etmesinin sınırlara tamamen hakim olmanın imkansızlığını gösterdiğini ifade ediyorlar. Türkiye'den 2011-2012 yılında savaşçı geçişi olduğunu, bunu engelleyemediklerini, ancak o tarihlerde sahada el-Kaide'nin bile olmadığını ifade ediyorlar. El-Kaide tehdidi sahada belirdiğinde, Türkiye'nin bu konuda teyakkuza geçtiğini ancak bu noktada batılı istihbarat teşkilatlarının iş birliğinden kaçındığını vurguluyorlar.
"İstanbul havaalanına gelmiş, Türkiye'nin vize istemediği bir ülkenin, örneğin bir Amerikan, Tunus veya Hollanda vatandaşı, giriş yapıyor. Uluslararası bir arama kararı yok. Hangi gerekçe ile ülkeye sokmayacağız? Bu kişi daha sonra Antep'e veya Hatay'a gidiyor araç kiralayarak ve sınırı illegal şekilde geçiyor. Nasıl engel olabiliriz?" diyor üst düzey bir yetkili.
Burada bir not düşmek lazım, sadece Suriye'de aşırı unsurlar için savaşan kişiler geçmedi Türkiye sınırından. PYD için savaşanlar da Türkiye'den geçti veya rejimin paramiliter örgütü Şebbiha içinde savaşan Türkler de Türkiye sınırından geçti.
Geçtiğimiz Kasım ayında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, aşırı unsurlara karşı mücadele etmek için Türkiye'nin ısrarlı girişimleri olduğunu, bu tür hakkında yakalama kararı olmayan ancak şüpheli Batı ülkesi vatandaşları konusunda yabancı istihbarat kurumlarından önceden bilgi verilmesini talep ettiklerini ancak tatmin edici bir iş birliğinin gerçekleşmediğini ifade etmişti yaptığım röportajda.
Bunun neden olduğuna dair benim tahminim, Batı'yı el-Kaide unsurlarının Suriye'de olmasından daha rahatsız eden şey, bu unsurların kendi ülkelerinde olması. Dolayısıyla Suriye'de ölüme giden bu savaşçıları engellemek çok da işlerine gelmedi. Bu unsurları tutuklayarak el-Kaide için kendilerini hedef haline getirmek de...
Türkiye'nin bu aşırı unsurlar ile mücadele etme stratejisinde birçok adım attığı şu an herkesin kabul ettiği bir gerçek. Bu doğrultuda Göç genel müdürlüğünün kurulması, sınırlara kameraların yerleştirilmesi ve belli yerlerde duvar örülmesi örnek gösterilebilir. Son bir senede 1000 kişinin Türkiye'ye girişi de engellendi.
Ancak şunu unutmamak lazım: Tüm bu önlemlere ve çabalara rağmen sınırlar tamamen kontrol edilemez. Bunun için en iyi örnek Amerika'nın Meksika sınırı. Evet keşke savaş başka bir yerde çıksaydı ama çıkmadı. Sınır ülkemizi yıkan savaşın Türkiye'yi etkilememesi düşünülemez. Diğer bölge ülkelerine kıyasla Türkiye'nin en az etkilenen ülke olduğunu söylemek ise malumun ilam-ı olacaktır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.