Sürüden ayrılan kuzu...

A -
A +
"Hayat serüvenimizin ortasında kendimi karanlık bir ormanda tek başıma buldum, çünkü doğru yoldan ayrılmıştım."
Edebiyat tarihinin en çok alıntılanan mısralarından biri. İtalyan dilinin en güzel kullanımlarından olan, dünya edebiyatının başucu eserlerinden, Dante'nin "İlahi Komedya"sından.
Yazar bu mısralarda kendi hayatından bir şey mi anlatıyordu? Belki de...
Siyasi görüşleri yüzünden yaşadığı toplumdan dışlanan edebiyatçılardan ve sanatçılardan biri Dante. Memleketi Floransa'dan siyasi tercihi yüzünden sürgün edilen Dante miydi kendisini karanlık bir ormanda tek başına bulan? Belki de...
Edebiyatçıların ve sanatçıların siyasi tercihleri yüzünden persona non grata ilan edilmesi üzerine ayrı bir edebiyat branşı oluşturacak kadar örnek ve tarih var. Türkiye ise bu konuda bir vaha. Nazım Hikmet'ten Orhan Pamuk'a, Mehmet Akif'ten Sabahattin Ali'ye, farklı görüşlerden birçok edebiyatçı veya sanatçı için siyasi görüşleri yüzünden bu ülkede, yani öz vatanında parya oldu. "Sanat toplumun can damarıdır" şiarı devletin makbul sanatçıları için geçerli bir şiar oldu.
Peki sadece devlet miydi sanatçılar üzerinde tahakküm kuran, onları yaftalayan, kendi güdük ideolojisine hapseden? Sadece devletin ideolojisi miydi farklılığı boğan, bireysel tercihi ezen? Siyaseten ayrı düşmeyi cezalandıran?
Bu sene Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivalini izleyenler bu sorunun cevabının hayır olduğunu biliyor.
Kutluğ Ataman'ın, daha önce katıldığı uluslararası festivallerde teveccüh ve ödüllerle karşılanan filmi "Kuzu" festivale beklendiği gibi damgasını vurdu. "En iyi film" ödülü Kutluğ Ataman'ın "Kuzu" filmine verildi. İroniktir, Ataman, ödülünü, dışlanmanın ve baskının ne olduğunu gayet iyi bilen İranlı meslektaşı Abbas Kiarostami'den aldı.
Ve linç başladı... "Kuzu maalesef iyi bir film" diyen sanat eleştirmenlerinden, buraya alıntılamayı okuyucuma terbiyesizlik olarak göreceğim hakaret ve yaftalar sıralayan sanatçı ve kanaat önderlerine, Türkiye entelijansiyası yine yeni yeniden kötü bir sınav verdi. Kutluğ Ataman'ın, Türkiye için bir gurur olan bu filminin başarısını kutlamadı, aksine yönetmeni başarasından dolayı cezalandırdı?
Peki niye, ne günah işlemişti Ataman da hak etmişti bu tepkiyi?
Gezi eylemlerinin en başında bu eylemlere hararetle destek vermişti Ataman. Hatta neredeyse sözcülerinden olmuştu. Daha sonra Gezi'yi temsilen dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmüş, eylemcilerin taleplerini iletmişti.
Film burada kopmuş, kuzu sürüden ayrılmıştı.
O artık bir işbirlikçi, hain ve yandaştı.
Sözünü sakınmamış, Gezi hareketi ile ilgili eleştirilerini dile getirmişti Ataman. Ve linc-i vacipler kategorisine girmeye hak kazanmıştı.
Sürüden kaçan kuzu artık kendini karanlık bir ormanda bulacaktı. Güya otoriteryenizmi protesto etmek için bir araya gelen sürünün, Stalinist ayin törenlerinin kurbanı olacaktı...
Linç demişken... Kelimenin asıl anlamı yargısız infaz demek. Mahkeme olmadan bir grubun, bir haine veya düşmana ceza vermesi. İlginçtir, linç kavramının "devrimci" bir yönü vardır. Kelimenin etimolojisinin Amerikan devriminin önemli isimlerinden Charles Lynch'e uzanır. Amerikan devrimi sırasında, bağımsızlık karşıtı, İngiltere'yi savunan "işbirlikçilere" karşı, Charles Lynch mahkemesiz mahkûmiyeti uygulamış ve daha sonra kendisini savaş zamanı bu uygulamanın geçerli olabileceği argümanı ile savunmuştur.
Yani linç bir devrimcinin savaş hukukunda meşru görülen bir stratejidir.
Dolayısıyla, Türkiye'de siyaseti bir savaşa, muhalefeti devrime çevirmeye çalışanlar için lincin en yaygın ve favori strateji olarak kullanılması boşuna değildir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.