Yeni Orta Doğu dengesi!

A -
A +
Dış politika meselelerinin iç siyasetin ana malzemesi olarak kullanıldığı bir dönemde Türkiye uluslararası düzeyde yeni bir pozisyon arayışında. Seçimler çok yakın ve iktidarın da muhalefetin de bu konuda hata yapma lüksü yok. Ahmet Davutoğlu'nun Irak ziyareti bu bakımdan çok önemli. Sıfır sorun politikasının yeniden hayata geçirilmesi, Irak ve İran ile ilişkilerin yumuşatılması, Ermenistan meselesinde ilerleme sağlanması Suriye'de giderek karmaşıklaşan durumun yükünü bir nebze olsun hafifletebilir. Esasen Irak ile Türkiye arasındaki ilişkiler iki ülkenin karşılıklı diyaloğunun ötesinde bölgesel ve küresel dengeleri etkileyebilecek bir faktör. Nitekim kasım ayı başında Obama ile Maliki'nin Washington'daki görüşmesinde Irak Türkiye ilişkilerindeki olumlu havadan ABD başkanının da son derece memnun olduğu ifade edilmişti. Bu, hiç de şaşırtıcı bir gelişme değil, zira ABD'nin Irak stratejisi hiçbir zaman Irak'ı İran'ın kollarına itecek bir husumet içerisinde olmadı. Aksine, Irak'ı İran'ın dışında bir Şii merkez olarak tutmak, tarihî Kum-Necef geriliminin muhafazasına çalışmak temel stratejiydi. Obama'nın İran devlet başkanı Ruhani ile diyaloğa geçmesinin ardından Irak yönetimine de göz kırpması ve Türkiye'yi bu yönde teşvik etmesi dengelerin yeniden oluştuğunu gösteriyor. Her şeyden önce ABD'nin Şiilik ile bir sorunu falan yok. İran'ın Şii oluşu değil, anti-Amerikan ve anti-İsrail duruşu onlar için bir sorun. Diğer konu ise nükleer bir İran oluşturma tasavvuru ki, o meselede esas sorunu İsrail ve Körfez ülkeleri yaşıyor. Ruhani yönetiminin bu konudaki tutumunu yumuşatması halinde İran gibi bir ülke ile ilişkilerin tamir edilmesi konusunda ABD'nin hızlı adımlar atması şaşırtıcı olmaz. Cenevre'de yapılan nükleer müzakerelerden şimdilik somut bir sonuç çıkmasa da, tarafların eskisinden daha umutlu beyanlarda bulunmasını gözden kaçırmamak gerekiyor. ABD Dışişleri Bakanı Kerry'nin "Netanyahu'nun görüşmeler konusundaki olumsuz tavrını zamansız bulduğunu" açıklamasını da bir not olarak kenara iliştirmek lazım. Kısaca bu yöndeki gelişmeler olumlu seyrediyor...
Türkiye'nin Orta Doğu politikası da bu yeni gelişmelere paralel olarak esneyecek gibi görünüyor. Bölgede şimdilerde belirginleşen tehdit, diktatöryal yapılar ya da mezhepsel ayrışmalar değil, El Kaide ve onun türevi olan terör örgütleri. Arap Baharı denilen değişim rüzgârlarını durduran esas faktör de bu. Radikal İslamcı grupların şiddet ile beslenen politikaları -bırakın bölgede İslamın gücünü artırmayı- dünya sathında bir düşmanlaştırma projesine önayak oluyor. El Kaide kanımca Müslümanların en büyük düşmanı olarak sivriliyor. Üstelik bir yandan da ortak öcü ihtiyacını karşılayarak rakip ülkeler arasında stratejik ittifaklar oluşmasına yol açıyor.
Nitekim Davutoğlu'nun ziyareti ile gündeme gelen, teröre karşı iş birliği meselesi önümüzdeki dönemde sadece Türkiye ile Irak arasında değil, bölge dengeleri çerçevesinde de temel parametrelerden birisi olacak. On yıllardır İran ve Şiilik üzerinden şeytanileştirilen siyasal İslam düşüncesine yönelik düşmanlığın, bundan böyle Sünnilik ve Körfez ülkeleri üzerinden gelişmesi beklenebilir. Dış politika denilen şey tam da bunun için esnek olmalı, dost düşman ayrımı ezeli ve ebedi bir kategori olarak algılanmamalı.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.