Sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam) buyuruyor ki:
Ümmetimin
en hayırlıları, içinde bulunduğumuz zamanda yaşayanlardır (Yani,
Eshab-ı kiram efendilerimiz). Sonra; onları takip edenler (Tabiin
denilen mümtaz şahsiyetler), ondan sonra da; onları takip edenler
(Tebe-i tabiin denilen numune şahsiyetler.) Bu altın çağlardan
sonrasında ise; bid'atlerin (dinin aslında olmayıp sonradan
uydurulanlar) ve haramların çoğalıp yaygınlaşacağı; arızi iyileşmelerin
dışında, genel olarak kötülüklerin hemen her yanı kaplayacağı: 'yevm-ül beter' (bir önceki günü aratacak) devirlerin geleceğini işaret buyuruyor.
İçinde yaşadığımız 'ahir zaman'ın
gerçek iman ehli; zifiri karanlıkta, gökyüzünde parlayan yıldızlar
misali; topyekûn gök kubbeyi aydınlatmakta ve kendilerini izleyenleri
kurtuluş sahiline çıkarmaktadır. Ama gerçek iman ehli.. Öyle, zoru veya
menfaati gördüğünde yok olup; sırra kadem basmayacak bir iman!..
Ab-ı hayat, zulumatta bulunur,
misali; küfür, irtidat ve imansızlığın ayyuka çıktığı ahir zamandaki
gerçek iman erleri; bütün zamanları kendilerine gıpta ile baktırmakta ve
iman susuzluğundan şerha şerha çatlamış gönüllere 'sağanak' olup, onları yeşertmektedir.
Nitekim,
sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam) de; İslamiyet'in garip
başladığını, garip biteceğini ve; bütün bu gariplere hesapsız müjdeler
olduğuna işaretle; öncekilerle sonrakileri, değer ve kıymet bakımından
mukayesede zorlandığını ifade ediyor!
Enver Ağabey, maddi ve
manevi sahip olduğu her şeyi borçlu olduğu mübarek hocası Hüseyin Hilmi
Işık Efendiye ve onun sevip tabi olduğu yıldızlar silsilesine, her
zerresiyle âşıktı. Hocası onu, Bab-ı âli'nin kavşak noktasında; 'yol levhası'
olarak temerküz etmiş (konumlandırmış); oradan bütün bir insanlığa,
onun şahsıyla ve neşriyatıyla (kitap, gazete, dergi, TV) ışık saldı ve
inşallah kıyamete kadar da devam edecek...
Enver Ağabeyle yarım saat geçiren yaşlı bir Musevi vatandaş, oğluna onu anlatırken aynen şu ifadeyi kullanıyor: "... Babamın anlattığı Müslüman!"
Doksanlı
yılların başında, ziyaretine Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü geldi.
Sokak kapısında kendisini karşılayıp buyur ettiler. Cağaloğlu'nda,
Çatalçeşme Sokak'taki bina dardı. Enver Ağabey'in odasındaki koltuk
takımı da sıkışıktı. Erdal Bey, uzun boylu olduğu için, müsaade istedi
ve ayaklarını uzatarak oturdu. Sohbet esnasında Enver Ağabey: "...
Benimki benim, seninki de benim diyenler hayvanlardır. Benimki benim,
seninki senin diyenler insanlardır ve benimki senin, seninki de senin
diyenler Müslümanlardır!" deyince; Erdal Bey, önce ayaklarını kendine doğru çekti ve; "Sizin,
bütün bu anlattıklarınız doğruysa, herkes Müslüman olur; dünya huzurla
dolar; kavgalardan savaşlardan eser kalmaz. Bana gösterir misiniz, böyle
Müslümanlar nerede? Sokakta, sizin anlattıklarınızdan kimse yok!" diye sordu.
Enver
Ağabey ona, ölüm halini ve hararetini ve suyun, o an için ne kadar
kıymetli olduğunu; böyle bir anda bile gerçek Müslümanların suyu,
kendileri içmeyip yanlarındaki diğer Müslümanlara ikram ettiğini,
örnekleriyle anlatınca, Erdal Bey: "Yeter Enver Bey! Demek, onlar öyleydi ve gerçek Müslümandı; ya şimdikiler; müthiş!.." demekten kendini alamadı.