Tokgözlü Sadrazam Yusuf Kamil Paşa

A -
A +

Osmanlının son yıllarında padişahlar yapayalnızdırlar. Avrupalılar sanayi devrimi yaparken bizim aydınlar siyaset kovalar. Ziraat, ticaret dibe vurur, dış borç gırtlağı aşar. Abdülaziz Han tahta oturduğunda Tanzimatçı paşalar gizlice toplanır, verilecek vazifeleri "red" kararı alırlar. Genç padişahı zaten ağır aksak yürüyen bürokrasi ile baş başa bırakacak, buhrana maya çalacaktırlar. Fuad ve Âli Paşalar istifalarını sunar, yangına benzin sıkarlar. Yusuf Kamil, hiç de meraklısı olmadığı halde Sadrazamlığa hayır demez ve bu çirkin oyunu bozar. Paşalar, pişmiş aşa su katan arkadaşlarına diş gıcırdatır, "bir gün kapıcılar da Sadrazam olursa şaşma" diye mırıldanırlar. Padişahın yanında Yusuf Kamil Paşa ürettiği pratik çözümlerle kara bulutları dağıtır, Padişah nefes alır, memleket düze çıkar. Paşamız nettir, bugün git, yarın gel demez, zaman kaybetmemeye bakar. Halbuki diğerleri laf ezer durur, bilerek ağdalı cümleler kullanırlar, ki muğlak ifadelerin arkasına sığınsınlar. Paşamız iyidir hoştur da, hani gücü bir yere kadar. Bazen memleket hayrına olmayan kararlara mani olamaz. Toplantı dağıldıktan sonra faytonuna yığılır, tesbihini dizine vura vura ağlar. "Baba adamdır" sonra... Memurlarını tanır, arar, hatırlarını sorar. Nüktedandır, zariftir, mültefiddir, kimsenin nasırına basmaz. Önüne şehzade çıksa eşit muamele yapar, makama, rütbeye hiiiç aldırmaz. Abdülaziz Han, Yavuzmeşrep bir sultandır. Memleketi Fuad ve Âli Paşa gibi safralardan kurtarmayı kafasına koyar. Şebekeyi dağıtıp, İstanbul'dan uzaklaştırmayı planlar. Ancak Yusuf Kamil Paşa, "vükela ve ricali devlet arasında onların yerini tutacak bir bendeniz yoktur, ikisi de efendimize sadıktırlar. Def edilirlerse ümurı devlet kimle idare olunur" diye sorar. (İbnü'l Emin - Son Sadrazamlar) Elbette bir bildiği vardır ama acemiler dahi atansa, bunlar kadar zararı olmaz. Batılıların devlete uzanan elini kırmak için iyi bir fırsattır aslında... Nitekim malum çete vartayı atlatıp güç kazanır ve ne yapar yapar, Fuad Paşa'yı Sadarete çıkarırlar. Yusuf Kamil için fark etmez, yine eskisi gibi Meclisi Vâlâ riyasetine bakar. Ama mâlum ekip oraya da el atar, yerine Fransızca gevelemekten başka meziyeti olmayan Mütercim Rüşdi'yi oturturlar. Abdülaziz Han azletmesine rağmen Yusuf Kamil Paşayı hoş tutar. Hatta bir ramazan-ı şerif, iftara dakikalar kala mahiyetiyle birlikte gelip kapısını çalar. Saray aşçıları yemekleri hazırlamış işaret beklemektedirler, güya paşanın şaşkınlığı sürerken sinileri getirecek sürpriz yapacaktırlar. Ama hiç gerek kalmaz, önlerine öyle mükellef bir sofra açılır ki şaşar kalırlar. Hani bir tek kuş sütü bulunmaz. Paşa çok hislenir, o sevinçle bütün emval ve emlakını sultana sunar. Abdülaziz Han senet, sepet, tapu dolu sinilere sadece göz ucuyla bakar, "makbulümdür" der, yine ona bağışlar. Yusuf Kamil Paşa akşamları mutlaka ilim meclisi kurar, fıkıh, hadis dinlemekten tarifsiz bir haz duyar... Ramazan-ı şerifde fukara semtlerine araba araba erzak gönderir, imamlara, müezzinlere para yollar. Hatta adamları kalabalığın içine dağılır onun bunun cebine altın atarlar. Sadrazamlık yıllarında Babıalide yemek çıkartır, zahire dağıtır, azledilen memurların eline para sıkıştırır, adamlarına zor anlarında da sahip çıkar. Fuad Paşa'nın konağı yanınca, derhal Demirkapı'daki köşkünü açar. Bu köşk de tutuşmasın mı? Zarara uğrayan kendisi iken gidip Fuad'ı teselli eder, kül olan servete aldırmaz. Edebiyata meraklıdır, "Cebeli Asir, kemali yüsr ile teshir olundı" diye telgraf çeken bir zabiti, şairane cümlesinden dolayı altına boğar. Garibaldi Sicilya adasını alınca "Ne garip, aldı Garibaldi Sicilya adasın" diye başlayan nefis beyti yazar. İçindeki dışındadır. Rus Sefiri İgnatiyef memleketine giderken uğrayıp sorar: "Rusya'dan ne getireyim?" El cevap: "Aman mesele getirme de..." Mısırlı Mustafa Fazıl'ın çocukları ara sıra Bebek'teki yalısına uğrarlar. Üç beş bayram göremeyince "beyler büyüdü" der, "bebeğe rağbet etmiyorlar" Resmi evrakları okuyup ilgili dairelere yollarken önüne "Harput'ta eski medresenin tamiri hakkında" diyen bir mazbata gelir. Evkafa yollasa vakıf değil, maarife yollasa kadrosu yok, maliyeye yollasa tahsisat çıkmaz. Nereye gönderelim derken mühürdar Emin Efendinin ağzından "herhalde zatı kerimenize havale icap ediyor" cümlesi çıkar. Ciddiye alır, medreseyi kesesinden onartıp açtırır, hatta maaşını verip müderris yollar. Paşamızın istikameti bellidir ancak Namık Kemal ve Şinasi gibi isimleri "neden kolladığı" anlaşılamaz. Kim bilir, belki de zararlarını önlemeye çalışır, ki zaman zaman Ulu Hakan dahi öyle yapar. Bir keresinde Namık Kemal, kendi yazdığı risaleyi cebinden çıkarıp "eski bir kitap paşam" der, "sahaflardan aldım, müsaadenizle okusam?" Henüz birkaç satır dinlemiştir ki "ecdad böyle laf etmez. Bunlar senin saçmalıkların" der, şakayı yutmaz. Gel de kahrolma! Yusuf Kamil Paşa'nın sağında solunda hep Tanzimatçılar vardır. Mesela Âli Paşa ile yıllarca aynı sandala binmiş, aynı yokuşu tırmanmış, aynı dairede mesai yapmışlardır. Bu yüzden olacak kavga başlatamaz, ayaklarını kaydıramaz. Zamanında Mithat ve Mahmud Nedim Paşa'lar emri altındadır, lâkin tırpanlayamaz. Gelgelelim bu kadro devleti sinsice ele geçirir, Abdülaziz gibi bir sultana zerre kadar acımaz. Yusuf Kamil Paşa o gün vapurla meclise gitmektedir. Bir fevkaladelik hissedince Dolmabahçe'ye çıkar. Ona Abdülaziz Hanın intihar ettiği söylenir, kesinlikle inanmaz. Önünde el ovuşturup duran Sadrazam Rüşdi'yi "iyi halt ettiniz" diye azarlar. "Hüseyin Avni hınzırına söyleyin 'Beşşirü'l katili, bil katl' (katili katl ile müjdeleyin) hadis-i şerifinin sırrı kariben (yakında) zuhur edecektir" demekten sakınmaz. (Dediği gibi de olur Yzb. Çerkes Hasan, Sultanın kanını yerde komaz.) Paşamız padişahın kıyılmasına çok üzülür, adeta içi yanar... Meğer ki geçmiş ola... Derler ya merhametten maraz doğar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.