Çilekeş reis Seydi Ali

A -
A +

Seydi Ali Reis'in teslim aldığı gemiler perişandır, bunlar değil Mısır'a, çıktıkları limana (Basra'ya) bile dönemezler. Reisimiz topları ve mühimmatı Demen Meliki Esed'e emanet eder, askerlerine "serbestsiniz" der. Bir kısmı Melik Esed'in davetine uyar, ona tabi olurlar, diğerleri "ölene kadar seninleyiz" der, yanında kalırlar. Seydi Ali Reis, bir avuç sadık adamıyla ve bin bir zorlukla Kal'ayı Surat'a varır ki yola çıkalı üç ayı aşmıştır. Müslüman ahali kırık dökük de olsa hilalli bir tekne görünce sevinir, "n'olur Hind limanlarını küffar elinden kurtarın" diye yalvarırlar. Reisimiz çok hislenir bari eldeki limanlar güçlensin diye gemileri Hüdavend Han'a satar, senetleri kıvırıp kuşağına sokar. Dahası en iş bilen adamlarını Han'a bırakır, dost ellerde "bir donanma nüvelensin" diye elinden geleni yapar. Bu arada Haçlılar iz sürer, bulundukları yerden haberdar olurlar. Düşman yedisi büyük kalyon olmak üzere seksen gemiyle gelip sıkıştırsa da Seydi Ali Reis mukavemet eder, teslim olmaz. Hind ellerinde Bu arada mahalli saltanat kavgalarına da bulaşmak zorunda kalır ve sık sık ihanete uğrarlar. Öyle ki ortalıkta yemeğine zehir katmaya çalışan çaşıtlar kaynar. Neyse ki hakkı olan tahta oturur, ortalık durulur. Hindular tropikal bir ağacın budaklarına testiler asar, biriken şerbeti güneş altında bırakır şarablaştırırlar. Tabiri caizse her ağacın altı meyhanedir, içer içer sızarlar. Bu insanlara nasıl güvenilebilir ki? Mecburen mesafeli dururlar. Zaman zaman baskına uğrarlar, kayıpları her geçen gün artar. Seydi Ali Reis deniz yoluyla dönemeyeceğini anlayınca kara yolunu araştırır. Rüyasında adını taşıdığı nurlu halifeyi (Hazret-i Ali'yi) görür, Allahü teâlânın izni keremiyle İstanbul'a varacağına inanır. Acaib acaib ormanlar, tuhaf tuhaf ağaçlar... Papağanlar, yarasalar, yılanlar... Hele maymunlar etraflarından ayrılmazlar. Eza ve cefa ile Ahmedabad'a gelir, Sultan Ahmed'in huzuruna çıkarlar. Sultan, Seydi Ali Reis'e bayılır, onu Buruc'a vali yapmaya kalkar. Ancak Reis "yekpare Gücerat eyaletini verseniz durmam" der, "padişahıma tekmil vermedikçe rahatlayamam". Halbuki İstanbul'da hoş karşılanacağı şüphelidir, ihtimal "donanma n'oldu, askeri niye dağıttın" sorularına muhatap olacak, hesap sorulacaktır. Zaman zaman Hindulardan da klavuzlar tutar, tehlikeli bölgeleri onların sayesinde aşarlar. Yerli melikler habire ittifak teklif eder, hasımlarına, racalara karşı güç birleştirmeye çağırırlar. Rajput, Parkin derken çöle girer, neredeyse buharlaşmak üzereyken Sind sınırına ulaşırlar. Sind Padişahı Hasan Mirza dahi ona valilik teklif eder, büyük bir ticaret merkezi olan Lahor'un yönetimini sunar. Kâh ziyafet sofralarında ağırlanır, hilatlar kuşanırlar, kah aç ve açıkta kalır, kanlı kavgalara karışırlar. Yanlarında güçlü tüfekler vardır, saldırganlara papuç bırakmazlar. Ancak reisimiz, tüfekten ziyade evliyanın himmetine güvenir, hiçbir türbeyi atlamaz. Zaman zaman nehir yollarını kullanır, tekneyle Nasırpur ve Siyam'a ulaşırlar. Bu arada düşman kardeşleri barıştırır mesela Sultan Mahmud, Seydi Ali Reisin ricasını kırmaz, yıllardır dövüştüğü Mir İsa ile sulh imzalar. Kahramanlarımızın yanına 250 Sind süvarisi katar ve name yazıp Hümayun Padişah'a yollar. Şaban-ı şerifin ortalarında yola revan olur, Sultan Pur yolu ile beş günde Mar kalesine varırlar. Kuyular bile kurumuştur, Sam yeli insanı komaya sokar. Adamlarını Tiryak-ı Faruk ile ayakta tutar, bu halden güç bela kurtulurlar. Bu saatten sonra gözleri çölü almaz, ancak Sindliler orman yoluna girmekten korkarlar. Seydi Ali Reis on tüfekliyi öne, on tüfekliyi arkaya koyar diğerlerini ortaya alırlar. Hak teala hazretlerinin nihayetsiz inayetine sığınarak yırtıcı ve sürüngen kaynayan ormanı geçer Oçi'ye varırlar. Şeyh İbrahim ile görüşüp duasını alır. Şeyh Cemali ve Şeyh Celali hazretlerini ziyaret edip, yola çıkarlar Kare Nehrini keleklerle geçer ve Sind'lileri serbest bırakırlar. Ab-ı Maçvare'ye üzerinden Multan'a uzanırlar. Ramazan-ı şerifi Şehr-i Multan'da geçirirler. Şeyh Bahaad-Din Zekeriya, Şeyh Rukned-Din ve Şeyh Sadrud-Din'i ziyaret eder, Şeyh Muhammed Racu ile görüşüp duasını alırlar. Sultan'ın izni ve Mir Miranın yardımıyla Lahor'a varırlar. Ancak, Lahor hakimi Mirza Şah yolu kapar. Mecburen geri döner, olanı biteni Padişaha anlatırlar. Padişah yanlarına adam katıp uğurlar. Deryayı Sultan-Pur'u gemilerle geçer, Hisar-i Firuz Şah yoluyla yirmi gün yürüyüp Hind Pay-ı tahtına, (Delhi) vasıl olurlar. Han, hanan, han-ı hanan ve bizzat Hümayun Şah onları karşılar. Dört yüz fil, binlerce süvari ve sayısız insan... Şah, Osmanlı sultanının izzet ve hürmetine ziyafetler verir, atlar, hil'atlar sunar. Seydi Ali Reisi yanında tutmayı arzular, hudutsuz servet, makam, araziler bağışlar. Seydi Ali Reis "he" deyiverse ömrünün sonuna kadar altınla oynar ama onun aklı fikri İstanbul'dadır bir an önce izin koparmaya çabalar. Bu arada sanattan edebiyattan konuşurlar, söylediği şiirlerle adı "İkinci Ali Şir Nevai"ye çıkar. Hatta Sultan "sen burada bir yıl kalsan Çağatay tayfasına Mir Ali'yi unutturursun" demeye başlar. Huzurda okuduğu gazeller halkın ağzına düşer, vilayet-i Hind'de tanımayanı kalmaz. Hangisi büyük Bir gün, padişah sorar: "Vilayet-i Rum mu büyüktür yoksa Hindistan mı?" -Şahım, Vilayet-i Rum'dan maksadınız Anadolu ise o zaman Hindistan çoktur. Fakat ona tabi olan memleketler Hindistan'ı on kat aşar. Unutmayın İskender'in dünyaya hükmedip yedi iklime malik olması, Padişah-ı Rum olmasındandır. -Padişah-ı Rum'un yedi iklimde yeri var mıdır? -Evet, Yemen birinci, Mekke-i Şerif ikinci, Mısır üçüncü, Halep dördüncü, payitaht Konstantiniyye beşinci, Kefe altıncı, Budin ve Beç yedinci iklimden sayılırlar. Bu arada Delhi şeyhlerini ziyaret eder, Şeyh Kutb-u'd Din Pir Delhi, Şeyh Nizam Veli, Şeyh Ferid Şükrgenc, Mir Husrev ve Mir Hüseyin Dehlevi Hazretlerinden feyz almaya çalışırlar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.