O bildirinin önerdiği rejim, seçimle kurulamaz...

A -
A +
21 CHP milletvekilinin ve 200'e yakın sanatçı, gazeteci, akademisyen, yazar ve başka mesleklerden ünlünün  imzasını taşıyan "Laik devlet ve özgür toplum için" başlıklı bildiriyle ilgili olarak iki bölüm olarak tasarladığım ilk yazıdan sonra rüşvet operasyonu patlayınca, ikinci yazıya ancak şimdi sıra gelebildi...
Biliyorum, bugünlerde "operasyon" haricinde yazmak bir yazar için akıllıca değil, ama ne yapalım, verilmiş sözüm var. Hem belki siz okurlar da başka şeyler okuma kıvamına gelmişsinizdir bu geçen zamanda...
***
"Laik devlet, özgür toplum..."
Sadece başlıktan ibaret olsa gönül rahatlığıyla imzalayacağım bir bildiri...
Fakat zarfa değil mazrufa bakınca... mazrufun da lafzını değil "içini" okuyunca iş çatallaşıyor.
Ben bu bildirinin "içini" okuyunca, imzacıların "laik devlet" derken "otoriter-laik" bir devletten söz ettiklerini hemen görebiliyorum... Keza "özgür toplum" derken, herkesin değil, ölçülerini kendilerinin koyduğu bir "çağdaşlığı" benimsemiş toplum kesimlerinin özgürlüğünden söz edildiği de çok açık. Laik devlet aynı zamanda otoriter olmalı ki, kendi başına bırakıldıklarında ya davulcuya ya da zurnacıya gidecek olan toplum kesimlerine "dur bakalım, yolun yol değil" diyebilsin.
Örneği, özgürlükçü mü yoksa otoriter bir laikliği mi savunduğunuzun turnusol kâğıdı haline gelmiş bulunan başörtüsünden verelim: İmzacılara göre, başörtülüler devlette çalışamazlar, milletvekili olamazlar, tıpkı eskiden olduğu gibi...
Zaten bildiri, son bölümünde muradını açık açık koyuyor ortaya:
"Laik ve demokratik Cumhuriyetten, Atatürk ilke ve devrimlerinden asla ödün vermeyeceğimizi..."
Bu kalıbı bir yerlerden hatırlıyorsunuz, değil mi? (İpucu: 1960, 1971, 1980, 1997, 2007).
***
Mesele şurada: Türkiye'de, iktidarın ataerkil-otoriter eğilimlerine "özgürlük" vurgusuyla değil de "laiklik" vurgusuyla karşı çıkmak, yakın tarihi böyle olan bir ülkede sizi doğrudan doğruya "eski rejim" özlemcileriyle buluşturur...
İmzacılar kızmasın ama, ben, içlerinden büyük bir bölümünün 1930'ları bugünlere tercih eden bir ruh hali içinde olduklarını düşünüyorum... Aralarında, bunu itiraf edenler de var. Mesela tarih profesörü Sina Akşin, tam da Sarıkız, Ayışığı günlerinde şöyle yazmıştı:
"Çok partili dizge, 1946 seçimleri dışında, yarım yüzyıldır istisnasız bütün genel seçimlerde kısmi karşı devrime kazandırmaktadır. (...) Bu kapkara tabloyu biz bir anda kenara atıp aydınlık geleceklere doğru yol alabiliriz. Çünkü 1945, 1950'ye değin uygulanmış olan, yıllar boyu deneylerle geliştirilmiş, bu ülkeye en uygun, görkemli bir 'reçetemiz', görkemli bir formülümüz var: Atatürk Devrimi." (Müdafaa-i Hukuk, 6 Mayıs 2004).
Fakat problem şurada ki, bu "görkemli reçete"nin 2000'lerin dünyasında seçim kazanması mümkün değil!
Akşin'in makalesini pek beğendiğini ifade eden emekli orgeneral Kemal Yavuz, o günlerde bu reçetenin "olur"unu, Akşam'daki köşesinde şöyle ifade etmişti:
"Söylenmesi gereken söylendi: Cumhuriyet ordusunun Genelkurmay Başkanı, 'Kubilay Olayı'nın yıldönümünde, '...sonları aynı olur' dememiş miydi?"
Kemal Yavuz kadar açık konuşmasalar da, laiklik bildirisine imza atanlar da biliyorlar ki, bu "reçete"nin seçimle hayata geçirilmesi mümkün değildir.
Zaten bildirinin önemi de burada gizli bence: Ulusalcılık, sandıktan umudunu kesmiş, "devrimciliğe" yönelmiş görünüyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.