“Ne istersen alıyoruz daha ne istiyorsun?”

A -
A +

Bunu diyen anne babalar çocuklarına acımasızlığı işte bu sözleriyle yapıyorlar. Üniversite sınavlarına hazırlanan çocuklardan aldığımız birçok geri bildirim sebebiyle bu konuda anne babalara seslenmek istiyoruz. Üniversite sınavlarına hazırlanma yaşı 15-16’lara kadar düştü. Neredeyse lise birden başlatıyoruz sınavlarına hazırlamaya. Birçok okul yöneticisi çocuğa neler öğreteceğini değil çocuğu üniversite sınavlarına nasıl hazırlayacağını anlatıyor veliye.

 

Birçok dershane yöneticisi kapısına getirilen her çocuğu kabul ediyor. Hiçbirine “daha erken” demiyor, hangi yaşta götürürseniz götürün “iyi etmişsiniz” diyerek kabul ediyor.

 

Birçok velimiz çocuğunun üniversite sınavlarında elenmemesi için "ne gerekirse” moduna giriyor. Düşünün koskoca okullar, dershaneler; her bir kurumun önerdiği onlarca farklı yayınevinin hazırladığı test kitapları...

 

Bütün bu telaşa muhatap bırakılan öğrencinin yaşına bakar mısınız? 16-17-18 yaşındalar. Genç demek için bile erken yaştalar henüz. Hiç kendinizi onların yerine koyup sorumluğun büyüklüğünü düşündünüz mü? Tamam herkes gülümsüyor onlarla konuşurken. Herkes “başarabilirsin” diyor. Herkes “Aferin iyi gidiyor, biraz daha gayret!” diyor. Ama herkes sadece söylüyor. Sorumluluk ise çocuğun omuzunda.

 

Çocuk kendi evine geldiğinde bile veli tarafından hemen motive(!) ediliyor. “Sakın ha! Zamanın yok, testi çözmelisin!” Bu çocukların hafta sonu yok, bayramı yok, tatili yok. Var ama hepsinde onları yarıştan geç kalmamak(!) için test çözmeye ders çalışmaya, konu öğrenmeye mecbur ve mahkûm eden bir sistem var. Hatta kimi aileler yetmedi bir de özel ders aldırmaya çalışıyor. Dört bir yandan gelen “kazanmalısın!” dürtüsü altında yavrularımız, derdini anlatacak kimsesi olmayan, kime baksa “çalışmalısın” diye üzerine üzerine gelen bir atmosferde buluyor. Odasına kapanıp çaresizliğini kimseye anlatamadığı için ağlayan çocukların gözyaşlarını hiç görüyor musunuz? Herhangi bir durum olsa derdini anlattığında çözüm üretecek olan anne babaya çocuk bir tek bu konuda derdini anlatmaktan çekiniyor. Niye? Çünkü anne baba kendisi için o kadar çaba harcamış o kadar çıtayı yükseltmiş ki ona “kurtar beni anne! Kurtar beni baba” diye sığınacak gücü bulamıyor. Birçok anne baba çocuğu için “başarmalı” hedefine odaklanmış ön yargılı duruma gelmiş olduğu için bu konuda çocuğunu diğer konularda dinlediği gözle dinleyemiyor. Çocuğu bu konuda bir şey diyecek olsa “biz senin geleceğin için bunları yapıyoruz” diyorlar

 

Hâlbuki ona yine annelik ve babalık duygusuyla yaklaşıp sevmediği yemeği “istemezsen yeme” dediği gibi almak istemediği kıyafeti “beğenmezsen alma” dediği gibi bu sınav sürecinde de “istemiyorsan” tercihini sunabilmeliler. “Başarmak zorundasın dayatması” yerine sınavın öğrenciliğin bir süreci olduğunu anlatabilmeli. Ondaki “ya kazanamazsam” stresini ortadan kaldırabilmeli. Biraz daha açık konuşursak çevrenin baskısından çekinerek “benim çocuğum şurayı kazandı” diyebilmek için çocukları horoz dövüşçüsü konuma getirmemeli. Ona bu zor süreçte, diğer konularda derdini paylaşabildiği gibi bu konuda da derdini paylaşabileceği anne baba olmaya çalışmalı. F.A.

Güzelliğin kaç para eder?

"Feridun Ağabey, 'Güzelliğin on para etmez,/Bu bendeki aşk olmasa' diyor ya şair. On para çok mu kıymetliydi?” diye soran İstanbul’dan Hakan Sağıroğlu’na, on para değerli olduğu için değil o dönemdeki en küçük para olduğu için söylenmiştir. Yani ben seni beğenip sevmesem en küçük para birimi olan on para kadar değerin olmaz anlamında söylenmiştir. 10 para 1942 yılında basılan paramızdır ve 1 kuruşun dörtte biri kadardır. Yani 40 para bir kuruş ediyordu.

“Onu unutamıyorum, nasıl unutabilirim?”

“Onunla çocukluğum hep aynı ortamda geçti. Aynı okulda okuduk. Annem babamlar çok iyi arkadaştı, aynı evlerde büyüdük. Aklım ermeye başladıkça ona olan çocukça sevgimin aslında bir aşk olduğunu anladım. Ama bir türlü kendimi anlatamadım. O ise benimle yine arkadaşça görüşüyor ama bir başkasını seviyor. Ne yapmalıyım? Kendimi ona anlatamıyorum, unutmak istesem de unutamıyorum. Bu konudan başka şey de düşünemiyorum” diyen Nalan kızımıza, tamam “gönül ferman dinlemez” derler ama burada sadece senin gönlün yok ki, karşında iki kişinin gönlü var ve ikisi de ferman dinlemez durumda. Senin sadece kendi gönlünün sesini duyman gayet doğal ama karşında hem sevdiğinin gönlü hem onun sevdiğinin gönlü var. İki gönle bir gönül... “Onu tercih etmesin beni tercih etsin” duygusunu ise siz de etik bulmazsınız. Bir de duygularınızı arada kimse yok iken anlatamadı iseniz şimdi belki hiç anlatamazsınız. Üzülerek belirtelim ki biraz tren kaçmış gibi gözüküyor. Ama beri yandan kim bilir siz kimin gönlündesiniz? Bunu biliyor musunuz? Belki de size de kendini anlatamayan ama gönlünde siz olan birisi veya birileri var çevrenizde, olamaz mı? Diğer yandan gönül oyunlarının yanında bir de Allah’ın insana verdiği en büyük nimet olan akıl ve mantık var... Olayları gönlünüze sormak yerine aklınıza sorarak onun size sunacağı mantıklı cevaplara odaklanmanız daha çözüm odaklı olmaz mı? Tamam yine unutmazsınız ama bu hatırlamanın sizin hayatınızı ve ufkunuzu kapatmasına da izin vermezsiniz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.