Sizi dehşete kaptıran şey ne?

A -
A +
“Feridun Ağabey daha önce SGK (Hangisine yanayım) Rapor hakkında e-Mail göndermiş idim.

Yazımı 'Ancak yaşlı ve hasta olunca anlayabilirsiniz' başlığı ile yayınladınız. Çok teşekkür ediyorum. Uğraş ve başvurularım ile web sitelerindeki yayınları okuma neticesinde dehşete kapıldım. Çok karışık yazı oldu. Çok özür diliyorum” diyerek galiba kendisine en yakın ilçe sağlık müdürlüğünün internet sitesindeki maddeleri sıralayıp ardından “namütenahi imkânlar sağlayan herkese teşekkür ediyorum. Web sitelerinde izah edilen, biz vatandaşlara sunulan imkânlar maalesef sahada sıkı kontrol ve denetlemeler olmadığından, vatandaşların gerektiği gibi şikâyetleri dinlenip kayıt altına alınamadığından netice olumsuza dönüp vatandaş seçmen küskünlüğü yaşıyor” diye devlet yetkililerine seslendiğini ifade eden değerli okuyucumuz Şeref Kayacan Beyefendi, “çok karışık yazı oldu çok özür diliyorum” ifadenize güvenerek yazınızdan nasıl bir mesaj vermek istediğiniz hakkında yorumda bulunmak istiyoruz. Bu çizmeye çalıştığınız tabloda sizi dehşete düşüren ne? Verdiğiniz bilgilerden şunu mu anlayacağız?

“Devlet, örneğin bir ilçe sağlık müdürlüğünde yapılması gereken hizmetleri sıraladığı gibi vatandaşına gereken her türlü hizmeti vermek üzere kendini tanımlamış. Her kolaylığı sağlayacak şekilde kurumlara yetki ve imkân sunmuş. Ama bu imkânlar öyle veya böyle vatandaşa hizmet olarak gereği kadar yansımıyor. Böyle olunca da vatandaş seçmen küskünlüğü yaşıyor. Oysa bu örnek tanımda olduğu gibi bütün kurum ve kuruluşlar vatandaşa internet sitelerinde tarif ettikleri şekliyle hizmet anlamında görevini yerine getirse, vatandaş memnun kalacak, rahat edecek, huzur bulacak... Böylece devletine milletine ve yöneticilerine teşekkür edecek, seçmen küskünlüğü yaşamayacak. Bu konuda hem görevlilerin görevlerine daha dikkat etmesi hem bu görevlileri denetleme mekanizmalarının daha dikkatli denetleme yapmasına ihtiyaç vardır. Bu konu millî bir görevdir.” F.A.  
 
 
Gezdim gördüm, yazıyorum
 
Son 10 günde şehrin birçok mahallesinde, caddesinde, sokağında aheste aheste yürüdüm. Yeni yapılan binaları, binbir emek ve umutla açılmış süslü dükkânları inceledim… “Ucuz satış yapıyor” algısı oluşturan 5-6 farklı market zincirinin neredeyse mahalleye bir şube açmış olduğunu bir kere daha gördüm. Buralarda ne yazık ki içeriğinde onlarca kimyasal madde (monosodyum glutamat, glikoz şurubu, sitrik asit, palm yağı, boyalar, hormonlar, genetiği değiştirilmiş organizmalar vb.) bulunan şeyler de satılıyor. Kimi zincir marketlerde, aynı yerde üretilmiş farklı farklı markalar altında satılan abur cubur ürünlerin ambalajındaki “içindekiler” kısmına bakarsanız bunlarda neredeyse “gıda” hariç her şeyin var olduğunu görebilirsiniz.
Son 100 yıl zarfında 1,7 milyardan 8 milyara sıçrayan insan kitlesini "doyurabilmek" diyerek kimyasal gübreler, ilaçlar, hormonlar, genetik ile oynamalara başvuruldu. Doğal, organik, gerçek gıdalar piyasadan silindi. Hâlbuki bu sayede kanserden ölenler onlarca kat arttı...
Geçen yaz dağ başındaki yaylalarda yürüyüş yapıyordum. 70 yaşlarında, güleç yüzlü, görmüş-geçirmiş bir teyze 10 kadar ineğini otlatıyordu. Yanına gittim. Nelerle uğraştığını, nasıl geçindiklerini, hayvancılığı sordum. Dedi ki: “Bu ineklere biz de fabrika ürünü yemlerden veriyoruz. Bunları vermezsek hayvandan 2-3 litre süt çıkıyor. Yem olunca 5-10 kat artış oluyor.” Bir profesör diyor ki: “Çayırlarda, meralarda serbestçe dolaşan, sadece ot ile beslenen hayvanların eti, sütü, yağı yenebilir. Bunun dışındakiler, ağılda hapis olarak yaşatılanlar, hormonlu yemlerle besleneneler aynı saflıkta ve doğallıkta değerlendirilemez.”
Öte yandan yine şehrin ara sokaklarında yürürken gözüme; muhtar ve belediye başkanı adayı olan kişilerin albenili, abartılı, üzerinde oynanmış fotoğraflarıyla dolu afişler de gözüme çarptı. Bazı adayların isimlerini üşenmeyip internetten arama yaptım. %90’ının yeryüzünde hiçbir izi olmadığını gördüm. Yani eğitimsiz, yeteneksiz, zekâsız, bilgisiz, mesleksiz, üretimsiz, projesiz bir şekilde paraya ulaşmış birçok insan muhtar ya da belediye başkanı olma yoluna düşmüş. İnsan kendine bir bakar. “Ben bugüne kadar ne ürettim ne tasarladım” diye düşünür. Sadece şan, para, servet, ihale, işe adam sokma, siyaset ağalarına yakın olma gibi niyetlerle yola çıkılmak mıdır? Demokrasi bu mudur sizce? Bir konuda konuşurken iki lafı bir araya getiremeyen, sadece 100-200 kelime ile iletişim kuran böylesi kişiler yerine niçin toplumun değerlerini bilen, herhangi bir konuda uzmanlığı bulunan, eserleri olan ne bileyim halkına daha önce de katkıda bulunmuş kimseler niçin siyasette de kendilerini göstermek için talepte bulunmazlar? Niçin bu kimselere “gel” diye hiç talepte bulunulmaz. Topluma bilgisiyle ilmiyle kültürüyle de katkıda bulunacak kimselerin de siyasette yer alması dileğiyle...
     Ali Özdemir
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.