HAYALLERİMİZ robotlaşmasın

A -
A +

> F. Sinem Bütün HAYALLERİMİZ robotlaşmasın

FIRSAT VERİN ZORLAŞTIRMAYIN Çocuklarımıza kendilerini geliştirmeleri için uygun fırsatlar sunalım; ama tüm bunları onları gereğinden fazla zorlamadan yapalım. Günümüzde pek çok kimse, çeşitli sebeplerle, bir ya da en fazla iki çocuğa sahip olmayı arzular. Çocuklarımıza daha iyi bir hayat sunabilmek için şartlarımızı zorluyor ve önceliklerimizi çocuğun hayatına göre belirliyoruz. Buraya kadar her şey yolunda gibi görünüyor. Fakat aynı zamanda içinden çıkılması zor bir tuzağın içine girdiğimizi fark edemiyoruz. Çocuğumuz için her şeyin en iyisini isteyip çocuğumuza her durumda en iyisini sağlamak için çabalarken beklentilerimizi de bu oranda artırdığımızı göremiyoruz. BEKLENTİ DOLU SÖZLER "Dünya kadar para döktük eğitimin için, sınavdan aldığın not bu mu?" "Eşyalarını toplamaktan yoruldum, ben demeden odanı toplamayı öğren" "Yemekten sonra dişlerini fırçalamayı unutma diye kaç kere söyledim!" "Basketbol oynamak istemiyorum da nerden çıktı, arkadaşlarının hepsi oynuyor!" "Neden hâlâ buradasın? Bir kere de ben söylemeden ödevini yapmaya başla!" gibi beklenti dolu sözleri kim bilir kaç kez çocuğumuza söylemişizdir ve her söylediğimizde ne büyük hayal kırıklığına uğramışızdır. Çocuğumuzla ilgili hayallerimiz ve beklentilerimiz vardır, olmalıdır da; beklentilerimiz bizi hayata bağlar. Ancak beklentilerimiz; çocuğumuzun ihtiyaçlarının, becerilerinin ve isteklerinin önüne geçtiği anda hayat bizler için zorlaşabilir. ROBOT MU İSTİYORUZ? Şimdi, doğmadan evvel hayalini kurduğumuz o bebeği tekrar düşünelim. Yoksa hayallerimizde, evimizde her şeyi mükemmel ve eksiksiz yapacak bir robot mu istiyorduk? Zamanı gelir gelmez uyumaya giden, yapılacak ödevi gününden önce bitiren, her sınavdan tam puan alan, derslerinde çok başarılı, mükemmel bir robot muydu hakikaten istediğimiz? Öyle olsalar daha mı mutlu olacaktık? Peki, anne ya da baba olmanın keyfi nerede kaldı? Çocuklarımızın eksiklerini gidermek, onları eğitmek ve yetiştirmek aslında bizler için en büyük keyiftir. Öğretmenin ayrı bir hazzı ve heyecanı vardır. Yeter ki çocuklarımızı tanıyalım; onların ihtiyaçlarının, potansiyellerinin farkına varalım. Çocuklarımıza kendilerini geliştirmeleri için uygun fırsatlar sunalım; ama tüm bunları onları gereğinden fazla zorlamadan yapalım. Hayallerimizin robotlaşmasına lütfen izin vermeyelim. Çocukla tartışmak çare değil Alternatif sunmak, çocukların söz dinlemeleri ve iş birliği yapmaları için etkili yöntemlerden biridir. Çocuk, seçme şansı verildiği için, kontrolün kendinde olduğunu düşünür. > Emre Aygın Çocuklar, faydalı iş olsa da kendine emir verilmesinden hoşlanmaz. Çünkü her çocuk rahat edebileceği özgür hareket alanları ister. Her kuralı da özgürlüğünün önündeki engel olarak görür. Bu yüzden çocuğa bir davranışı kabullendirmek istiyorsak onun önüne bazı seçenekler sunarak beklentimizi yerine getirmesini istemek işimizi daha da kolaylaştırır. Seçenekler sunmak demek, çocuğa sınırsız özgürlük tanımak anlamı taşımaz. Örneğin, çocuğa "Yemeğini ye" yerine "Önce çorba mı istersin yoksa pilav mı?" ya da "Dışarı çıkarken montunu mu giyersin yoksa kalın hırkanı mı?" diyerek onun seçim yapmasını sağlayabiliriz. ÖZGÜRLÜK İSTER Görüldüğü gibi çocuğun önüne yine kural koyuyoruz. Ancak, kural yokmuş gibi yaparak, onun bize direnç göstermesinin önüne geçmiş oluyoruz. Alternatif sunmak, çocukların söz dinlemeleri ve işbirliği yapmaları için etkili yöntemlerden biridir. Çocuk, seçme şansı verildiği için, kontrolün kendinde olduğunu düşünür ve o şeyi yapmaktan da hoşlanır. Ancak her türlü yöntemde olduğu gibi çocuğunuzun yaşını, kişiliğini, özel durumunu dikkate alıp seçenekleri doğru zaman, doğru yer ve doğru biçimde sunmaya dikkat etmelidir. Unutmayalım ki çocuğumuzun yanlış davranışını ne kadar çabuk durdurabildiğimiz değil, onun ne kadar çabuk düşünmesini sağlayabildiğimiz önemlidir. Baskı ve kurallarla çocuğa zorla kabullendirdiğimiz her davranış, onun düşünce dünyasının daha da daralmasına sebep olacaktır. EĞİTİM HİKÂYELERİ: KURŞUNKALEM GİBİ OLMAYI BAŞARAN HAYATTA MUTLU OLUR Çocuk, dedesinin yazdığı notları ilgiyle takip ediyordu ve birden dedesine: -Bizim başımızdan geçen bir hadiseyi mi yazıyorsun, benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı? diye sordu. Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi: -Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem, yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de kullanırsın. Çocuk kaleme merakla baktı; ama kalemde özel bir şey göremedi. -İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki! -Bu tamamen cisimlere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri benimseyebilirsen dünyayla hep barışık bir insan olursun. Birinci özellik: Mükemmel şeyler yapabilirsin; ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu, kaleme biraz acı çektirse de sonuçta onun daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar. Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman imkân verir. Yanlış yaptığımız bir şeyi düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın; aksine bu, bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir. Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da şekli değil, içinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın. Beşinci ve son özellik: Her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli, bu bilinçle davranmalı ve her hareketinin farkında olmalısın. * Paulo Coelho "Like the Flowing River" (Akan Nehir Gibi) dan HAYALLERİMİZ robotlaşmasın

HAYALLERİMİZ robotlaşmasın

HAYALLERİMİZ robotlaşmasın

HAYALLERİMİZ robotlaşmasın

EĞİTİMİN GÜLDÜRÜSÜ Dün, altı ay önce sokakta bulduğum yavru kedimin ne kadar kilo aldığını öğrenmek için onu tartının üzerine koydum. Kaçmaya çalıştıkça kediyi tutup, doğru tartmaya çalıştım. Daha sonra kardeşim geldi: "Abi, tartıya önce sen çık. Sonra da kediyi kucağına al, bir de öyle tartıl. Farkını alırsan kedinin kilosunu bulursun." dedi. O ortaokulda okuyor, bense üniversite son sınıfta! SALİH UYAN Etkiliyorum Bacanakla suşi yenir mi? Biz okullarımızdaki eğitimin kalitesini tartışaduralım; televizyon, evlerimizin salonlarında, ailelere birçok branşta eğitim vermeye devam ediyor. Full HD hayatlar ve karakterler piksel piksel beynimize işlenirken, kendi geçmişimiz ve değerlerimiz her geçen gün biraz daha flulaşıyor. Sokakta görsek eve almayacağımız tipler, evimizin tam orta yerinde arz-ı endam edip çocuklarımızla çok kötü bir şekilde vakit geçiriyorlar. Hangi zararından bahsetsek bilemiyorum; kambur üstüne kambur.. Mesela modern insan, televizyon sayesinde yakın akrabalık ilişkilerinden artık hoşlanmıyor. Abla, ağabey, amca, dayı, teyze, hala, enişte, görümce, yenge gibi kelimeler Batı dillerinde tek başına bulunmadığı için alt yazı edebiyatında kendine yer edinememiş. Filmlerde gördüğümüz aktör ve aktrislerin bu tür ilişkileri olmayınca, biz de bir süre sonra kendimizi onlardan sayıp güçlü akrabalık ilişkilerini avam tabakasına aitmiş gibi algılamaya başlıyoruz. Tom Cruise'u filmin en heyecanlı sahnesinde: "Hey John, sen hemen çocuğu alıp baldızın evine götür ve kapıyı sıkıca kilitle. Ben kayınçoyu da alıp oraya geleceğim" derken hayal edin. Gülersiniz tabii! Ama bizi ilgilendiren ve korkutan asıl kısım şu: Aynı cümleyi Türk aktör söyleyince de komiğimize gidiyor. Çünkü sıkı akrabalık ilişkilerini varoş kültürüne yakıştırıyor, altyazılarda ve dublajlı filmlerde sıkça görüp duyduğumuz için yalnızca kuzen kelimesini rahatça kullanıyoruz. Ne kadar enteresan değil mi? Fransızcada üvey anne ile kaynanayı ifade etmek için aynı kelime kullanılıyor. İngilizcede amca ve dayı farkı yok, ikisi de uncle. Keza hala ve teyze de öyle. Dilimizdeki akrabalık ilişkilerini ifade etmek için kullanılan kelimeler ise bir göbekten öteye akraba tanımayan Batılılarla kıyaslanamayacak kadar zengin. Fakat televizyon kanallarında belki de şuurlu olarak yürütülen "algı yönetimi" seanslarıyla bu zenginlikten utanır hâle gelmişiz. "Dün bacanakla golf oynadık" cümlesi niye komik gelir insana bir düşünün. Golf, bekârken oynanabilen bir oyun mudur, yoksa bacanağı olanlar fakir insanlar mıdır? Doğu ile Batı arasında köprü vazifesi görmek güzel; ama her nedense uzun zamandır trafik tek yönlü akıyor. Bu gidişle çocuğum bayramda dedesiyle tokalaşacak diye korkuyorum. Tabii bayram sabahı kayak tatili için yolda olmazsak. HAYALLERİMİZ robotlaşmasın

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.