Fransa'da terör ve düşündürdükleri...

A -
A +

Paris'te yaşanan terör saldırısı, terör ve terör örgütlerinin anatomisi üzerinde yeniden düşünmemizi zorunlu kılıyor. Hiçbir terör örgütünün devlet desteği olmadan yaşayamayacağı ve terörün; devletlerarası güç mücadelesinin silahlı diplomatik yoluna dönüştüğü yeni dönemde, terör örgütleri yeni rolleriyle sahne alıyor. Özellikle iddialı devletler, yeni dönemin güç mücadelesinde cephe yerine cephe gerisinden yönetilen taşeronlarla yürütülen mücadele biçimini benimsiyor. Bu taşeron örgütler tıpkı şirketler gibi ihale alıyor ve bu ihalenin gereklerini yerine getirene dek varlık gösteriyor. Bu mekanizma hiç şüphesiz istihbarat servisleriyle iç içe işliyor. Bazen terör örgütlerinin iş tuttuğu servis sayısı birden fazla da olabiliyor ve bu durum bazen servisler arası çatışmaya da neden oluyor. Bu tür terör örgütleri, bilhassa 11 Eylül saldırıları sonrası dünyanın tanımaya başladığı El-Kaide tipi örgütler. İslam coğrafyasını hedef alan, Afrika'dan Asya'ya uzanan önemli stratejik alanlar üzerinde mevzilenen ve genellikle hücre tipi örgütlenme modeliyle yapılanan ve bu yüzden de aynı adı taşısalar bile birbirinden habersiz ve bağımsız hareket etme kabiliyetine sahip oldukları belirtilen bu örgütler, bu tarzlarıyla açık olarak istihbarat ağının içinden geçtiği bir yapıyı işaret ediyor.

İslam coğrafyasında mevzilenerek, İslam'ı kullanarak aslında İslam'ın özünü hedef alan bu örgütler, esasen yapılandırılmış ve stratejik çıkar hesaplarının maşaları olarak sahaya sürülmüştür. Bu örgütler; İslam coğrafyasında diktatörlere, baskıcı rejimlere, babadan oğula geçen totaliter yönetimlere karşı geniş halk kitlelerinin hak ve adalet arayışlarını baltalayıcı, inanç ve dirençlerini etkisizleştirici ve mevcut yönetimleri meşrulaştırıcı rolleriyle de dikkat çekicidirler. Bu rolün en belirgin örneği, Suriye'de yaşanmıştır. Suriye'de demokrasi arayışına yönelen ve bu zeminde baskıcı rejimden muzdarip olan hemen her kesimin temsil edildiği bir siyasal kimliğe bürünme süreci baltalanmıştır. El Kaide tipi El- Nusra, IŞİD gibi terör örgütleri sahaya sürülmüş ve Esad'ın kendi halkına yönelik saldırıları, teröre karşı mücadele algısına dönüştürülerek Esad'ın mevcudiyeti meşrulaştırılmıştır. Aynı meşrulaştırma çabası, Mısır'da millet iradesine yapılan darbeciler içinde yaşanmıştır. İhvan'ın tarihî dönüşümler yaşayarak demokratik zeminde hak ve adalet arayışına yönelmesi engellenmiş, bir kez daha İslam'la terörü birlikte anma çabasının yolu desteklenmiştir.

Bu noktada Müslümanlar için en büyük sınav; sözde İslami referanslarla şiddeti, terörü, katliamları önceliğine alanların oyununu bozmaktır. Ve bunların; aslında İslam'ın; hak, adalet, hoşgörü, sevgi içeriğini ve Medine Vesikası'nın ruhunu yok etmeye çalıştıklarının farkına vararak, İslam'la bağlarının kopartılmalarını sağlamaktır. Bu sınav İslam coğrafyasının kurumsal yapılarının da varlık sınavıdır. İslam İşbirliği Örgütü, Arap Birliği gibi kurumların neyin işbirliği, neyin birliği için kurulmuş olduklarını hatırlamaları gerekmektedir. Müslümanlar için bu sınav; İslam'ın dahili düşmanlarının harici düşmanlarından daha fazla olduğunun bilincine vararak, İslam'ın içinde her daim mevzilenen fitne fesadın kolayca zemin bulmasının engellenebilmesidir...

Paris katliamı bir kez daha göstermiştir ki, İslam adına terör estirenler; yeni nesillerin İslam sevgisi kazanmalarını engelleyerek, son dönemde bilhassa Avrupa'da İslam karşıtlığının boyutlanmasına ve İslam'a yönelik nefret suçunun artışına katkı sunmuşlardır. Her şey zıddıyla kaimdir. Beyazı var eden siyahın varlığıdır. Bu durum bu tür hadiselerde de geçerlidir. Bir yandan İslam'ı hedef alan provokatif hamleler öte yandan buna karşı tepki yöntemi olarak terörün tercih edilmesi aslında birbirini besleyen bir denkleme işaret ediyor, aynı kirli oyuna hizmet ediyor.

Bilinmelidir ki, bu kirli oyun; medeniyetleri çatıştırmak ve buradan çıkar devşirmenin oyunudur. Paris'te yaşanan katliamı lanetlerken, meselenin tüm bileşenlerini irdelemek herkesin insani sorumluluğudur. Bu meseleyi ideolojik saplantılarla, inanç, fikir veya medeniyet düşmanlığına dayalı reflekslerle, yüzeysel düzeyde açıklamak meselenin karanlıkta kalmasını istemektir. Bugün herkesin samimiyet sınavına tabi olması gerekir. Hem İslam coğrafyası hem de Batı. Kimse sorumluluğunu diğerine atmamalıdır.

İslam Dünyası kendi sorunlarını irdeleyerek çözmeye çalışırken, Batının da sömürgeci, ırkçı geçmişinin bugünkü tortularıyla tekrar yüzleşerek, biz ve ötekiler dilini terk etmesi, mazlumlar tarafından samimi bulunmayan ve güven duyulmayan kimliğinin onarılmasına çalışması zorunluluğudur. Mesela işe Filistin sorunuyla başlayabilirler. Yıllardır hukuk, adalet ve insanlık ihlalinin yaşandığı Filistin meselesinin çözümünün öncüleri, sadece mazlumların sorununu çözmüş olmayacaklar aynı zamanda terörün kirli oyununu bozmuş olacaklar.
Ve bundan sonra İslam coğrafyasında millet iradesine dayalı her demokratik adıma destek olmak Batı'nın önceliği olmalıdır.

Bir kez daha Batı görmelidir ki, Mısır'da yakalanan fırsat darbeyle yok edilmiş ve darbeye destek olunarak aslında İslam'ı kullanıp terör estiren yapılara destek olunmuştur. Oysa Mısır'da millet iradesine saygı gösterilseydi, Türkiye'nin bu noktadaki pozisyonu desteklenseydi ve bunun bir yansıması olarak Suriye'deki gelişmeler aynı zeminde gereken teşviki görseydi İslam'ı kullanan terör örgütlerinin boyutlanması mümkün olmazdı. Tabii tüm bunların olabilmesi için öncelikle bu kirli oyunun bir parçası olmamak gerekir. Galiba zor olan da bu...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.