G20 zirvesinden yansıyan yeni stratejik görünüm...

A -
A +
G20 grubunun 2015 yılının dönem başkanlığı, 1 Aralık'ta Avustralya'dan Türkiye geçecek. Bugün ve yarın icra edilecek olan G20 liderler zirvesi, Avustralya'nın Brisbane şehrinde gerçekleşecek.
G20 grubunun geçmişi 1999 yılına dayanıyor. Asya'da yaşanan mali kriz sonrası başlangıçta sadece maliye bakanları ve merkez bankası başkanlarının yıllık toplantıları olarak tasarlanmıştı. Ancak 2008 yılında mali krizin küresel düzeyde patlak vermesiyle G20 grubu üye ülkelerin liderlerinin dahil olduğu bir zemine dönüştü. Böylece iktisadi ve özellikle mali konuların sadece teknik boyutlarının ele alındığı bir zeminden siyasi meselelerin de yansıdığı bir boyuta ulaştı. Hatta sivil toplum, gençlik, ticaret, çalışma ve düşünce dünyasını kapsayan alt çalışma gruplarıyla üye ülkelerin toplumsal dinamiklerin en geniş katılımına imkân tanıyan bir platform olmasıyla da dikkat çekici bir kimliğe büründü.
G20 bugün itibariyle; küresel düzeyde gayrisafi yurt içi hasılanın %85'ini, küresel ticaretin 75'ini ve dünya nüfusunun üçte ikisini kapsayan bir potansiyele sahip. Türkiye'nin geleceğe dair stratejik hedefleriyle böylesi bir gruba liderlik yapacak olması, dönemsel de olsa önemli anlamlar içeriyor.
Her şeyden önce, Türkiye'nin hemen her uluslararası zeminde vurguladığı gibi mevcut uluslararası sistemin gerek siyasal gerekse ekonomik açıdan ortaya çıkan arızalarının giderilmesi konusunda iş birliğinin geliştirilmesi için bir fırsat doğmuş olacak. Bu noktada özellikle dünya genelinde dışlanan, mağduriyet yaşayan ve siyasal baskıya ve ekonomik eşitsizliğe maruz kalan hemen her coğrafi bölgeden ülke ve toplumların sorunlarına eğilmek ve bunun küresel düzeyde takipçisi olmak G20'nin ajandasına Türkiye'nin yeni küresel vizyonu bir gereği olarak işlenebilir. Buna bağlı olarak Türkiye'nin dönem başkanlığı süresince yeni alt çalışma grupları oluşturulabilir ve böylece G20 içinde temsiliyet gücü ve yaygınlığı artırılabilir. Özellikle mazlumların hatırlanmasına, adaletsiz temsiliyete ve bölgesel dengesizliklere yönelik adımlar atılmasına dair gayretler sarf edilebilir.
Tüm bunlar için Türkiye'nin son yıllarda stratejik hedef koyabilme potansiyeli ve özgüveni  en önemli enerjisi durumundadır. Ayrıca uluslararası ortamın içine düştüğü değersizlik girdabından çıkabilmesi adına yapılması gerekenlerin başında gelen bu tür uluslararası buluşmaların harekete geçirilebilmesidir. Ve esas olan, idare-i maslahatçılıktan kurtularak, dünya meselelerine duyarlılığın geliştirilebilmesi için dayanışmanın başlatılabilmesidir. G20'nin Türkiye açısından öneminin bu açıdan değerlendirilmesi gerekir.
Soğuk Savaş döneminin bloklaşma pratiğinin ortadan kalkmasıyla, yeni dönemde ülkeler arası güç mücadelesi yeni yönetmelerle yürütülür oldu.
Bunlardan birincisi; küresel veya bölgesel ittifakların içine girerek rakiplerin kontrolü. İkincisi; güç mücadelesinin aracılarla yürütülmesi. Bu konuda sınır tanımaksızın silahlı, silahsız her türlü örgüt veya kurumun birer enstrüman olarak kullanılması. Üçüncüsü; iletişim araç ve tekniklerinin gelişmesine bağlı olarak kitleleri etkileme gücünün stratejik olarak kullanılması. Bu konuda iletişimin stratejik hüviyet kazanması, kamu diplomasinin gelişmesi, yumuşak güç unsurlarının çeşitlendirilmesi ve buna bağlı olarak gelişen istihbarat faaliyetlerinin ve kurumlarının yeniden konumlanması.
Bu yöntemlerin arayışı artırılabilir. Ancak görünen o ki, mevcut küresel düzende Birleşmiş Milletler (BM) yapısının sorun çözücü kimliğinin olmaması, mazlumların meselelerinin giderek artması yeni arayışları artırmaktadır. Yeni ittifakların ortaya çıkması ve bunların işleyişi Uluslararası ortamın en dinamik konusudur. Bu noktada G20'nin varlığı, anlam kazanır. Ancak özellikle G20 içinde gelişmekte olan ülkelerin varlığı ve konumu çok daha anlamlıdır. Çünkü Brezilya, Türkiye gibi ülkeler son yıllarda özellikle IMF, Dünya Bankası (DB) gibi Bretton-Woods sisteminin kurumlarının etkilerinden kurtuldukça yeni dönemde yeni umutların doğuşuna vesile olmaktadır. İstikrar bozucu mali sermaye hareketliliğinin  en örgütlü yansıması olan IMF, DB gibi kurumlarda tıpkı BM gibi yeni dönemin en tartışmalı kurumlarıdır.. Bu yüzden özellikle gelişmekte olan ülkelerin bu kurumalara yönelik alternatif arayışları ve attıkları adımlar dikkat çekicidir. Bu noktada vesayetlerin anası olarak gördüğümüz IMF vesayetinden kurtulmuş olması Türkiye için paha biçilmez değerdedir
G20'nin içinde yer alan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'nın katılımıyla oluşan BRICS (İngilizce kısaltmasıyla) grubu ülkelerin IMF, DB kurumlarına alternatif yardım fonu ve kalkınma bankası kurma girişimleri dikkat çekicidir. Söz konusu bu grubun Meksika, Türkiye, Endonezya gibi ülkelerin katılımıyla genişlemesi de gündemdedir. Öte yandan Şanghay İşbirliği Örgütünün varlığı ve Türkiye'nin bu örgütün "diyalog ortağı" olması da bu çerçevede bir başka önemli hususa işaret etmektedir.
Görünen o ki, küresel sistemin içine düştüğü düzensizlikten ve kaos üreten yapısından çekip çıkaracak temel dinamik gelişmekte olan ülkelerin gelişme seyridir. (Bu seyir  üretim ekonomilerine ve dönemin stratejik nitelikli ileri teknoloji üretme kabiliyetine  bağlı olarak...) Buna aralarındaki dayanışma gerekliliği de eklenmelidir. Buna bağlı olarak bir makalenin hatırlanması gerekir. ABD'nin The American Interest Dergisin de 2009 yılında yayınlanan, Prof. Dr. Walter Russell'ın "Korkunç İkizler: Türkiye, Brezilya ve Amerikan Dış Politikası'nın Geleceği" başlıklı makalesi.
Bu makalede özellikle ABD açısından Türkiye ve Brezilya'ya dikkat çekilerek ifade edilmektedir ki; "Son zamanlarda iki orta seviyeli güç: Türkiye ve Brezilya, uluslararası arenada kendilerini sadece eskisinden daha çok göstermekle kalmayıp, bunu Amerika'nın dış politikalarına karşı gelecek şekilde yapıyorlar."
Bu tarz tespitler makalede sıkça yapılıyor ve her iki ülkenin IMF bağının kopmasına ve aralarındaki stratejik anlaşmalara dikkat çekiliyor. Son yıllarda bu tür değerlendirmelerin daha sık yapılacağı kesin.
Çünkü; 2050 yılına yönelik yapılan her türlü hesaplama buraya kadar adı geçen ülkelerin küresel üretimin neredeyse %40'ını üreteceğine işaret ediyor.
Öyle ya da böyle görünen o ki, Türkiye'nin içinde olduğu Asyalı güçler yükselişini sürdürecek ve herkesten önce ABD ve Batı bunun farkında...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.