Orta Doğu'da yeni stratejik hamleler...

A -
A +
Orta Doğu, 100. yılında 1. Dünya Savaşının geride bıraktıklarıyla yüzleşiyor. Bugün yaşadığı her şey 100 yıl önce bölgeye bırakılan mirasın ürünleri.. O miras ki o gün bugündür bölge halklarına gün yüzü göstermemiş, şiddet ve öfkeyle  harmanlanmış topraklara etnik ve mezhepsel çelişkileri tohumlamış bir miras.
Yerli olmayan ecnebi çıkarların yörüngesinde sınırlar özenle çizilmiş, doğal kaynaklara odaklı, etnik ve mezhepsel çelişkileri kalıcılaştırmayı esas almıştır. Aynı medeniyetin, aynı inancın, aynı kültürün çocukları ve onların toprakları yapay sınırlarla birbirlerinden kopartılmış, zengin toprakların fakir çocuklarına dönüştürülmüştür.
Osmanlı'nın bölgeden çekilmesinden sonra ortaya çıkan bu tabloyu korumak üzere baskıcı kukla yönetimler oluşturulmuş ve bugüne dek Orta Doğu'nun birçok yerinde bu yönetimler ihtilafların bekçiliği görevini başarıyla yerine getirmiştir.
Bu durum , Orta Doğu'da halklarla rejimler arasında doku uyuşmazlığına zemin hazırlamış, halklarla yönetimlerin siyasal ve toplumsal kimyaları ayrışmıştır. Bölgenin tüm değerleri  bilinçli olarak tahribata açılmış, farklılıklar ayrışmaların besleyicisi durumuna dönüştürülmüştür.
Sünni ve Şii ayrışması bloklaştırılmış, özellikle Şii inancının siyasi stratejiyle yoğrularak bölgedeki ihtilaf yumaklarına odaklanmasına özen gösterilmiştir.
Böylece İslam'ın barış, adalet ve dayanışmaya dayalı kardeşlik hukukunun eşsiz toplumsal gücü zayıflatılmaya çalışılmış ve medeniyet birikimi üretimden kopartılarak tüketimin potasına hapsedilmiştir. Orta Doğu'da hem toprağın altının hem de üstünün bereketine yıllardır yapılan sistemli saldırı; huzur ve barışı katletmiş, bilhassa genç nesillerde vücut bulması gereken umut filizleri köreltilmiştir. Bölgeye ait yerli olan her değer, kirli hesapların hedef alanına dönüştürülmüş, fitne fesat tohumları ecnebi çıkarların mızrak ucu rolüyle ayrışmanın zehrini bölge topraklarına serpmiştir.
Tarihsel bu miras, bugün Orta Doğu'nun içine düştüğü girdabın asıl müsebbibidir. Bu durumu değiştirmeye matuf kıvılcım, Tunus'ta başlayan ve bölgeye yayılma eğilimi gösteren "Arap Baharı" olarak nitelen süreç, aslında yıllardır halkların biriktirdiklerinin dışavurumudur, isyanıdır. Bu isyan; zengin toprakların, baskıcı kukla rejimleri altında artık fakir çocukları olarak yaşamak istemiyoruz diyen halkın ayağa kalkışıdır, inancı ve direncidir. Mısır bu sürecin, ete kemiğe bürünme yeridir. "Arap Baharının kitlesel siyasileşme alanıdır. Mısır da İhvan hareketi bu rolü üstlenmiş, kendi örgütsel gelişim sürecini mevcut süreçle uyumlandırarak İslam ile Demokrasi buluşmasının öncülüğünü yapmıştır. Bu buluşma; bölgenin 100 yıllık statükosunu zedelemeye matuf ve ilk defa halkların kendi geleceğini tayine götürecek sürecin temelini oluşturmuştur.
Bu buluşma; Orta Doğu coğrafyasında sınırlı düzeyde tanık olunan millet iradesinin tecellisi olarak tarihteki yerini almıştır. Tarihî anlam ve derinlik taşıyan bu buluşma, aynı zamanda gelecek adına yeni bir nefes kanalının inşası anlamını taşımıştır.
Ancak tüm bu kazanımlardan ve tarihî dönüşümden rahatsız olanlar, Orta Doğu'nun köhnemiş statükosunu devreye sokarak, hak ve adalet arayışına dayanan halk isyanını, dipten gelen dalgayı önlemenin tezgâhına giriştiler. Mısır'da oluşan millet iradesine darbe indirerek, yüzyıllık bağımlılık, kölelik mirasının korunmasına yeltendiler.
Millet iradesinden ürktüler, İslam coğrafyasında demokrasinin, adaletin hakkın, hukukun, kardeşliğin yerleşmesinden korktular. İslam birliği ve dirliğinin mesafe almasından çekindiler. Fitne fesadı sahaya sürdüler. Mazlumlara karşı zalimlerin safını oluşturdular. Millet iradesi karşısında darbecilerin etrafında kenetlendiler. Efendileriyle kuklalar aynı safta buluştular.
Ancak hak, hukuk, adalet arayışına kenetlenmiş Orta Doğu halklarının isyanını yansıtan süreç, sonlanmamıştır. Halkların inancı ve direnci her türlü zulme karşı dirayetini, azim ve  kararlılığını yitirmemiştir. Aslında Orta Doğu'da üçgen daralmıştır. Mevcut statükonun zırhları ve duvarları aşınmıştır. Rejimlerle halklar arasındaki kimyasal uyumsuzluk sürdürülemez hale gelmiştir.. Ve artık zorbaların işi zordur. Diktatörler, baskıcı rejimler, kukla yönetimler geçmişteki kadar rahat değillerdir. Yeni dönemin, yeni nesli, yeni iletişim imkanlarıyla geleceğin umutlarıdır.
Algılarla oynayanlar, "neyin doğru olduğu değil, halkın neye inandırıldığı önemlidir" anlayışını benimseyerek, gerçekleri perdelemeye çalışanlar, zihinleri bulandırarak, özgüveni kırmaya, vicdanları köreltmeye çalışanlar başaramayacaklar. Artık mızrak çuvala sığamayacak kadar gerçekler gün yüzündedir.
...Ve esas olan; uluslararası sistemi değersizlik girdabından çekip çıkaracak ve bölgeye huzuru, barışı ve hak, hukuk ve adaleti yerleştirecek yegane yolun tesisidir. O yol; Orta Doğu'dan yağmacıların ve onların kuklalarının karşısında Orta Doğu halklarının dayanışmasıdır. Bu dayanışma gerçek halk iktidarının, millet iradesinin hakim olmasıyla tecelli edecek ve bundan sonra devlet milletiyle bütünleşecek. Unutulmamalıdır ki, devlet milletiyle bütünleşirse güç olur, güç de yönetilebilirse gerçek olur. Onu yönetebilmekse stratejik aklın, derinliğin varlığıyla mümkün olur.
En yıkıcı, en öldürücü yara haksızlık yarasıymış derler.. Orta Doğu halkları ayaktadır.. Filistin'de, Suriye'de, Mısır'da, Irak'ta ve daha nicelerinde uğradıkları haksızlığa boyun eğmeyerek dayanışmanın bütünleşmenin tek çıkar yol olduğunun farkındadır... Ve dip dalgasının en önemli müttefiki ise Türkiye'dir. Bugün içeride dışarıda her türlü fitne fesada yeltenenlerin en büyük korkusu da budur. Ama bir kez daha hatırlatmak gerekir ki, korkunun ecele faydası yoktur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.