Stratejik hesaplar

A -
A +

Soğuk Savaş sonrasının uluslararası sistemi, ülkelerin yeni yol haritaları üzerinden yeniden şekilleniyor. Güç ilişkileri, stratejik hamlelerin yörüngesinde siyasal gel-gitler ile yön bulmaya çalışıyor. Bir dizi çıkar hesabı iç içe geçerek yeni saflaşmalara zemin hazırlıyor. Çıkarların gölgesinde eski hevesler tazeleniyor, bunlara yenileri ekleniyor. Geçmişin hesaplarında saklı olan büyük stratejik hedeflerin küçülmemesi ve  zedelenmemesine çalışılıyor. Bu tablo yakın geçmişten günümüze bir dizi erken stratejik hamleleri ve niyetleri içinde saklı tutarak şekilleniyor.

Bu noktada söz konusu erken stratejik hamlelerin ve niyetlerin içeriği ve silsilesi kısaca hatırlanması gerekirse şu hususların vurgulanması gerekiyor:

Yeni dönem; ABD'nin, Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu siyasal yapısının Batı önderliği rolünü, Sovyetler Birliğinin çözülmesinden hemen  sonra dünya önderliğine dönüştürme arzusuyla başladı. Bu arzusunu el çabukluğuyla önce fikri altyapısını inşa etmeye çalışarak ortaya koydu. Ön alıcı fikri ataklar yaparak, her şeyden önce yeni dönemi, "yeni dünya düzeni" olarak tarif etti. Bu tarif, kendisinin önderliğinde hatta geçmişle kıyaslanamayacak düzeyde baskın karakterde bir dünya liderliğini içeriyordu. Yani yeni dönem tek kutuplu olacaktı ve fazla da seçeneği yoktu ve olmamalıydı. O yüzden "tarih de sonlanmıştı." Kimsenin yeni tarih yazmasına gerek de yoktu. 50 yıllık Soğuk Savaş dönemi boyunca Doğu ve Batı blokları arasındaki çekişmeyi Batı kazanmıştı. Batıdan geriye kalanlar için tek yol, artık tarihin bittiğini kabul ederek mevcut sistemle bir an evvel eklemlenerek, tek kutupluluğa rıza göstermekti.
Bu arada yeni dönemin temel çelişkisinin ve buna dayalı yeni mücadelenin ne olduğunun ve bu çelişkinin yoğunlaşma alanının neresi olduğunun da açıklanması gerekiyordu. Buna göre yeni dönemin temel çelişkisi; Soğuk Savaş döneminden farklı olarak ideolojik ve ekonomik değil kültürel alanda cereyan edeceği ve buna bağlı olarak artık "medeniyetler arasındaki çatışmaya" şahit olunacağı ilan ediliyordu. Bu mücadelenin coğrafyası ise; "büyük satranç tahtası" olarak görülmesi gereken Avrasya olacağı vurgulanıyordu.

2000'li yıllara bu fikri zeminde girilmiş ve tüm bu ifade edilenlere de fazlaca itiraz gelmemişti. Nitekim yaşanan bazı örnekler de bu tezleri destekler nitelikteydi. Örneğin 11 Eylül 2001'de Amerika'da ikiz kulelere yapılan saldırı sonrasında erken stratejik hamlelerin ivedilikle ve kapsamlı bir biçimde İslam coğrafyasına yönelmesi, yapılan saldırının gerçek faillerinin izini sürmekten öte anlamlar içeriyordu. İlk hamleler sonrakilerinin rengini de belirlemişti.

Düşmansız kalanlar için yeni düşman veya düşmanlara ihtiyaç duyuluyordu. Biliniyordu ki, bir gücün ayakta diri, canlı, uyanık kalabilmesi için karşıtlara, düşmanlara ihtiyaç duyulur. Ortada belirgin bir düşman yoksa o vakit aranan düşman, arayan tarafından üretilir.

Bu tarihsel stratejik eğilim yeniden depreşiyordu ve yeni düşman arayışında İslam coğrafyası sahip olduğu göz kamaştırıcı potansiyelleri nedeniyle öncelik kazanıyordu. İslam'a dair yapay siyasal laboratuvar mahsulü kavramlar, algılar, projeler geliştiriliyor ve bunların maskeliğinde ülkelerin zenginliklerine, toplumların zihinlerine göz koyuluyordu. Ve yine "şeytan bir günah işleteceği zaman, o günahı kutsallık zırhına sarmakla işe başlıyor" demokrasi ve insan hakları adına işlenecek günahlar önceden perdeleniyordu.

Israrla İslam'ı şiddet ve terörle anarak, İslam coğrafyasının bereketli topraklarına hiç de hayırhah olmayan seferler yapabilmenin meşruiyeti hazırlanıyordu. Böylece Kuzey Afrika ve Orta Doğu başta olmak üzere Afrika içlerine ve Asya'nın derinliklerine doğru yeni bir siyasal türbülansın zemini yapılanıyordu.

Ve bugün de yakın tarihin yapılandırılmış bu akışı, günümüze taşıdıklarıyla yeni boyutlar üreterek ana mecrasından fazlaca sapmadan sürdürülmeye çalışılıyor. Ancak bu noktadaki ısrar, zamanla reddiyeleriyle yüz yüze kalıyor. Ülkelerin yeni çıkar hesapları, yeni ittifak arayışları yeni saflaşmaların zeminini oluşturuyor.

Bu durum ülkeler için çok seçenekli dış politika stratejileri üretmeye sevk ediyor. Geçmişin bağımlılıklarından sıyrılabilenler bu imkâna kavuşuyor. Yeni stratejik ortaklıklar beliriyor. Tarihin akışı yeni jeopolitik zorunlulukları yeniden yapılandırıyor. Bünyelerinden ithal tehdit algılarını söküp atabilenler, geleceğine daha güvenle bakabiliyor. Hedef koyuyor, stratejik aklı yeniden harekete geçiriyor ve özgüven tazelemesiyle bilhassa genç nesillerin kör iyimserlikle-zihni teslimiyet sarmalından çıkartabilmeyi başaranlar geleceklerini emin ellerle inşa edebilmenin heyecanını yaşıyor.

Tüm bunlar için hepimize büyük sorumluluk düşüyor... Geleceğin büyük Türkiye'si için kamplaşmadan, kutuplaşmadan bir olmanın, diri olmanın zorunluluğu önümüzde duruyor. Ve hepimiz bilmeliyiz ki, bu topraklara kin ve nefret değil, sevgi, hoşgörü ve barış yakışıyor...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.