İstanbul'un fethinin manevî cephesi

A -
A +

Bugün İstanbul'un fetih günü. İstanbul, 554 sene önce bugün fethedilmişti. Bu önemli fethin bir görünen cephesi, bir de görünmeyen, manevî cephesi vardır. Bilinen cephesini yani, siyasi ve askeri yönden yapılan çalışmaları herkes biliyor. Bu önemli fethin yıl dönümü vesilesi ile bilinmeyen veya az bilinen manevî cephesi üzerinde durmak istiyorum bugün. Bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra Fâtih Sultan Mehmed Hân, fetihten önce Akşemseddin, Akbıyık Sultan, Molla Güranı, Molla Hüsrev gibi zamanının bütün âlimlerinden, evliyâsından yardım istedi. Bu manevî komutanları yanına aldı. Uzakta olanları da manevî yolla yardıma çağırdı. Bunlardan biri de, Semerkand'da bulunun zamanın en büyüğü ve kutbu Ubeydullah-i Ahrâr hazretleridir. Torunu Hâce Muhammed Kâsım bu hâdiseyi şöyle anlatır: Dedem, Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri, bir gün âniden atının hazırlanmasını istedi. Atı hazırlanınca, atına binip Semerkand'dan sür'atle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da ona tâbi olup, arkasından onu takip ettiler. Biraz yol aldıktan sonra, Semerkand'ın dışında bir yerde talebelerine, "Siz burada durunuz, arkamdan gelmeyiniz!" buyurur. "Sana yardıma geldim!" Sonra atını Abbâs Sahrâsı denilen sahrâya doğru sürer. Bu emre rağmen Mevlânâ Şeyh adıyla tanınmış bir talebesi, bir müddet daha peşinden gider. Abbâs Sahrâsı'na varınca, atının üstünde sağa-sola gidip geldiğini, sonra da birdenbire gözden kaybolduğunu müşâhede eder. Ubeydullah-i Ahrâr bir müddet sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sorduklarında onlara, "Türk sultanı Sultan Muhammed Hân İstanbul'da kâfirlerle harbediyordu, benden yardım istedi. Ona yardım etmeye gittim. Allahü teâlânın izniyle gâlip geldi. Zafer kazanıldı" buyurdu. Bu hâdiseyi nakleden ve Ubeydullah-i Ahrâr hazretlerinin torunu olan Hâce Muhammed Kâsım, babası Hâce Abdülhâdî'den de şunu nakleder: "Yıllar sonra Bilâd-ı rûm'a (Anadolu'ya) gittiğimde, Sultan Muhammed Fâtih Hân'ın oğlu Sultan Bâyezîd Hân, bana babam Ubeydullah-i Ahrâr'ın şeklini ve şemâilini ta'rif edip, "Semerkand taraflarından, şu şekil ve şemâile sâhip, beyaz atlı bir zât, babama yardıma geldi" dedi. Ben de tarif ettiği zâtın babam Ubeydullah-i Ahrâr olduğunu ve beyaz bir atının olup bazan ona bindiğini söyledim. Bunun üzerine Sultan Bâyezîd Hân bana şöyle anlattı: Babam Sultan Muhammed Fâtih Hân'dan duydum: İstanbul'u fethetmek üzere savaştığım sırada, harbin en şiddetli bir ânında Allahü teâlâya yalvarıp, zamanın kutbunun imdâdıma yetişmesini istedim. (Şeklini ve şemâilini ta'rif ederek) Şu şu vasıfta ve şu şekilde beyaz bir at üzerinde bir zât yanıma geldi. Bana, "Korkma!" buyurdu. Ben de, "Nasıl endişelenmeyeyim, küffâr askeri pek çok dedim." Ben böyle söyleyince, "Şuraya bak!" dedi. Baktım, orada büyük bir ordu gördüm. "İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen şu tepenin üzerine çık, kösün tokmağına üç defa vur. Orduna hücûm emri ver" buyurdu. Fâtih Sultan Mehmed Hân, yanında bulunan evliyalardan en çok hocası Akşemseddin hazretlerinden yardım gördü. Surların önünde, Bizanslılarla kıyasıya bir savaş oluyor, fakat surları aşarak şehre girmek mümkün olmuyordu. Bunun üzerine Fâtih Sultan Mehmed Hân, hocası Akşemseddîn hazretlerine haber gönderip, yanına gelmesini istedi. Fakat hocasının gelmediğini görünce, kendisi hocasının bulunduğu çadıra gitti. İçeri baktığında, hocasının kuru toprak üzerine secdeye kapandığını, sarığının düşmüş olduğunu, kendinden geçmiş bir hâlde, fethin gerçekleşmesi için Allahü teâlâya duâ ettiğini gördü. Gözlerinden akan yaşlar toprağı ıslatmıştı. Fâtih Sultan Mehmed Hân, bu hâli görünce sessizce oradan ayrılıp, askerinin yanına gitti. Kısa bir zaman sonra da, fetih gerçekleşti. Asker, İstanbul surlarından içeri girince, Akşemseddîn hazretleri, genç pâdişâha bir yer alındığında halka nasıl muâmele edileceği husûsundaki, dinin emrini bildirdi. Kimseye zulüm yapılmamasını, dinlerinden dönmek için zorlamaktan kaçınılmasını istedi. "İstanbul'un manevî fâtihi" Fâtih Sultan Mehmed Hân da, toplanan Hristiyan halka, "Herkes işine gitsin, kimseye dokunulmıyacaktır. Hiç kimse dininden dönmesi için zorlanmayacaktır" diye ilân ettirdi. İstanbul'a girişte tarihte benzerlerine az rastlanan mütevazılıklar yaşandı. Halk, yaşlı biri olduğu için, Akşemseddîn hazretlerini pâdişâh zannedip, tezâhürâtta bulunuyorlardı. O da: - Ben pâdişâh değilim, diyerek hazret-i Fâtih'i gösteriyordu. O da: - Sultan Mehmed benim fakat, O benim hocamdır. İstanbul'un ma'nevî fâtihi O'dur, diyordu. Askerlere ganîmet dağıtım işi bittikten sonra Akşemseddîn hazretleri bir konuşma yaptı: - Ey gâzîler, bilin âgâh olun ki, cümleniz hakkında, âhir zaman Peygamberi, server-i kâinât efendimiz, "Ne güzel askerdir onlar" buyurmuştur. İnşâallah cümlemiz affedilmiştir. Aldığınız ganîmet mallarını isrâf etmeyin. Harap olmuş İstanbul'un i'mârında, pâdişâhımıza yardımcı olun! O'nun emirlerine itâat edip, O'na muhabbet besleyin!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.